ISBN13 978-975-342-342-7
13x19,5 cm, 152 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Vitrinde Yaşamak, 1992
Yer Değiştiren Gölge, 1995
Ev Ödevi, 1999
Kör Ayna, Kayıp Şark, 2004
Mağdurun Dili, 2008
Benden Önce Bir Başkası, 2011
Sessizin Payı, 2015
İkinci Hayat, 2020
Örme Biçimleri, 2023
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Atilla Birkiye, "Sessiz ve derinden", Radikal Kitap Eki, 26 Nisan 2002

Aslında biçem demek daha 'doğru', ama söylem sözcüğü (kavramı), bana daha 'tutarlı' geliyor bu yazıdaki kullanım açısından; daha kapsayıcı. Bu bağlamda, Nurdan Gürbilek Kötü Çocuk Türk adlı denemelerini topladığı kitapta, kendi biçemini aşarak, denemeye ilişkin bir söylem oluşturuyor. 'Sakin' ve tutarlı; bilginin en yalın bir biçimde 'paylaşımına' ve 'tartışmasına' yönelik bir söylem.

Gürbilek yıllardır 'sessiz ve derinden giden' bir denemeci (eleştirmen, metin ve durum çözümleyicisi). Daha önceki kitaplarında kültürel değişimlere bakışıyla edebiyat metinlerine ilişkin çözümlemelerini okumuştuk. Bu kitapta iki konunun örtüşmesi var, demek sanırım pek yanlış olmaz. Bir kültür sosyolojisine doğru yol alış. (Raymond Williams ilk akla gelen.)

1. Her şeyden önce beni denemelerinde, söylemin 'sakinliği' (ve tabii ki kendinden emin) ilgilendiriyor. Çünkü -daha sonra da değineceğim denemenin, yazarı iktidar tutkusuna götürecek olan bir söylem, biçem tehlikesi var ki, bizde de bunun örneği çok!

2. Öncelikle kitabın künye sayfaları dediğimiz ikinci sayfadaki nottan. Kitapta yer alan yazıların daha önce nerede yayımlandıkları belirtilerek, okura 'özellikle' şu iletiliyor: "... kitaba alınırken yeniden yazılmışlardır." Burada dilsel bir noktaya değinmek gerek. Yüklemdeki 'lar' çoğul ekine, öznelerimiz 'cansız varlıklar' olduğu için aslında gerek yoktu; ancak bu kullanım, yeniden yazılmışlığın altının çizilmesi açısından çok gerekli ve önemliydi.

Şimdi bir ayraç açıp, şu konunun içine girmeliyim, kısaca da olsa. Deneme türünün bizdeki tehlikelerinden biri de, denemenin sanki şurada burada çıkmış yazıların bir araya getirilen bir edebiyat türü oluşuna inanılması. Kolaycılık ya da 'yazı'ya ilişkin basit bir oyun.

Daha önce çıkmış yazıların bir kitapta toplanmasına karşı olduğumu vurgulamıyorum. Söylemek istediğim, –somutlarsak– seksenlerin sonlarına doğru, özellikle köşe yazarlarının yazıları, 'deneme' adıyla kitaplaştırılıp yayımlandı. O zaman için siyasi bir işlevi olabilirdi bu yazıların ama denemeyle bir ilgisi yoktu, hiç kuşkusuz ki. Özcesi daha önce çıkmış yazıların gelişigüzel değil, konu, tema, vb. bir bütünlük içinde kitaplaştırılması gerektiğine inanıyorum.

Tabii ki farklı zamanlarda yazılan denemeler bir kitap halinde toplanabilir; konu, tema bütünlüğü gözetilerek. En önemlisi de 'gözden geçirerek' ya da 'yeniden yazarak.'

3. Şimdi bilginin tartışmasına yönelik, Gürbilek'in sakin deneme söyleminden söz etmek gerek. Denemedeki tehlike: –denemenin– yazarın iktidar tutkusunu ateşleyen, dolayısıyla konulara, sorunlara, sorun çözümlerine ve okura üstten bakan bir biçeme yol açacak yazınsal bir tür oluşu.

Yazının kendisi zaten bir iktidarı / iktidar sorununu barındırıyor, ancak burada deneme bu iktidar tutkusunu daha güçlüleştirerek, 'yazınsal iktidarın' mutlakiyetini getirecek bir tür olarak karşımıza çıkıyor; aynen aydınlanma hareketinin iç dinamiklerinde barındırdığı zaaflar gibi.
(Denemenin, modernizmin başlangıcıyla ortaya çıkması rastlantı mı? Ya da denemenin akılcılığı, giderek de aklın mutlakiyetini getiren modernizm ile başlaması rastlantı mı?)

Gürbilek ise sakin, kendine güvenen söylemiyle konusunu tartışıyor; konusunu / sorununu tartışmaya açıyor; bilgi birikimini bu bağlamda / bu yolda 'kullanıyor', yararlanıyor; yeni bir iktidar yaratmak için değil. Yazının, denemenin özünde taşıdığı 'iktidar' ona yetiyor.

4. Yukarıda kitabın içeriğinin, dahası kitabı oluşturan yazıların içeriğinin –bence– bir kültür sosyolojisi yaratmak, oluşturmak olduğunu söylemiştim. Gürbilek de 'Girişte' içeriğe ilişkin şunları söyüyor:

"Şöyle sorulardan yola çıktım bu kitapta: Uzun yıllar kahramanlarını mağdur ama masum, çileli ama onurlu figürlerden seçen, kendini boynubüküklüğe, yetimliğe ve tutunamayanlara yakın hissetmiş bu toplum bugün neden hınca kilitlenmiş delikanlı tiplerine ilgi duyuyor? Popüler imgelemde önemli bir yeri olan 'kurtarıcı çocuk' ya da 'adalet dağıtan yetim' imgesi neden tam da toplumun gerçek yetimleri, sokak çocukları ortaya çıktığı an önemini yitirdi? Uzun yıllar 'acıların çocuğu'na malzeme sağlayan, yaralı ama gururlu, örselenmiş ama erdemli, incinmiş ama haysiyetli çocuk yüzü bugün neden yerini tehlikeli, yıkıcı, suçlu bir çocuk yüzüne bıraktı?(...)

Ama başka sorular da vardı. Örneğin, Türk edebiyatının kötü kahramanları, yetimliği çoktan geride bırakmış asi evlatları okurda neden çoğu zaman bir çeviri duygusu uyandırıyor? Bize neden kitaptan kapma fikir ve özlemlere mahkum, gecikmiş azaplar ve ödünç alınmış arzularla davranan iğreti tipler olarak görünüyor? Bünyemize aykırı mı bu tipler? Böyle bize özgü bir bünye, bir 'orijinal Türk ruhu'mu var? O ruhun ihtiyaçlarına bağlı kaldığımızda neden –yalnızca kahramanların da değil, okur yazar herkesin– yarısı züppe, öteki yarısı taşralı olarak görünmeye mahkûm?(...)"

5. 20. yüzyılın da, 21. yüzyılın da 'temel' sorunu bir 'toplumsal proje' olarak modernizmin, hayatı kabusa dönüştüren 'bazı' dinamikleri (öyle ya insanlık tuhaf, acayip bir noktaya geldi). Bizde ise bu vahim boyutlara ulaşıyor. Kendi 'modern projemiz' ile hesaplaşacak mıyız?

Yoksa bizimki aslında bir hesaplaşmamanın üstünde mi oluştu?
(Bize gelmeden önce, belki de bir kez daha şunu yinelemek gerekiyor, burada. Günümüzde bir sanatçının / yazarın öncelikli sorununun modernizm ile hesaplaşmak olduğuna inanıyorum; bu ister Chomsky gibi siyasal düzlemde olsun, ister estetik düzlemde. Bu bağlamda şöyle söyleyebiliriz: Shakespeare modernizmi müjdeliyordu, ama onun modernizm olduğunu hiçbir zaman öğrenemedi; yüzyıllar sonra Brecht ise modernizmin iflasını ilan ediyordu, ama iflas etmeyeceğini bilemeyecekti! Bence özellikle sanatta modernizmi anlamak için, anlamaya çalışmak için, Shakespeare ile Brecht arasında bağ kurmak gerekiyor. Bir de Chomsky'nin dil yazıları Türkçeye çevrilse!)

Evet, şimdi tekrar konumuza dönebiliriz. Belki de asıl sorun, hem toplumsal yapının hem de edebiyatımızın asıl sorunu; Gürbilek'in neredeyse bir roman kuramı diyebileceğimiz kapsamdaki (nitelikteki) 'Orijinal Türk Ruhu' başlıklı denemesinde derinlemesine irdelediği, Recaizade Ekrem'in Araba Sevdası adlı romanın züppe kahramanı Bihruz beye bakış. Bihruz beyin, bir roman kahramanı olarak kendisi ve bir roman kahramanı olarak –dışardan– Bihruz beyin, şu veya bu biçimde konumlandırılması. Bihruz taraftarı ya da Bihruz karşıtı olmak, vb. Asıl sorunumuz bu galiba.
(Kendimiz olmak ya da kendimiz olmaktan, 'neyi anlamak?' Aynı şekilde özgün olmak ya da ne kadarıyla bunu gerçekleştirmek! Taklit, sahte bir Batıcılık ile kadercilikten bir türlü kurtulamayan taşralılık, vb. Ya da Batılı mı olmak, yoksa Batı'nın evrensel değerlerini benimsemek mi? Peki ya kendi değerlerimiz, kendi toplumsal / tarihsel tinimiz ne olacak? Ya da böylesine bütünlüklü bir tin'den söz etmek olanaklı mı? Öte yandan, dünyadaki başka kültürlerin değerlerine hepten mi sırt çevireceğiz!)

6. Bir başka sorun da, Nurdan Gürbilek'in eleştirimize getirdiği bir 'eleştiri'. Eleştirinin / eleştirmenin, yapıttan / yaratıcıdan bir adım önde olmasını, eleştiri kurumu ve yapıtın değerlendirmesi adına doğru / tutarlı bulmuyor.

Bu yargısına pek katılamıyorum. Aslında Gürbilek'in yargısının 'son' bölümüne, bu durumdan çıkardığı sonuca katılıyorum. Ancak, tam tersine, eleştirmenin yaratıcıdan / yapıttan bir adım (isterseniz birkaç adım diyelim, yani biraz ilerde) önde olması gerektiğini, ne var ki çoğu zaman duramadığını düşünüyorum. Çünkü estetik bir değer olarak yapıtı anlaması için, bir ya da birkaç adım yaratıcıdan önde olması gerekiyor. Bence eleştirinin temel sorunu bu! (Andre Breton sanırım yaratıcıyı anlayabilecek kadar önde olan bir eleştirmendi; kimbilir belki de yanılıyorum!)

7. Bir denemeci, bir yazar olarak – daha çok bizim 'modernizmi' bir kültür sosyolojisi kapsamında irdeleyen Nurdan Gürbilek'in bence en önemli özelliği, yazısını, denemesini 'anlamak' üzerine kurması. (Şu içinde yaşadığımız toplumun, yediden yetmişe çoğumuzun sıkıntısı da bu anlamak / anlayabilmek değil mi?) Buna koşut olarak, tutarlı bir çözümleme yöntemini benimsemiş, oluşturmuş olması. Baştan saptanan bu konumlanmaya uygun bir söylemi de birlikte getiriyor, Gürbilek; ben ona 'sakin' bir söylem adını taktım, kendisinin dolayısıyla deneme'nin de söylemini oluşturuyor, Kötü Çocuk Türk'te...

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X