Kemal Selçuk:
"Vicdanın romanı"
Mahir Bora Kayıhan, Olay gazetesi, 27 Haziran 2008
Kemal Selçuk, yeni kitabı Kurşuni'de hayli etkileyici bir hikâye sunuyor okura. Daha ilk satırda okuru etkisi altına alan romanda Selçuk, talihsiz bir kaza sonucu ölen oğullarının yasını tutan yaşlı bir bıçkıcı ustasının kutsal kitap hikayeleriyle acısını bastırışına tanık oluyorsunuz; deyim yerindeyse ölümleri anlamlandırma çabasına şaşıp kalıyorsunuz. Tabii roman boyunca başka şeylere de tanık oluyorsunuz; anlatıcı olan çırağın romanı anlatırken yazın sanatıyla hesaplaşmasını örneğin, sonra o ürpertici bir atmosferde geçen romanın diğer kahramanlarının içten pazarlıklı, haset dolu kişiliklerine. 94 sayfalık roman boyunca bir bakıma insan ruhunun karanlık ve aydınlık yanlarına ışık tutan anlatıcı felsefeden, büyüden de yararlanıyor sık sık. Akıcı bir dille akıp giden romanın sonlarında ise bir sürprizle karşılaşıyorsunuz ve roman sanatına dair bazı sorular soruyorsunuz...
Raflardaki yerini alan Kurşuni'nin yazarı Kemal Selçuk, romanın yazılış serüvenini anlattı.

İki yıl aradan sonra yeni bir kitaba imza attınız... Kurşuni de diğerleri gibi uzun öyküyü çağrıştıran bir hacme sahip. Sanırım siz kısa romanlara daha yatkınsınız.

Haklısınız, ama bu bilinçli bir tercih değil. Belki de öykücülüğümün etkisindeyim hâlâ. Kısa yazmak, sözcük ekonomisine dikkat etmek, yıllardır özen gösterdiğim kıstaslar oldu hep. Ancak Kurşuni'de durum farklıydı, daha ilk paragraftan itibaren uzun cümlelerle yazdım romanı. Her gün aşağı yukarı 50 ila 100 kelime arasında yazdım. Aylar süren bir yazma serüveninden sonra son noktayı koyduğumda 94 sayfalık bir kitapla karşılaştım.

Kurşuni'ye bir vicdan romanı diyebilir miyiz? Çünkü daha ilk cümleden itibaren, ustasının ölmüş olduğunu söyleyen bir çırağın, ustasının vicdanı olmaya soyunduğu bir romanla karşı karşıyayız.

Elbette öyle denebilir. Ölmüş olan ustasının ardından onun trajik hikayesini yazmaya girişen bıçkıcı çırağının romanı ilk bakışta öyle görünebilir. Ancak ben romanı daha çok yazma sanatı üzerine kurdum; yani çocuk, ustasını anlatırken yazma tekniklerine kafa yoracak, bir bakıma roman sanatıyla hesaplaşacak.

Ama kitapta öykü de epey öne çıkıyor. Aksi ve inatçı ustanın yıllar önce trajik bir şekilde kaybettiği çocuklarının ardından tıpkı Nemrut'un Babil Kulesi gibi yükselttiği tomruktan kule imgesi epey etkileyici. Çocukların o tomrukların altında kalmış olması ve ihtiyarın o kulenin üstünü örtmek istercesine tomruk yığması okuyanın tüylerini diken diken ediyor.

Teşekkür ederim, amacım sadece etkileyici olmak değildi tabii ki. Soğukkanlılığımı sonuna kadar korumak istedim yazarken. Bu yüzden de diyebilirim ki yavaşlığı keşfettim bu romanımla. Ne kadar yavaş olursanız o kadar kelimelerin ötesini görebiliyorsunuz.

Romanda ayrıca birbirinden sert, acımasız, kötü karakterler de dikkati çekiyor: İhtiyarın gelini Zeynep, aptal oğlu İsmail, ihtiyara durmaksızın kutsal kitap hikâyeleri anlatan felsefe okumuş deli, hain komşuları Tuğrul...

Karakterlerin gerçekçi olmasına özen gösterdim tabii ki. İstedim ki ne kadar olağan dışı şeyleri anlatırsak anlatalım, gerçekçi olmak zorundayız.

Gerçekliğe, gerçeküstücü bir yaklaşımla ulaşmak edebiyat metnini daha güçlü kılıyor. Marquez'in, Truman Capote'un yapıtlarında da gerçek, farklı bir gerçeklik algısıyla verilir. Delinin sık sık alıntı yaptığı filozof Berkeley de romanı ilginç kılan etmenlerden.

Evet, onun, madde diye bir şey yoktur, sözüne takılıyor çırak örneğin. Dünya sadece bizim algıladıklarımız mı? Filozofa göre öyle, işte çırak bu soruların peşinden giderek ihtiyarın vicdanını sıkı sıkıya masaya yatırıyor.

Romanda ağırlıklı olarak hırçın ama yer yer alaycı bir dil kullanmışsınız.

Hırçınlık ve alaycı olmak gerçeği daha gerçek kılmakta bir araç olarak kullanılabilir.

Kitabın sonunda okuru bir sürpriz bekliyor – sanıyorsunuz ki o romanı sürekli olarak çırak anlattı...

İsterseniz oraya girmeyelim. Ama ben olay örgüsünden çok, etkileyici atmosfere dikkat ederim. Okuduğum kitaplar da öyledir. Sonu beni pek ilgilendirmez, yani kitabın sonunu bilsem bile bu beni etkilemez. Dediğim gibi önemli olan atmosfer yaratmak ve bunu ilginç bir dille gerçekleştirmek. Kurşuni'de, Kurşuni tonu olan bir dünyayı düşleyerek hikâyesini öyle anlatan bir çırak var, bir rüyada sanki.

Romanın geçtiği yer Kirmasti için neler söyleyeceksiniz?

Mustafakemalpaşa benim doğduğum yer. Çocukluğumda hemen her çocuk gibi yaz tatillerinde bir yerlerde çırak olarak çalıştım. 1980'lerin başında ise bıçkıcıda çalışmıştım, tıpkı Orhan Kemal'in öykülerinde olduğu gibi bir dünyadır bıçkıcılar. Tomruklarla, ağaçlarla orada tanıştım yani. Çizgi roman okuyarak, hayaller kurduğum dönemdi. Çocukluk yılları yazarları besleyen en renkli yıllardır. En masum, en hayalci yıllardır aslına bakarsanız. Çünkü sonradan hayatın keskin gerçekleriyle bir birey olarak mücadele etmeye başlıyorsunuz, hayallerin hepsi geride kalıyor. İşte yazar da ısrarla o yılları eşeleyen ve kaleme sarılan kişidir.
Okuyabileceğiniz diğer Kemal Selçuk söyleşileri
▪ "Romanda önce atmosfer arıyorum"
Mahir Bora Kayıhan, Cumhuriyet Kitap Eki, 24 Temmuz 2008
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X