Fatih Özgüven:
"F.Ö.'den Hayalet Hikayeleri"
Gülenay Börekçi, Akşam Kitap Eki, 20 Eylül 2007
Fatih Özgüven:
“F.Ö.’den hayalet hikâyeleri”
Söyleşi: Gülenay Börekçi, Akşam Kitap Eki, 20 Eylül 2007


Fatih Özgüven ikinci hikâye kitabı Hiç Niyetim Yoktu ile okur karşısında. Kitapta yer alanlara ‘Avrupa’daki Türkiye’nin ya da Buradaki Avrupa’nın hikâyeleri’ de denebilir. Ortak özellikleri hepsinin ‘alacakaranlık kuşağında’ geçmesi ve karakterlerin hayattaki esas meselesinin tercüme olması...
       Şahane tercümeleriyle tanıyordum Fatih Özgüven’i. Yıllar önce bir gece ilk cümlesinden son cümlesine ara vermeden okuduğum Lolita mesela benim için artık sadece Nabokov’un değil Fatih Özgüven’in de kitabı... Saki ve Karen Blixen gibi bazı çok sevdiğim yazarları da ilk o çevirince tanımıştım, o yüzden ‘kendi’ kitabı olmasa da kitapçı raflarını karıştırırken aradığım isimdi. Bir de tabii, yazıları vardı. F.Ö. ‘kötü film seyretme estetiği’ günlerinden beri heyecanla takip ettiğim bir isimdi. Bir film hakkında yazmışsa şayet, o filmin adı bile geçtiğinde F.Ö. gelirdi aklıma muhakkak. Kimin oynadığını unutabilirdim ama Özgüven’in o filme ilişkin parlak, keskin, ‘özgüvenli’, kışkırtıcı; zevkinden dolayı özür dilemeyen; okuyanın dünyasını genişleten, Amerikalıların şu ünlü deyişini biraz değiştirirsem ‘filmden de fazla’ cümlelerini unutmazdım.
       Sonra üç kitabı çıktı. Romanı Esrarengiz Bay Kartaloğlu, denemeleri Yerüstünden Notlar ve ‘Endişe Hikâyeleri’ altbaşlığını taşıyan Bir Şey Oldu… Hikâyelerin kendileri gibi bu ad da ‘yanıltıcı bir sakinlik’ taşıyordu; hayatta hemen her türlü önemli önemsiz hal için kullandığımız o kendi halinde cümle bir kitabın adı haline geldiğinde son derece tavırlı hatta cüretkar olabiliyordu. İçeride bizi hepimizin hayatında bir biçimde yer almış mekanlarla durumları kullanan ve tabii hiç de sakin olmayan hikâyeler bekliyordu: Hafifçe zehirli, anlaşılır miktarda kederli ve mizah duygusundan kesinlikle yoksun değil. Kapağında ışık huzmeleri ve gölgeler arasında aceleyle koşuşturan bir tavşan silüeti olan kitaba adını veren son hikaye ise uzun zamandır okuduğum en güzel şeydi. İnsanın hayatta karşılaşabileceği herkesin ve her var oluş halinin ‘Alice kitaplarında’ mutlaka bir karşılığı olduğuna dair inancımdan dolayı belki de, bana Alice’i hatırlatan Ayşe’nin Harikalar Diyarı’ndaki Cheshire Kedisi’ni andıran bir hayaletle –veya kim bilir neyle– karşılaştığı ‘Bir Şey Oldu’nun son cümlesi beni boğazımda bir yumruyla, kıpırtısız öylece bırakıvermişti.
       Şimdi F.Ö.’nün ikinci hikâye kitabı Hiç Niyetim Yoktu çıktı. Altbaşlık bu kez ‘Avrupa Hikâyeleri’. Kapakta yine ışık huzmeleri ve gölgeler arasında zemine saçılmış patlamış mısırlar var. Popcorn, yani pop. Kitap da zaten popüler kültürün filmleri, şarkıları, resimleri, kitaplarına temas ediyor bolca. Ve tabii kişilerine... Başlarından geçenleri kısmen edebiyat dünyası sakinlerinin, tam olaraksa sadece gagası kırık griffonların bildiği ‘kült’ler de var içinde, Ajda Pekkan gibi kriptik ya da düpedüz manasız şarkı sözlerine rağmen –veya biraz da o yüzden– pop ikonu olanlar da… Ortak nokta ‘alacakaranlık kuşağı’nda geçmeleri. ‘Varlıklarını buradaki Avrupa’da ve oradaki Türkiye’de sürdüren hayaletlere dair hikayeler’ de denebilir onlara. Karakterlerin temel meselesi tercüme. Sadece kelimelerin değil; alışkanlıkların, seslerin, görüntülerin, belirsizliklerin, tedirginliklerin, unutulan yüzlerin, sevişirken kullanılan beden dilinin, pop şarkılarının, sokaklarda yankılanan reklam jingle’larının, dükkan vitrinlerini dolaşanların zihinlerinden geçenlerin, garson kızların huzursuz ruhları teskin eden tebessümlerinin, aşinalık duygusunun, eski moda parfümlerin, çıt çıtlı çantaların tercümesi… Tercüme, sanırım, F.Ö.’nün bırakabileceği bir alışkanlık değil. Hiçbirimizin değil. Tek fark, onun bunu biliyor olması.

Yazılarınızdaki ‘özgüven’in aksine karakterlerinizde ya temkinlilik ya da gerginlik var. Kendilerinden emin oldukları durumlarda da bunu yerle bir edecek bir şey oluyor muhakkak. Yazılarla hikayeler birbirinden başka, ‘öteki’ adresler mi?
Elbette öyleler. Her zaman aynı sesi çıkaracak olduktan sonra yeni bir türde yazmanın ne anlamı var? Denemeler benim dış sesim daha çok, hikâyelerse içlerine zaman zaman dış sesim karışsa da daha çok içten içe ilerleyen sesim.

Kimi zaman alaycı, kimi zaman ‘Ailede Avrupa’daki gibi merhametlisiniz; ‘Gizli Nağme’ gibilerdeyse ikisi birden… Ötekilere göre daha çok sevdiğiniz karakterleriniz var mı?
‘Bir Şey Oldu’da bahçesini sulayan kız, ‘Ailede Avrupa’daki yaşlı teyze, ‘Doğum’da karnındaki bebeğin kıpırdamadığını düşünüp panikleyen genç kadın, ‘Mitfahren’de bir ‘profesyonel’ olarak her şeyin kontrolü altında olduğunu sanan Hakan, ‘Akıllı Şey’de kendini anlatmaya çalışan çocuk, Paris’te bir apartmanda yasayan Hüseyin en sevdiğim karakterler…

Popüler kültür sizin tarafınızdan keşfedilmeyi bekleyen bir harikalar odası mı, yoksa içindeki ‘harikalar’, insana musallat olup nefes aldırmayan hayaletler mi aslında? Örneğin nüfuz edilemez varlığıyla Ajda Pekkan’ın olduğu ‘Regal Dönemi’, bir çeşit ‘hayalet hikâyesi’. Ve kitaptaki tek hayalet hikayesi de o değil.
Popüler kültürün böyle bir tarafı var tabii. Üstümüze üstümüze gelen ve amansızca biriken bir sürü ses, görüntü, renk. Zaman içinde, her ne kadar ehlileştirmeye çalışsak da bunlardan inanılmaz kalabalık hayal ve hayalet orduları oluşuyor. Gündelik hayatımıza en çok eşlik eden şeyler de bunlar belki. Kaçınılmaz bir leitmotif.

Sizin hayaletlerle ilişkiniz nasıl?
Korkarım, ama severim de onları. Her şeyden evvel hüzünlü ve edebi bulurum.

Karakterlerinizin temel meselesi tercüme. Sevişirken kullanılan beden dilinin de tercüme gerektirebildiği durumlar var. Tercüme hazzı kolaylaştırır mı, azaltır mı? Gramere hâkim olamamak nelere sebep olur? Bir de edebiyatta ya da hayatta, tercümesi imkansız şeyler var mıdır?
Tercüme ile ilgili tespitiniz çok doğru. Hayat, belki de benim gibi yazarlar ve okurlar, yani okur-yazarlar için, hep tercüme etmektir. Bu anlamda tercüme, hazzı hem artırır hem azaltır, çünkü anlaşılırlığı çoğaltır ama sırrı azaltır. İkinci sorunuza cevap, gramere hiçbir zaman mutlak olarak hâkim olunamaz. Üçüncü soruya cevaben ise şöyle diyebilirim, tercümesi imkânsız şeyler tabii vardır, onlarla edebiyat ilgilenir.

“Edebiyat çok büyük konuları kapsayacak kadar güçlü bir şey değil” diyorsunuz. “Her güzel edebiyat parçası bana müzik hatırlatır” da demişsiniz. Hikayelerinizde sesleri kullanıyorsunuz. Çıt diye açılıp çıt diye kapanan bir çanta örneğin, benim zihnimde bir stil, bir dönem, bir karakter oluşturuyor hemen. Müzik ve ses dilin yapamadığı neleri yapabilir?
‘Büyük konular’ bugün fazlasıyla kitle iletişim araçlarının alanına dahil oldular, o konularda karşı ya da farklı bir şey söylemek de gerekirse şarkılar, filmler bu işe yarayabiliyor. Edebiyatsa, bence, iste o ‘çıt’ sesi gibi; hâlâ bütün bir anlatılamayanı, anlatılamazı anlatabilir.

Noel Coward’ın “Ucuz şarkılar bazen ne kadar tesirlidir” sözünü hatırlatan ‘Akşamüstü Oldu mu?’ adlı hikâyenin fonunda Baha şarkıları var. Neden?
O cümle daha cok ‘Amapola’ hikayesi icin geçerli olabilir –snobluğu hariç. Baha’yı ve televizyonda yaptığı o hareketi samimiyetle sevmiştim. Şarkılarını da tabii, ama öncelikle o. Bunun etrafında bir hikâye kurulabilir. Benim hikâyeden anladığım biraz böyle bir şey.

Son hikâyede yine Cheshire Cat’e gönderme yapıyorsunuz… Alice kitapları okur için şüphesiz çok çekici ama onları yazarlar için de bu kadar çekici kılan şey ne?
‘Hiç Niyetim Yoktu’, Alice’in tavşanıyla başlıyor, Cheshire kedisiyle bitiyor. ‘Alice’, her yazarın el kitabı olmalıdır. Onda yazarlığın her türlü harikası mevcuttur.

‘Gizli Nağme’ adlı hikâyenizi ‘Ömer Seyfettin Bey’e’ ithaf etmişsiniz. Büyümenin Türkçe Tarihi adlı derlemedeki yazınızda da Ömer Seyfettin’e duyduğunuz hayranlığı dile getiriyorsunuz. Onun sizin tarihinizdeki yeri nedir?
Tarihimde özel bir yeri yok, ama onun, iç dünyasını ve içinde yaşadığı dünyayı gerçek bir ilgiyle (ve mizahla, ve kaygıyla) hırpalayan ilk Türk hikâyecisi olduğunu her zaman düşündüm. Zaten ‘Gizli Nağme’ de onun ‘Gizli Mabet’ hikâyesine nazire, bir yeniden yazım çabası. O kadar bugün gibi ki her şey, hikâyeyi güncelleştirmek hiç zor olmadı.
Okuyabileceğiniz diğer Fatih Özgüven söyleşileri
▪ "Yazı serüveni ilk okuduğumuz kitapla başlar."
Anıl Çoban, Abdullah Ezik, Esin Hamamcı, Dilek Sarıboğa, sanatkritik.com, 30 Nisan 2021
▪ "Öyküye 'bir şey oldu'"
Uğur Yüksel, Kaos GL Dergisi Temmuz 2006 Sayısı, Mayıs 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X