Bercuhi Berberyan:
"Herkesin empati anlayışı farklı"
Hrant Kasparyan, Agos kitap/kirk, Sayı: 7, Mayıs 2009
Türkiye-Ermenistan ilişkilerinin normalleştirilmesi ve bu çerçevede Türkiye-Ermenistan sınır kapısının açılması konusunda somut adım beklentilerinin gündemde olduğu bir dönemde, gazetemizin yazarlarından Bercuhi Berberyan, Ermenistan'da Bir Türkiyeli adlı kitabıyla, 2008 yılında Ermenistan’a yaptığı on günlük bir ziyarette edindiği izlenimleri anlattı.
Yazarın, Ermenistan’ın sosyal ve kültürel yaşamına dair çeşitli gözlemleri ve tespitlerine yer verdiği kitap, olumlu değerlendirmelerin yanı sıra, yazarın Ermenistan’a ve Ermenistanlılara ilişkin eleştirilere de konu oldu. Berberyan’la, kitabı ve söz konusu eleştiriler üzerine konuştuk.

Bu kitabı yazma fikri nasıl doğdu?

Aslında böyle bir kitap yazmak gibi bir niyetim yoktu. Ermenistan’dan döndüğümde çevremdeki herkese izlenimlerimi, gördüklerimi ve duygularımı anlatıyordum. Bir gün yine bir arkadaşıma anlatırken, bunları neden yazmadığımı sordu. Bunun üzerine yazmaya, izlenimlerimi ve duygularımı okuyucuyla paylaşmaya karar verdim.

Kitabın önsözü “Vatan bildiğim yerde vatandaş sayılamıyorum. Vatanım sanılan yeri vatan sayamıyorum” ifadesi ile başlıyor...

Burası benim vatanım. Ermenistan’ı kendi vatanım gibi hissetmiyorum. Orada yaşayabileceğimi sanmıyorum. Çünkü ben burada doğup büyüdüm, burası benim vatanım. Oraya gittiğimde, yalnızca, Ermenice konuşulan bir ülkeye gitmiş gibi hissettim kendimi. Ancak burada da ikinci sınıf vatandaş muamelesi görüyorum. Kimi zaman vatandaş bile sayılmıyoruz. Birçok Türk arkadaşım bunu anlamakta güçlük çektiğini söylüyor. Onlara soruyorum, sizin hiç ‘Ermeni’ olarak bir karakola veya devlet dairesine işiniz düştü mü?

Kitapta Ermenistan’da insanların konuştuğu dilden (Doğu Ermenicesi) kılık kıyafetine, günlük hayatta karşılaştıkları olaylara karşı verdikleri tepkilere dek, çok çeşitli konularda yorumlarınız ve değerlendirmeleriniz var. Bu yorum ve değerlendirmelere yönelik eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz?

Dilden başlayayım... Ermenistan’da Doğu Ermenicesi konuşuluyor. Kullandıkları dilde Rusça, Gürcüce ve Türkçe gibi dillerden girmiş kelimeler de bulunuyor. Bu, Ermeniceyi her gün konuşmayan ve Batı Ermenicesi konuşan bir Ermeni için ayrıca bir zorluk oluşturuyor. Onlar her gün Ermenice konuştukları için doğal olarak Ermeniceye daha hâkimler. Biz Batı Ermenicesi konuşsak da anlamakta güçlük çekmiyorlar. Ancak aynı şey bizim için söylenemez. Anlaşılır olmak için hiç zahmet etmiyorlar. Bu konuda biraz daha düşünceli davranabilirler.
       Örneğin garsonlar servis yapmayı bilmiyor. Birçoğu kibar olmayan, hatta kaba denebilecek tarzda davranıyor. Müşteriye servis yapmakla görevli olduklarının farkında değil gibiler. Kaldığımız otelde telefon açmamız gerekiyordu. Bir sorunla karşılaştık ve resepsiyonistten yardım istedik. Telefon bir türlü bağlanmadı. Tekrar yardım istediğimizde, resepsiyonist “Anlatamıyor muyum, yoksa ben mi aptalım?” diyerek bizi alenen tersledi. Turizm Ermenistan için çok önemli bence. Çünkü Ermenistan’da görülecek çok güzel yerler var, hem tarihi bakımdan hem de doğal güzellikler açısından keşfedilecek birçok yer var. Turizme sarılmalılar, ama bu şekilde değil. Kibar olmayı öğrenmeliler.
       Kitapta, ‘onlar-biz’ türünden bir ayrım yaptığıma dair bir algılama ve buna yönelik eleştiriler de var. Oysa ben kitaptaki bütün anlatıları empati kurarak kaleme aldığımı düşünüyorum. Herkesin empati anlayışı kendine göredir. Hangi konuda nasıl empati yaptığını kişinin kendisi bilir. Ayrıca, her konuda empati yapmak gibi bir zorunluluk yok. Mesela kadınların memelerinin büyük olduğunu, ya da rüküş olduklarını yazdığım ve birçok şeyin demode olduğunu belirttiğim için eleştirildim. Ama durum gerçekten de böyle. İncelmemiş bir zevk anlayışı hâkim. Diğer Kafkas ülkelerinde de durum çok farklı değil. Yani bu sadece Ermenistan’a özgü bir durum değil aslında.
       Bu gibi şeyleri yazdığım için kimilerinin rahatsız olduğunun farkındaydım. Kitaba ilişkin bir röportajda bunu ifade etmiştim ve ancak bildiğiniz gibi ‘Ermeni’den çok Ermenici’ olan birtakım gruplar türedi. Onlar rahatsız olacakmış gibi algılandı. Oysa ben onları değil şartlanmış Ermenileri kast ediyordum. Beğenmediğim bir şeye hatır için veya birileri rahatsız olacak diye “Beğendim” diyemem. Hislerim ve gerçekler ne ise onu yazarım.
       Ayrıca, mizah benim tarzımda var. Bazı şeyleri mizahla ifade etmeyi tercih eden biriyim. Kitabımda yaptığım her eleştirinin veya olumsuz gibi algılanan her yorumun birkaç satır altında sevgiyle kurulan bir empati, bir anlama vardı.
       Ben bu kitapla açıkça ve içtenlikle yüreğimi koydum ortaya. Bunu sezemeyenler varsa çok şaşırırım. Bu yüzden, kimi negatif eleştirileri de kabullenemiyorum. Ama, kitapla ilgili çok olumlu yorumlar da alıyorum. Duygularımın ve ifade etmek istediklerimin çoğunluk tarafından anlaşıldığını görüyorum.

‘Ermeni’den çok Ermenici’ olan grupların türediğini söylediniz. Bunu biraz açar mısınız?

Evet, Türkiye’de son dönemde böyle bir kitleden söz etmek mümkün. Bu kitleye ‘Özür Diliyoruz’ kampanyasına katılan kimi insanlar da dahil edilebilir. Empati geliştirebilmek elbette memnuniyet verici. Ama kimse empatinin ötesine geçip, benim hakkımı benim adıma savunmasın. Ben kendimi hakkımı savunabilirim ve karşımdakinden de beni anlamasını beklerim. Bir örnekle izah etmeye çalışayım: Yerevan’daki Soykırım Müzesi’ni gezdiğimizde gazeteci bir arkadaşımızın gözleri yaşardı. Yanıma yaklaşıp “Senin hissettiklerinle benim hissettiklerim aynı mıdır acaba?” diye sorduğunda, ona şöyle dedim: “Hayır, aynı şeyi hissetmiş olamayız. Sen insanlık adına acı duymuş ve şaşırmışsındır, ‘Vay canına, demek böyle şeyler oldu’ demişsindir. Ama ben öyle demiyorum. ‘İşte bak, böyle şeyler oldu’ diyor, bildiklerimin teyidini gösteriyorum. Sen ise hayretle ‘Meğer böyle olmuş’ diyebiliyorsun. Bu yüzden, hissettiğimiz şey aynı değil. Elbette insanlık adına eşit acı duyduk, ama aynı şeyi hissetmedik.” Arkadaşım “Özür dileyenlerin ve benim özrümün önemi var mı?” diye sorduğunda ise, bunu elbette önemli bulduğumu belirterek bu yolla beni ve acımı anladığını söyledim. Yitirilenleri geri getiremeyecek olsa da bireysel olarak özür dileyenleri gerçekten önemsiyorum. Toplu olarak, kitlesel olarak bu özür olayının nasıl bir etki yaratacağını ben bilemem. Ama, dilenen özürler bence değerli.
       Geçmişte yaşananlara ilişkin sorular soranlara, dünyanın dört bir yanına dağılmış olan Ermenileri gösteriyorum. Bugün dünyanın birçok ülkesinde, birbirinden bağımsız bir şekilde, hatta birçok anlamda iletişimsiz, birbirinden bihaber denebilecek milyonlarca Ermeni yaşıyor. Geçmişte yaşananlara dair hepsi mi yalan söylüyor? Yaşanan bir şeyler olmasa böyle bir ortak nokta mümkün olabilir mi? Bunca insanın ağız birliği yapıp yalan söylemesinin mümkün olmadığı anlaşılamıyor mu?

Bir bölümde “tükürdüğümü yalama zamanı” ifadesi yer alıyor...

Evet, ‘Vosgi Aşun’ (Altın Sonbahar) bölümünde böyle bir ifade kullandım. Daha önceden Ermenistan’a gitmiş olan bazı kişilerin anlatılarını abartılı buluyordum. Hiç görmediğim, pek bilmediğim bir ülke hakkında bir şeyler duyuyordum. Bu ülke Ermenistan, yani bir şekilde bağ hissettiğin bir ülke. Duyumlarımın yanı sıra “Ah bir Ermenistan’ı görsem, oranın havasını solusam” ifadeleriyle, duygusal bir coşku içinde Ermenistan’a giden insanlarla karşılaşıyordum. Ben Ermenistan’a bu tür bir önyargı ile gitmedim. Ermenistan’a gitmiş olanların karşılaştıkları her şeyi güzel, iyi ve doğru bulmaları bana abartılı geldi.
       Vosgi Aşun’da Ermenistan’daydım. Bana göre sonbahar her yerde güzeldir. Ermenistan’da sonbahara neden ‘vosgi aşun’ dendiğini oraya gidip gördüğümde anladım. Ve bu ifadeyi abartılı bulduğumu söyleyemem. ?ehir merkezinin dışındaki parklar, koruluk alanlar veya ormanlarda karşılaştığımız manzaralar gerçekten muhteşemdi. Bu yüzden “tükürdüğümü yalama zamanı” gibi bir ifade kullandım, Ermenistan’daki sonbaharı anlatırken.

Ermenistanlıları yeterince anlayabildiğinizi, hayata onların gözüyle bakabildiğinizi düşünüyor musunuz?

Elbette. Mesela Türkiye’ye çalışmak üzere gelen Ermenistanlılar var. Birçoğu eğitim bakımından donanımlı ve kendilerini geliştirebilmiş bireyler. Ermenistan’ın malum ekonomik şartlarından ötürü buraya geliyorlar. Onların bu mecbur kalmış hallerini anlıyorum tabii ki. Ancak Ermenistan’a gittiğimde herkesin böyle olmadığını, orada bir tür ‘yaymışlık’ olduğunu da gördüm. Bunu eleştirdim ama yine de “Sovyet düzeninden yeni çıktılar, yeni bir düzene henüz intibak edemiyorlar” diyerek, anlayışla karşılamaya çalıştım. Basit ve güncel bir örnek vermek istiyorum: Sovyet döneminde, sokaklar gibi, apartman girişlerinin temizliği de devletin ilgili kurumlarınca yapılırmış. Artık böyle bir devlet düzeni yok, ve Ermenistan’daki birçok apartmanın girişi leş gibi. Bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Bir insan kapısının önünü temizlemiyor, bunu devletin yapmasını bekliyorsa bunun yeni düzene alışamamışlıkla alakası yok. Bunu yazmayalım mı? “Kol kırılır, yen içinde kalır” mantığıyla, bu gibi şeyler yazılmadıkça böyle sürer gider...

Ermenistan’da izlediğinizi tiyatro oyunlarını beğenmediğinizi belirtiyorsunuz kitapta. Sizce Ermenistan’da tiyatro nerede ve hangi düzeyde?

Gözlemleyebildiğim kadarıyla konser ve tiyatro oyunlarında birçok şey demode. Bizim burada kısıtlı imkânlarla okul derneklerimizde sahnelenen oyunlar daha başarılı diyebilirim. Ancak bu, Ermenistan’da hiç muhteşem konserler, tiyatro oyunları ya da gösteriler olmadığı anlamına gelmiyor. Bizim gördüklerimiz başarılı değildi, sanırım biz kötülerine denk geldik.. Buraya baktığımızda kötülere pek sık rastlayamıyoruz. Örneğin devlet veya şehir tiyatrosunun bir oyunu, AKM’deki bir konser veya opera için “Berbattı!” diyenlere rastlamak kolay değil. Bu belki de az olmasından kaynaklanıyor. Ermenistan’da ise bir ‘bolluk’ var. Bu tür aktiviteler o kadar çok ki, her zaman gereken özen gösterilemiyor. Buna rağmen büyük bir ilgi var. Çoluk çocuk, genç yaşlı, zengin fakir, kimse tiyatrosundan, operasından geri kalmıyor. Yani orada böyle bir alışkanlık var, burada ise sayılı insan tiyatro veya operaya gidiyor. Arada böyle bir fark var. Mesela Ermenistan’da karşılaştığımız pazarcılar, dış görüntüleri itibariyle bildiğiniz pazarcı, ama klasik müzik dinliyor, satranç oynuyor, kendi aralarında konuşurken Çehov’dan bahsediyor, sanat eserleri üzerine tartışıyorlar.
Okuyabileceğiniz diğer Bercuhi Berberyan söyleşileri
▪ "Ermenistan nereden benim vatanım oluyor?"
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Sanat, Nisan 2009
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X