Murat Uyurkulak:
"Tol: İlk intikam alındı..."
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 5 Ocak 2003
Roman karakterlerinizin solculuğu nereden geliyor?

Üç kuşaktır solcu bir ailenin içindeyim. 12 Eylül öncesinde grevler, eylemler yer etti çocuk kafamda. Darbe, babamı amcamı falan değil, bütün bir ailemizi etkiledi. Ben de ailenin içerisindeki duygusal gelişmelere de tanık oldum.

Neler vardı 12 Eylül öncesinin o politik ailesinde?

Evimiz dolar taşardı. Sofralarımız büyüktü, neşeli, iyimser ve coşkuluydular.

Meslekleri ve partileri neydi?

Babam da, amcam da öğretmendi. Ne düzeydeydi bilmiyorum ama babam TKP'liydi. O ve annem sürgün yediler, İzmir'in kenar semtlerine sürüldüler. Amcam sanırım daha üst yerlerdeydi, TBKP'yi İzmir'de kuranlar arasındaydı, beş-altı ay cezaevinde yatmış, o zamana gelene kadar yeraltında yaşamıştı.

Tol'un kahramanlarının intihara-delirmeye kadar uzanan bir dağılmaları var. Bu nereye kadar aileniz, nereye kadar okuduklarınız?

Ailemdeki solculukla ilgilenenler çok dışadönük ve çok sevilen insanlardı, dar teşkilat kalıpları içerisinde değildiler. Öğrencileri gelir giderdi, çeşitli konuları tartışırlardı. Onların 80 sonrasındaki süreçleri benim de sürecim demek. Çünkü ben de erken yaşlardan itibaren partilerle, oradaki ruh sağlığını, akıl sağlığını yitirmiş insanlarla tanıştım. İzmir'de de, İstanbul'da da böyle insanlar, yani birebir delirmiş insanlar vardı. Bunların hepsi parça parça bir araya geldiğinde yazma sürecimde etkili oldu. Böyle tipler yaratmamın böyle travmatik bir arka planı var.

Siz kendinizi nasıl solcu olarak tanımladınız?

Teorileri bilme sürecim 15 yaşlarında başladı, daha erken değil. Spor müsabakalarında Sovyet sporcular yenildi mi, ben ağlardım. Yalnızca bana özgü bir şey değil. O dönem solcu ailelerin çocukları Amerika'ya karşı Sovyetler'in sporcularını tutardı. Onlar da çok başarılıydı.

Nadia Komanechi'ler..

Evet, buz dansı müsabakaları...

Bugün hayat ve politika böyle naiflikleri taşıyamayacak kadar sertleşti diyebilir miyiz?

Ben bir öğretmen çocuğu olarak çok arada yaşadım. Öğretmen çocuklarının şöyle bir kaderi vardır, ne çok yoksulsunuzdur ne çok zenginsinizdir. Üstelik size ilgi de gösterilir, ekabir takımı ve zengin veliler tarafından. Fakat 80'lerin ortasından itibaren ben artık yoksul bir ailede yaşadığımı düşünmeye başladım. Ve hep aklımın bir köşesinde şu oldu: Bir gün gelecek öğretmen çocuklarının intikamını alacağım. Devlet de dahil, yapılan hiçbir şey, hiç kimsenin yanına kalmaz. Bir gün gelir, biri eline silah alır, biri oturur bir kitap yazar ve o dönemin intikamını almaya çalışır.

Tol, bir öğretmen çocuğunun intikamı mı?

Siz öğretmenleri ya da devlet kademelerinde çalışan, aydın sayılan insanları daha iyi bir hayat talep ettikleri için sürüm sürüm süründürecek ya da meydanlarda coplayacaksınız. Hayat şartlarını giderek ağırlaştıracak, paralarını ellerinden alacak sefalete mahkûm edeceksiniz ve onların nispeten okumuş çocukları, annelerinden, babalarından dolayı bütün bunlarını acısını, aşağılanmasını yaşayıp öyle sessiz kalacak... Yok böyle bir şey, onlar sessiz kalmayacaklar. Benden öncekiler vardı, mücadele eden, ben şimdi hasbel kader kitap yazdım, bir intikamı dile getirmeye çalıştım. Benden sonra da olacaktır. Öğretmen çocuklarının intikamını mutlaka alacağız.

Peki bu kitap sizi yatıştırdı mı sizi?

Hayır aksine...

Romanın arkası gelecek yani...

Artık daha sert bir politika lazım. Çünkü 80'lerin başında ve ortasında benim sınıf kinim, sınıfsal öfkem bu kadar yoğun değildi. Şimdi gerçekten ciddi bir öfke taşıyorum. Çok kin taşıyorum. Yani ben yaşadıkça onlara rahat yok.

İki üniversiteyi yarım bırakmak, Radikal'in Dış Haberler servisine girmek, sonunda Diyarbakır'a yerleşme kararı almak... Tercih mi demeliyiz?

Duygu bu, bir sezgi, bir his... Beni kapatacakları bir yerden kaçmak sezgisi... Benim biraz okumaktan, biraz da kendi ilkelerimin bana vaaz ettiklerinden, fısıldadıklarından dolayı böyle bir lüksüm vardı. Ama şunu söyleyeyim kaçmak, terk etmek, oradan oraya sürüklenmek bilinçsiz ya da az bilinçli bir şekilde zaten milyonlarca insanın yaptığı bir şey... İnsanların nasıl aşağılık koşullarda çalıştığını siz de çok iyi biliyorsunuz. Her şeyi bir tarafa bırakın, insan bir ekmek alıp karnını doyurabilir ama insanların ruhlarını ve haysiyetlerini rahat bırakmıyorlar... En kötüsü de bu..

Neden Diyarbakır?

Şöyle ufak bir nedeni var ama bu nedenlerin ufağı, meşhur bir yazar olmaktansa meçhul bir yazar olmayı tercih ederim.

Neden?

Hiç gözümde değil. Her duruş bir eleştiri üretir, ama ben eleştiri de üretmiyorum, çünkü kimin ne yaptığı beni ilgilendirmiyor. Ben eğer böyle yaşamaya devam etmezsem 30 yıllık hayatımı çöpe atmış olurum ve bu 30 yıl benim için çok değerli. Benim dostlarım, ölmüş arkadaşlarım, işkence görmüş arkadaşlarım çok değerli, bütün bunları topladığımda benim hayatım değerli. Bu, Diyarbakır'a gitmemin küçük nedeni. Büyük nedeni ise çok basit, eşim Diyarbakırlı. İstanbul'da çok yorulduğumuzu hissettik, ben çok yoğun çalışıyordum ve birtakım şeylere vakit bulamıyordum, mesela 3-4 yıldır doğru düzgün okuyamadım. Bir de biraz sakin bir hayat yaşayalım, dedik. Yani bu aslında bir ailenin kararı.

Ya eşiniz başka bir kentten olsaydı...

İzmir ya da diğer memleketim Aydın olsaydı iki kat düşünürdüm. Şehir değiştirme kararını alırken bu şehrin Diyarbakır olması etkili oldu tabii. Düşünsenize, sokakta yürüyen on kişiden sekizinin faşist olmadığını bildiğiniz bir şehirde yaşıyorsunuz. Bu güzel bir hayat olsa gerek...

Orada kaybolmak mı istiyor musunuz?

Arkadaşlarla konuşurken gönüllü asimilasyona uğramak istiyorum, diyorum. Oraya Batı'da yetişmiş biri olarak gidip oryantalist tepkiler vermek istemiyorum. Ben politik bir insanım ve 1995'teki seçim blokundan beri Kürt hareketiyle yan yana mücadele ediyorum. Karışamayacağım yerler olacaktır, ama oradaki insanlara elimden geldiği kadar yakın olacağım.

Gidecek olmaktan dolayı heyecanlı mısınız?

Diyarbakır'a gidecek olmak, ama daha çok okuyabilecek, daha fazla zamana sahip olabilecek, daha rahat hissedebilecek olmak, daha çok heyecanlandırıyor.

Roman mı sizi Diyarbakır'a çekti, bu kente gitme isteği olduğu için mi romanda trenin son istasyonu Diyarbakır oldu?

Tesadüf, son derece tesadüf. Romandaki insanların Diyarbakır'a gitmesiyle benim şu an Diyarbakır'a gitmem arasında bir şey yok.

O zaman neden karakterlerinizi Diyarbakır'a götürdünüz?

Romanda coşkuyla diyor ya, "Kürtler barışıyor mu, bir tek orası kaldı"... Gerçekten içimin yağları eriyordu insanları gördüğümde. Karakterlerimin de isyanın bugün gerçek anlamıyla yaşatıldığı yere doğru gitmeleri gerekiyordu ve Diyarbakır bu anlamda çok iyi bir semboldü.

Sizin için de hâlâ öyle mi, yani ateşin olduğu yere gittiğinizi mi düşünüyorsunuz?

Gitme kararını alırken açıkçası Diyarbakır'ın politik niteliğini falan çok düşünmedim, gerçekten bu masum bir aile kararıdır. İlla Diyarbakır'a gidelim, orada bir ateş yanıyor, orada insanlar mücadele ediyor falan yok bunun içinde...

Neden Tol?

Taa, 1996'da yazmaya başladığımda, kitaba barbarlıkla alakalı bir isim koymaya çalışmıştım. Bu arada kitap dört kere falan yazıldı, editörlerin de hakkını ödeyemem, birlikte çalıştık ve sabırla okudular...

Okuyucuyu bir türlü kendi haline bırakmıyorsunuz, ister istemez karakterlerin yolculuğunu izlemek için, belleğini diri tutmak zorunda... Kurguya ne kadar emek verdiniz?

Valla, hiçbir şeyi çok bilinçli yaptığımı söyleyemem. Yazı ve ben karşılıklı birbirimizi inşa ettik. Ama temelde şunu biliyordum; hani bir tren büyük bir sesle gelir ve geçer ya, okuyucunun hayatında böyle bir şey yaratsın.

Roman boyunca hareket halinde bir tren var zaten...

Okuduğu sürece, 3-5 saat, 10 saat, 20 saat… ne kadar saatte okuduysa o süre içerisinde onun ruhunda bir tren gürültüyle gelip geçmiş etkisi yaratsın istedim. Hep o güdüyle yazdım, çünkü yazarken eğlenmek istiyordum, acı çekmek istiyordum. Gönlümde ne varsa onu yazdım.

Ne kadar eğlendiniz, ne kadar acı çektiniz?

Bu soruya cevap vermesem.

Peki.

Ben istiyorum ki, kitap üzerine başkaları yazsın, konuşsun...

Nasıl tepkiler aldınız, mesela 20 yaşındaki bir okur Tol'u okurken ne yaşadı?

Ben de çok merak ediyorum.

Hiç tepki almadınız mı?

Kardeşim 21-22 yaşında, artık 23 oldu, o 1-2 yıl önce okudu. Çok etkilenmiş, çok sevmişti. Ama onun dışında bir tepki almadım.

Zengin bir diliniz, güçlü imgeleriniz var, dil ve imgeleriniz nerelerde beslendi?

Babam edebiyat öğretmeni. Okulda başarı kazandığım zaman, ben her çocuk gibi bir bisiklet isterdim ama o getirip önüme kitap koyardı. Çok küçük yaşta okumaya başladım. Aile çok konuşkandı, bir de göçmen olmanın verdiği değişik, küfürlü konuşma biçimleri vardı. Bunları şimdi geriye dönüp baktığımda ayrıştırabiliyorum.

Kavala romanda da kendine bir yer bulmuş. Baskın olan taraf hangisi sizin yaşamınızda, babanızdan gelen Kavala mı, annenizden gelen Aydın mı?

Aslında her ikisi de baskın, ama yeniyetmeliğime kadar Aydın daha baskın. Çünkü 7 yaşına kadar orada yaşadım, bir köyde. 12-13 yaşında İzmir'de okumaya başlayınca İzmir baskın hale geldi.

Sizin yazarlarınız kimlerdi? Dönüp dönüp hangi kitapları okudunuz?

Herhalde Rıfat Ilgaz'ın Hababam Sınıfı'nı 50, Yaşar Kemal'in İnce Memed'ini 10 kere okumuşumdur. Yüz Yıllık Yalnızlık'ı dönüp dönüp başucu kitabı olarak okurum. Oğuz Atay'ı okuduğumu söylememe gerek yok. Kara Kitap'tan çok etkilenmiş, Calvino'nun Varolmayan Şövalyesi'ni okuduğumda çarpılmıştım...

Babanız kitabınızı okudu mu?

Okudu.

Nasıl buldu?

Kitaptan dolayı çok gurur duyduğunu biliyorum. Kimi yerlerde destansı yazmışsın falan dedi. Ama okuduktan sonra üç gün içti.

Kitabın kurgusu, gerilim taşıyor...

Biraz önce söylemeyi unuttum, polisiye-korku edebiyatını çok severdim, fırsat bulamadığım için artık okuyamıyorum.

Kurgudaki harekette bunun etkisi olabilir mi?

Olabilir, ne yalan söyleyeyim, Amerika'nın kendisini sevmiyorum, Hollywood'u da sevmiyorum ama –aslında sevmiyorum diyecek düzeyde de bilmiyorum– hoş bir aksiyon ya da bir komedi filmi izlediğimde çok hoşuma gidiyor. Ağır filmleri çok izleyemiyorum, çabuk bitsin istiyorum. Romanda belki onun etkisi vardır.
Okuyabileceğiniz diğer Murat Uyurkulak söyleşileri
▪ "Çeviride edebi ustalık"
Murat Uyurkulak, Milliyet Sanat, Aralık 2004
▪ "Ak sakallı bir dede ‘topla bu öyküleri’ dedi - Murat Uyurkulak"
Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Mayıs 2011
▪ "İyi edebiyat kuyruklu yıldız gibi"
Merve Apaydın, beğenmeyen okumasın, 19 Ocak 2015
▪ "Deliler, şairler ve devrim"
Nazan Özcan, Milliyet, 27 Ekim 2002
▪ "Öfkenin dışa vurumu 'Tol'"
Hikmet Erden, Müjde Arslan, Yeniden Özgür Gündem, 22 Mart 2003
▪ "İktidara ikna olamamak"
İrfan Aktan, Postexpress, Sayı 32, Aralık 2003
▪ "Etrafınıza bir bakın, sizce de kıyamet kopmuyor mu?"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 29 Ocak 2006
▪ "Bir kıyamet romanı..."
Orhan Güneşdoğmuş, Gündem, 19 Şubat 2006
▪ "Har'ı Seven Yalımına Katlanır"
Hamza Aktan, Bianet, 25 Şubat 2006
▪ "İlk romanım erkekti, ikincisi kadın ve eşcinsel"
Berrin Karakaş, Tempo, Mart 2006
▪ "Har’ın siyasi boyutu yok, çünkü baştan aşağı siyasi"
Erdem Öztop, Hürriyet Gösteri, Şubat-Mart, 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X