Murat Uyurkulak:
"Har’ın siyasi boyutu yok, çünkü baştan aşağı siyasi"
Erdem Öztop, Hürriyet Gösteri, Şubat-Mart, 2006
Siz ‘Tol’da Şair’le Yusuf’u şu soru eşliğinde konuşturuyordunuz, ben de Şair’den sözü alayım istiyorum; “Fareler treni ne zaman terk eder?” Bu soru ortaya atılmıştır, arzu ettiğiniz şekilde yorumlayıp yanıtlayabilirsiniz!..

Fareler gemiyi (treni) hayatları tehlikede olduğu vakit, yani batarken terk eder. Ve terk ederlerken birbirlerini ezip öldürmezler, efendi efendi, doğal bir nizam içinde kurtulmaya gayret ederler. İnsanlar ise her an terk edebilir gemiyi, yeter ki ufacık bir tehlike baş göstersin. Üstelik izdiham halinde, birbirlerinin gözünü oya oya...

Metinler üzerinden konuşmaya başlamadan önce, ben birkaç detay soru soracağım. Mesela ilk romanınız ‘Tol’un yazar biyografisinde, “garsonluk, karanlık odacılık (bu mesleği bilmiyorum, satırarasında açıklayabilir misiniz?), çevirmenlik, gazetecilik ve yayıncılık işlerinde çalıştı.” denirken yeni roman ‘Har’da bu detay yok oluyor, neden?

Bu teknik bir mesele... Ben kitabın başındaki hayat hikâyesinin, ‘1972 doğumlu’ kelimelerinden ibaret olmasını isterdim. Ama hiç olmazsa iki-üç satır olmalı dediler, bunun üzerine o ifadeleri koydum. Har’da çıkardım, zira artık ‘İlk romanı Tol 2002’de yayınlandı’ şeklinde artı bir cümlem vardı...

Peki o kadar mesleği icra ettikten sonra, şu zamanda ne işle iştigalsiniz?

Çevirmenim.

Aydın doğumlu, İzmirli ve İstanbul-Diyarbakır arasında yaşam süren birisi için yolculukların sizde ayrı bir yeri vardır herhalde? Ne ifade eder? Tol trende geçtiğine göre...? Yolculuk ve yazı birbirini bütünleyen ögeler midir?

İzmir-Aydın-İstanbul-Diyarbakır arasında yaşıyorum, fakat bu çok fazla yolculuk yaptığım anlamına gelmiyor. Genelde uzun süre kalıyorum gittiğim şehirlerde. Sözgelimi İstanbul’a gittiğimde iki-üç ay yerimden kıpırdamıyorum, vapura binip Kadıköy’e bile gitmiyorum. Diyarbakır’a geldiğimde yine iki-üç aylık bir sabitlik hasıl oluyor. ‘Mobil inziva’ diyorum ben buna...

İlk romanınız Tol, 2002 güzünde yayımlandı. Şu soru kalıplaşmaya başladı giderek ama bence önem teşkil ediyor, niye roman?

Şiir yazmayı beceremediğim için.

Ya da şöyle bağlayayım konuya girmek adına, niye ‘bir intikam romanı’?

Şiirle intikam alabilecek kadar başarılı bir şair olamadığım için.

Geçen dönemde Tol, sahneye de uyarlandı! Yazarken ya da roman bittikten sonra, “bu roman güzel bir tiyatro oyunu olur” kabilinden bir düşünce güttünüz mü mesela?

Hayır, hiç düşünmedim. Tümüyle Mahir Günşıray’ın teveccühü. Tol’u okumuş, sevmiş, sahneye uyarlamak istemiş.

Sizce nasıl oldu? Romanla uyuştu mu? Uyarlamada herhangi bir müdahaleniz oldu mu?

Bence çok başarılı olmuş. Tiyatrodan hiç anlamam, ama oyunu çok sevdim. Tol’u yazarken hissettiklerimi bir kez daha yaşattı bana, daha ne isteyeyim. Üstelik Tol’un daha iyi anlaşılmasında müspet bir katkısı olduğunu da düşünüyorum. Son derece iyi bir uyarlama bence. Herhangi bir müdahelem olmadı. Zaten Mahir Günşıray’a ‘istediğinizi yapın, isterseniz bir cümle kullanın,’ demiştim. Ama elinden geldiğince metne sadık kalarak uyarlamış Günşıray. Sadece oyunun ilk gösterimlerinden sonra birkaç küçük önerim oldu, sağolsunlar, ciddiye aldılar ve o yönde değişiklikler yaptılar.

Gelelim yeni romanınız Har’a İsimler ve kapaklar üzerinden başlayan ilginçlikler metne de yansıyor! Farklı olmayı istiyorsunuz mu diyelim ya da olağandan farklı bir şeyler yaratma gayesi olarak mı nitelendirelim bu durumu?

Ben Har’da ‘farklılaşma’ gayesi güden bir üslup olduğunu sanmıyorum. İsimlere ve bazı kavramlara dair şifreleri çözüp gerçek isimleri ve kavramları yerli yerine koyduğunuzda, tamamen bu toprakların, bu dünyanın hikâyesiyle, bize-insanlığa ait bir metinle karşılaşacağınızı sanıyorum. ‘Olağandan farklı’ bir şey yaratmanın ‘amaçlanabilir’ veya ‘önceden planlanabilir’ bir şey olduğunu da düşünmüyorum. Alengirli meseleleri samimiyetle anlatmak isterseniz ve çok çalışmayı, işin kolayına kaçmamayı göze alırsanız, o farklılık kendi kendini üretiyor zaten. Ülkeye, dünyaya, insanlara ve kendime baktım ve oturup yazmaya çalıştım. Sizin ‘ilginçlik’ dediğiniz mevzuları kâğıda dökerken, ilginç olduklarının hiç de farkında değildim. Gönlümdekini anlattım, becerip beceremediğimi bilmiyorum.

Bu yeni romanınızda ilk dikkatimi çeken, hiç kuşkusuz, özünde bildiğimiz durumları, farklı benzetme öğeleriyle okura sunmanız oldu. Bunu mizahla, önüne bir de sıfat katarak, ‘kara mizah’la adlandırabilir miyiz?

Klasik bir yanıt vereyim: Ben, ne okumak istiyorsam onu yazıyorum. Siz buna ‘kara mizah’ diyorsanız, o zaman sanırım ben de ‘kara mizah’ okumaktan hoşlanıyorum.

Neden böyle bir teknik denediniz?

Herhangi bir teknik denemedim. Eğer bir teknik söz konusuysa, ben o tekniğin adını bilmiyorum. Belki eleştirmenler onun ne olduğunu tespit edip bize söylerler.

Her bölüm başına, farklı illere/bölgelere ait yöresel ağıtlardan bir parça koymuşsunuz. Ağıt’ın bu romana tematiksel bir bütünlük mü kattığını düşünüyorsunuz?

O ağıt alıntıları gerçek değil, onları ben yazdım. Her bölümün başlığıyla, ‘ağıt-epigraflar’ ve ait oldukları şehirler, bir bütünlük, bir anlam teşkil ediyor. Okuyanların çoğu anlamını çözecektir, ben şimdi ne olduğunu söylemek istemem, zira okuma sürecine müdahale etmiş olurum. Şu kadarını söyleyeyim: Evet, kitapla tematik bağları var o ağıtların.

Romandaki ülkenin adı Netamiye; öyle ki, ulu bir ejderhanın mide fesadından doğan... Az önce kara mizah dedik, peki fantastik boyuttan ne kadar söz edebiliriz?

Bence Har’da fantastik boyut yok. Netamiye denen ülke ve Yeryuvar denen gezegen acıları, baskıları, haksızlıkları, takıntılarıyla yeterince fantastik. Ben olsa olsa o ağrılı fantazyayı Har’da bir tür hakikate dönüştürmeye çalışmış olabilirim. 12 yaşındaki çocukların on üç kurşunla öldürülüp ‘terörist’ damgası vurulduğu, ömür boyu bir kilo soğanı bile rüşvettir diye evine sokmamış memurların meydanlarda coplanıp katillerin ve hırsızların kahraman sayıldığı bir ülkede, en az bunlar kadar acayip mevzuların yaşandığı bir dünyada, ben fantazya yaratmak hususunda yaya kalırım.

Netamiye’nin üzerinden her daim ekşi kokulu dumanlar eksik olmaz diyorsunuz...

Evet, olmaz... Devlet dairelerinin, okullardaki sınıfların, kışlalardaki ranzaların, hastane koğuşlarının, hapishane hücrelerinin nasıl koktuğunu biraz olsun biliyor veya hatırlıyorsanız, ne demek istediğimi anlarsınız. Sadece Netamiye’nin değil, bütün dünyanın üzerinden ekşi kokulu dumanlar yükseliyor... Ya bir eşitlik, özgürlük ve kardeşlik dünyası yaratacağız, ya da cümleten yok olacağız...

Romanın temel unsurlarından biri de bana kalırsa, askerlik makamını eleştirmeniz. Numune’nin Onüçle askerden kaçma planları, bunun için eşcinsel olmaya bile yeltenmeleri...

Sorunuzdaki ‘bile’ ve ‘yeltenmek’ vurgularından hoşlandığımı söyleyemem. O ‘alengirli’ vurguların içerdiği ‘menfi yargı’yı, eşcinselliği çürük raporunun en ciddi gerekçelerinden biri sayan militarizmde aramak lazım gelir.
       Öte yandan benim eleştirdiğim, askerlik, savaş ve militarizmin bütünü, yani sadece bu ülkede değil, bütün dünyadaki tezahürleri, ki Har’da bunu bir ‘errrrkeklik’ ve ‘erkekliğin kırılması’ halinde bulabilirsiniz.
       Gölgesi, hayatlarımızın her alanında üzerimize düşmüş ve düşmekte olan bir militarizm bu... Milyonlarca insanı dayanılmaz acılara sevk eden savaşların demokratik ve insanca açılımlarla çözüme ulaştırılması ihtimalini ortadan kaldıran bir militarizm... Düşündükçe çıldırası geliyor insanın: Dünyanın esmer ve yoksul çoğunluğuna medeniyet nutukları atan demokrasi havarileri, şu an Bağdat’ı, Kabil’i postallarıyla çiğniyor. Vicdani tercihleri gereği savaşmayı reddeden bir avuç insan zindanlarda çürütülüyor, sonra da ‘Her Netam asker doğar’ nidalarıyla rap rap yürünüyor... Vicdani redde bu kadar sert tepki verilmesi karşısında, şunu sormadan edemiyor insan: Acaba ‘her Netam asker doğmuyor mu’ veya vicdani retçilerin izinden gitmeye hazır çok Netam var da bundan mı korkuluyor?

Siyasi boyut ne kadar romanda? Farklı benzetmelerle de anlatılsa, her okuyan almak istediğini alacak bence romandan, ne dersiniz?

Har’ın tamamı siyasi, o yüzden siyasi boyutu yok. Başka bir deyişle, Har ‘roman’ olmaya çalışan bir metin, o yüzden de siyasi boyutu yok, çünkü baştan aşağı siyasi.

Bundan sonra Murat Uyurkulak nasıl bir güzergahın yolcusu olacak?

Bilmiyorum. Kafamda bir şeyler dönüp dolaşıyor, ama oturup yazabilir miyim bilmiyorum. Hayırlısı olsun diyorum...
Okuyabileceğiniz diğer Murat Uyurkulak söyleşileri
▪ "Çeviride edebi ustalık"
Murat Uyurkulak, Milliyet Sanat, Aralık 2004
▪ "Ak sakallı bir dede ‘topla bu öyküleri’ dedi - Murat Uyurkulak"
Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Mayıs 2011
▪ "İyi edebiyat kuyruklu yıldız gibi"
Merve Apaydın, beğenmeyen okumasın, 19 Ocak 2015
▪ "Deliler, şairler ve devrim"
Nazan Özcan, Milliyet, 27 Ekim 2002
▪ "Tol: İlk intikam alındı..."
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 5 Ocak 2003
▪ "Öfkenin dışa vurumu 'Tol'"
Hikmet Erden, Müjde Arslan, Yeniden Özgür Gündem, 22 Mart 2003
▪ "İktidara ikna olamamak"
İrfan Aktan, Postexpress, Sayı 32, Aralık 2003
▪ "Etrafınıza bir bakın, sizce de kıyamet kopmuyor mu?"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 29 Ocak 2006
▪ "Bir kıyamet romanı..."
Orhan Güneşdoğmuş, Gündem, 19 Şubat 2006
▪ "Har'ı Seven Yalımına Katlanır"
Hamza Aktan, Bianet, 25 Şubat 2006
▪ "İlk romanım erkekti, ikincisi kadın ve eşcinsel"
Berrin Karakaş, Tempo, Mart 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X