Murathan Mungan:
"Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000
Meskalin çok tanıdık geliyor kulağa... Sanki böyle bir ilaç varmış gibi. Ama yok!

Bunu kitaba ilişkin aldığım ilk övgü olarak kabul ediyorum. Hem çok tanıdık hem de kimsenin bilmediği bir ad olsun, tam da böyle bir duygu yaratsın istiyordum. Kitap, gözümüzün önünde olan, tanık olduğumuz, başımızdan geçen kimi zaman ad koymakta, kimi zaman çözümlemekte, dile getirmekte zorluk çektiğimiz şeylerin etrafında gezmeyi amaçlıyor. Kültür-sanat üzerine kafa yormuş, Dil Tarih Coğrafya'da tiyatro ve sinema okumuş birinin gözlemleri, düşünceleri ve edindiklerinden damıtılmaya çalışılmış, çeşitli tarihlere serpilmiş yazılar bunlar. Aldous Huxley'in sözettiği meskalinin yarattığı algı farkı ve meskalinin "kafa açıcı", "kafa yapıcı" olma özelliği bana bunu düşündürtmüştü.

Meskalin nedir?

Bir çeşit keyif verici. Burada bir dil oyunu var. Kitabın ağır yanlarını hafifletsin, bir denge tuttursun diye bu ismi düşündüm. Yazdıklarımın insanlarda "meskalin" gibi bir algı farkına yol açmasını da istiyorum. Aslında deneme ve fikir yazıları yazan her yazar bunu ister, başka insanlara kendi görme biçimi sonucunda gördüklerini gördürtmeye, düşündüklerini düşündürtmeye çalışır. Bu yazılar bir çağrışım sahası yaratmayı amaçlıyor. Ben okuru, elinden tutup hatta çoğu kez tanıdığını zannettiği bir yere götürüp, farkına varmadığı şeylerin farkına varmasını sağlıyorum. Benim gibi sigara dahi içmeyen birinin kitap ismi olarak böyle bir keyif vericinin adını kullanması, katmerli, eğlenceli bir oyun aslında.

Kitabın çok keyif verdiğini söyleyemem. İnsanı, kendini huzursuz edeceği yerlere götürüp orada yalnız bırakıyorsunuz...

Bunu Üç Aynalı Kırk Oda’dan beri açıkça söylüyorum, galiba hain bir yazarım. Benim gibi hain bir yazarın keyif vermesi de bu kadar olur.

Kitap bir ilaç adını çağrıştırıyor ama tedavi etmiyor.

Tedavi etmek değil de gelin bu sorunları beraber nasıl çözeriz diye konuşalım hissi yaratmak istiyorum. Otoritelere inanmıyorum. Okuduğum ve keyif aldığım yazarlar birebir bir şeyler söylüyorlar mı? Hayır. İyi düşünce yazılarının ve denemelerin okuru çağrışım alanına götürüp, hep beraber disiplinlerarası yardımlaşmayla onda yeni düşünceler üretmesi gerektiğini düşünüyorum.

Kültür-sanata ilişkin yaraların kabuklarını kaldırıp kanatıyorsunuz. Güner Ümit ile ilgili yazı sözgelimi... O günlerde yaşananlar hâlâ sürüyor...

İşte galiba bu beni rahatsız ediyor. Bu hafızasızlıkla mücadele eden bir yanım var. Yara kanatmaya gelince... Amerika'da, zengin bir yazar olsaydım, dört tane sekreter tutup, Süleyman Demirel'in genel başkan, başbakan ve cumhurbaşkanı olduğu dönemlerde, nikah şahitliğini yaptığı mafya babası, kaçakçı, hakkında soruşturma açılmış katil zanlısı insanların düğünlerinde çekilmiş fotoğraflarından bir aile albümü yapıp arkalarına metin yazmak isterdim. Bunu Süleyman Demirel'e özel bir husumet duyduğumdan düşünmüyorum. Burada Türkiye yönetim tarihiyle ilgili bir aile albümü var.

Ve belleksiz toplum olma durumumuz...

Türkiye'deki hafızasızlık önemli bir sorun olduğu gibi, sorun değişmiyor. Sen 7 sene boyunca aynı lafları etmek durumunda kalıyorsun. Türkiye'de bir insan kendini yeterince geliştirmiyorsa, dünyayı izlemiyorsa kendinden sıkılmaması için hiçbir neden yok. Çünkü üç aşağı beş yukarı 70'lerde, 80'lerde uğruna mücadele ettiğin şeyleri ufak tefek değişikliklerle gene savunmak durumunda kalıyorsun. Kitapta her seferinde nüansı çok önemseyen bir tasnif etme merakım var. Nüansları, tanımları önemsiyorum ama bütün bunlar sonuçta bir yaklaşım biçimi getirmek için. Çünkü deneme, okuruna bir yaklaşım biçimi önerir, her şeyi söylemez, çözmez.

Murathan Mungan yaklaşımı da önemli...

Her seferinde çok katmanlı, anlamlı okumaları açan, insan zihnini birkaç kanalda birden çalıştırmayı amaçlayan bir yazarlığım var. Dolayısıyla bu benim bakışımda var olan bir şey. Okura, unutmaya çalıştığı şeylerle ilgili olarak "Yok, o kadar da kolay değil, bunları hatırlamazsak ilerleyemeyiz." demek istiyorum. Zaman zaman da eğlendirmeye çalışıyorum. Bir de yazıları yazdığım dönemlerdeki zamanın tonu çok önemli. Kendime, uğradığım haksızlıklardan bir tarih yapmaya çalışmıyorum. Ama benim şair, yazar, bir düşünce insanı olarak ortaya çıktığım dönemde insanlara yaşatılan şeylerden pay almış olduğumu unutmamak gerekiyor. Yani 70'li yıllarda tartışmak, söylemek istediğim şeylerle o zamanki kültürel atmosfer arasındaki çelişki insanda kolaylıkla üstünden atlayacağı izler bırakmıyor.

Bütün onları yaşamak bir şeyin bedeliyse, bugün kitapta yazdıklarınızı okumak da ödediğiniz o bedeli okur olarak paylaşmak bir anlamda...

Hiçbir yük tekbaşına kaldırılmıyor.

"Bu yazılar okuru yeni tartışmalara kışkırtmayı başarırsa, o zaman kitabın ‘Bir Kutu Daha’ isimli devamı gelecek," diyorsunuz. Amaç biraz da yeni tartışmalara kapı açmak yani...

Samimi olarak söylüyorum, ben düşündüklerimin ve hissettiklerimin çok azını dile getiriyorum. Bir kültür adamı olmak, her konuda her dakika söz almanızı, fikir üretmenizi gerektirmez. Ama işbölümünün zenginliğine yol açacak bir kültürel yapımız yok. Kültürel dünyada muhataplar eşit değil. Yani her tür eleştiriyi tartışmak gerekmiyor. Kimisi zaten eskimiş fikirlerin, yargıların, beğenilerin üstüne inşa edilmiş. Benim amaçladığım, istediğim ve özlediğim şey çağdaş dünyanın düzeyine oturtturulabilmiş bir tartışma, metin çözüm, eleştiri, disiplenlerarası ilişki.

Peki muhataplar eşit değilse nasıl olacak bütün bunlar?

İşte bu da çok zor. Kültür tarihi birkaç kişinin dolduramayacağı kadar çok boşlukla dolu. Göçük aslında, boşluk da değil. 60'lardan bu yana Türk kültür tarihinde, yanlış öğrenmelerin, uygulamaların yarattığı çok büyük bir tahribat var. O tahribatı birkaç kişinin kitapları dolduramaz.

Amaç tartıştırmak zaten...

Amaç ufuk açmak, çeşitlilik getirmek. Çünkü Türk Edebiyatı'nda, adı eleştirmen olsun edebiyat tarihçisi olsun, bir sürü kültür adamımızın aslında gözünde ve gönlünde Milli Güvenlik Konseyi üyesi olmak yatıyor. Tutumlarında, üsluplarında, iktidarla kurdukları simgesel ilişkide böyle bir şey görüyorsunuz. Tabii bunun dışında da örnekler var. Sadece bir kötülükler tarihinden sözetmiyorum.

Bu kitapta kültür-sanat gündemine en az bir yıl yetecek kadar tartışma konusu var. Bunların görüleceğine inanıyor musunuz?

Hayır inanmıyorum. Yayımlandıkları yıllarda da öyle tartışmalar olmadı...

Ama bu kez altmışı biraraya gelmiş durumda.

Ben hiçbir zaman benden önceki kuşaklarla hesaplaşmaya girişmedim. Kendi takvimimi izlerken hep benden sonraki kuşakların takvimine baktım. Öğrenmek, bizim öğrenmeye ne kadar açık olduğumuzla ilgili bir şey. Eskiden "Bir gün o da anlayacak, başına geldiğinde anlayacak, yaşı geldiğinde anlayacak, tecrübesi yettiğinde anlayacak..." derdim, şimdi demiyorum. Aslında bazı insanların hiçbir zaman öyle bir günü olmuyor. Çünkü ona aday olmuyorlar.

Kültür-sanat dünyasındaki "adaylık" durumu?

Genel olarak böyle bir adaylık görmüyorum. Ama benim de derdim daha çok genç kuşakla zaten. Beni yirmi senedir var eden şey, her zaman kendi kuşağımın öncüleriyle benden sonraki kuşak olmuştur.

Yani okurunuz tartışacak bu kitabı...

Evet. Bu benim yazılarımı topladığım ilk kitabım. Arkasını fazla bekletmeden seri biçimde getirmeyi düşünüyorum. Benim istediğim farklı disiplinlerin bilgilerinden yararlanmak. Yazdıklarımın bir kısmında psikolojik bazlı yaklaşımlar var. Beni her zaman "gerçeklik" ilgilendiriyor ve bu gerçekliği okurumla paylaşmak...

Biz aslında "Şairin Romanı" adıyla çıkacağını söylediğiniz ilk romanınızı bekliyorduk...

Nasıl güzel ve nasıl ağır gidiyor. Ürpererek yazıyorum. Gerçekten!

Meskalin 60 Draje’nin öne alınması neden?

Çünkü zamanı geldi. Ontolojik olarak, sanat yapan, yazı yazan insanların çektiği evrensel sancıyı çekiyorsun her biçimde. Bir de bu toplumun sorunlarının sende yarattığı sancı var. Kirli bir yüzyıla girdik. Kapitalizmin tekelci aşamasının en kanlı zamanını yaşıyoruz. Kötülük toplumundayız. Kötülüğe prim veren, kendi yaptığı sanatı da biraz kötü, biraz bütün değerleri yıkarak yapan, yapmaya mütemayil özellikle genç kuşak insanlarda gördüğüm eğilimler var. Bunlar bence kapitalizme karşı çıkarken, aynı zamanda kapitalizmin bir kötülük figürü unsurunu giyinmeyi matah bir şey sanıyorlar.

Sizin tavrınız?

Benim o konudaki tavrım çok net. Ben hâlâ bu konuda doğunun dervişliğine adayım. Kalbin eğitimi, ruhun tekamülü beni ilgilendiriyor. Ben sanattan heyecanlanıyorum. Kötülük ilk ve kolay kapı... Dolayısıyla öfke biriktirmek istemiyorum. Benim için öfkenin kalitesi, grameri çok önemli. Tek başına öfke nedir ki? Bu bütün duygularımız için geçerli. Bunun dışında kendi maceramı katederken uğradığım haksızlıklar ya da haksızlık olduğunu düşündüğüm şeyler, içimi acıtabilir, kalbimi kirletebilirdi. Ama ben kendi adıma böyle bir şeyi seçmedim. Ben iyiyken, barışıkken kendimi seviyorum, içim güzelken kendime daha iyi yerleşiyorum. Dolayısıyla gerçekliği çok fazla görmek insanı çok umutsuz kılabilir. Umutsuzluk insanı çabuk kötü eden bir şeydir. Ben umudun da umutsuzluğun da mutluluğun ve mutsuzluğun da aşıldığı bir noktadan dünyaya bakmaya çalışıyorum. Şimdiki zaman ile gelecek, geçmişin tortusuyla şimdi yaşadıklarınız arasında hep doğru denklemler kurmak durumundasınız. İşte ben, "Sanat bana bunu yapma şansı versin"i seçtim.

Bu noktada sanat nasıl bir açılım sağlıyor?

Benim de kızgınlıklarım, öfkelerim var fakat bütün bunlar kalbimi islendirmesin, acılaşmayayım istedim. Açıkçası elbette çalışıyorum, verimliyim, doygunum ama şunu unutmamak lazım, edebiyat size kendi alanıyla ilgili doyum verir. Edebiyatın ya da sanatın doygunluğu, alttaki başka doyumsuzlukları gideren bir araç değildir. Elbette zaman zaman hayatta sürçtüğümüz yerlerde, yaşadığımız sorunları buraya taşırız. Ama ontolojik olarak onu buna tercüme etmeyiz. Onun acısını burada çıkartamayız.

Bir yazıda "Sanat yeniden ruh çağıracaksa eğer sanırım bu şamanların ruhu olacaktır," diyorsunuz...

Son yıllarda batıda her şey çok teknikleşti. Yani yazarlığın öğretilebilir yanları öne çıkmaya başladı. Elbette öğretilebilir yanları var. Ama henüz bizi tam olarak sanatçı yapan şeyin ne olduğunun deşifre edildiği bir çağda değiliz. İnsanlar sezgilerini, içgüdülerini, bilinçlerini, bilinçaltlarını, henüz serbestçe yaşayamıyorlar. Oysa şamanlar bizim ruhani yanımızın çağırdığı şeylere daha tekabül ediyor. Ben kendi yazarlığımda özellikle şairliğimde, şaman ruhuna yakın bir yan buluyorum. Ve bunun unutulmuş olmasının bazı insanları, sanatçıları kuruttuğunu görüyorum.

Ne aldı sanatta şaman ruhunun yerini?

Teknisyenlik, yeniden üretilebilirlik, formulasyon yazarlığı, günün trendlerinden modern hatta postmodern olduğu sanısı yaratılabilecek imalat duygular, yaklaşımlar... Elbette bu bir denge meselesi. Tekniğin hiç önemi yok demiyorum ama bizi sanatçı yapan ruhumuzun karanlık yanlarının kaybedildiğini görüyorum.

Nerede kaybettik bunu?

Akılcılığı kendi kaynaklarımızı fazla kurutan bir şey haline getirdiğimiz yerde... Sanatın esrarla çok ilişkisi vardır. Siz dünyanın hepsini çözdüğünüzü zannederseniz, sanat yapamazsınız. Sanat dünyanın çözülmemiş yerlerini halletmeye çalıştığınız bir alandır.

Yazıların kimi sanki bir hafta önce yazılmış gibi. Ciddi bir yazar öngörüsü var. Bir yazıda "estetiği etikle dengelemeyenler"den sözetmişsiniz. 32 Büst olayını nasıl değerlendirdiniz?

Bazı sanatçıların bazı insanlarda kredileri vardır. Bu proje bana masa başında anlatıldığı zaman, kendimi anlamak zorunda bile hissetmedim. Bülent Erkmen çok beğendiğim, saygı duyduğum bir sanatçıdır ve bende belli bir kredisi var. Bana çırılçıplak soyun dese, çırılçıplak soyunurdum. Anlamam gerekmezdi. Çünkü Bülent'in bir bildiği var derdim. Sonra başka süreçler oluştu. Bu konuda aklıbaşında insanlar gereken şeyleri söylediler. Benim altını çizmek istediğim bir şey var: Kadınlar ve erkeklerin pozisyonu aynı değildi, kadınlar daha çok zarar gördü. 32 Büst'ün kadınlarına böyle bir şeyi kestirebilsinler ya da kestiremesinler, bunu yapmış oldukları için ayrı bir sevgim oluştu.

Bu tip durumlarda ve size yöneltilen eleştirilerde açıklama yapmayı tercih etmiyorsunuz...

Ben bugüne kadar bana yöneltilen hiçbir eleştiriye, saldırıya, hakarete, belden aşağı vurma çabalarına cevap vermedim. Bu öncelikle kibrimden kaynaklanıyor. İkincisi de bazı eleştirilere cevap vermek insanı otuz sene geriye götürür diye düşünüyorum. Benimle girdikleri herhangi bir tartışmayı basamak yaparak, kendilerine macera kurmaya çalışan insanlarla sönmüş şöhretlerini beni konu alan polemiklerle yeniden parlatmaya çalışanların bu küçük reklamcılık numaralarına izin vermem.

Peki genel olarak eleştiri?

Kitapta da söylediğim gibi eleştirenin geldiği yer, kalitesi, içeriği, kullandığı kuramsal araçlar, beni bunlar ilgilendiriyor. Benim de her sanatçı kadar eleştirilmeye, anlaşılmaya ihtiyacım var. Beni yanlış anlayıp seveceklerine, doğru anlayıp sevmesinler. Derdim sevilmek değil. Zaten özel hayatımda yeterince seviliyorum. Sanat daha çok bizim anlaşılmak uğruna yaptığımız bir şeydir.

Kitapta kültür ve düşünce dünyamız için "Sığ, kısır , yavan, basmakalıp" sıfatlarını kullanmışsınız. Durum bu kadar vahim mi?

Bence durum vahim. Ama tek tek örnekler düzeyinde parlak şairlerimiz, yazarlarımız, yayıncılarımız var. Ciddi bir gelişme sözkonusu. Aslına bakarsanız dinamiklerini çağın dinamiklerine oturtabildiği takdirde Türkiye'de kültür ve sanat dünyasının şanslı bir konumda olduğunu söyleyebilirim.

Kültür-sanat gazeteciliği?

Kültür-sanat gazeteciliğinin önünde çok ciddi bir malzeme var Türkiye'de. Fakat yeterince şeytan yok. İnsana yatırım yapmakla ilgili bir şey bu. Daha düne kadar bana gelen bazı gazeteciler kaç kitap yazdınız, eserlerinizin adları nedir diye sorardı. Bu anlattığım da millattan önce değil. Arkasında emek birikim, çözümcüllük olan taze tartışmalar, yeni bakışaçıları, farklı yaklaşımlar gerekiyor.

Meskalin'in yan etkileri olacak mı?

Bu ülke yıllardır acı ilaç reçeteleriyle yönetildi. Bütün ilaçlar acıdır ama tıp sanatçıları onu şekere bulamayı becermişlerdir. Eğer şekere bulamayı becerdiğimi söylerlerse kendimi huzurlu hissedeceğim, bir tat bıraktıysa, görme berraklığı sağladıysa... Bazıları bundan zehirlenmeyecek kadar içlerinde zehir biriktirmişlerdir, onlara bir şey olmaz. Ama zaten benim derdim, hesabı olmayan okurlarla, anlamaya, öğrenmeye tartışmaya merakları olan insanlarla. Ayrıca kitabın son cümlesinde de "Kendini çok denemiş birinin denemeleriydi bunlar" diyorum. Hayat deneyerek öğreniliyor!
Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Amok koşucusu"
Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008
▪ "Edebî Maratoncu"
Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007
▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm"
Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008
▪ "Kadından Kentler"
, Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008
▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım"
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008
▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar"
Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008
▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim"
Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008
▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak"
Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008
▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım"
Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008
▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın"
Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008
▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007
▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!"
Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023
▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl"
Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014
▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı"
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014
▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken"
Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016
▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım"
Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017
▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim"
Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017
▪ "Merakı Bulaştırmak"
Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022
▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?"
Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001
▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor"
Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002
▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı"
Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002
▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız"
Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002
▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı"
Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004
▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir"
Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005
▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil"
Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005
▪ "Klonlanmak istiyorum"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005
▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar
▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006
▪ "Melodram her an hayatımızın içinde"
Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007
▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli"
Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007
▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık"
Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007
▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım"
Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007
▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011
▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı"
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014
▪ "Bu toprakların asli meseleleri"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X