ISBN13 978-975-342-585-8
13x19,5 cm, 328 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Tarihsel Kapitalizm ve Kapitalist Uygarlık, 1992
Irk Ulus Sınıf, 1993
Sistem Karşıtı Hareketler, 1995
Liberalizmden Sonra, 1998
Bildiğimiz Dünyanın Sonu, 2000
Amerikan Gücünün Gerileyişi, 2004
Kapitalizmin Geleceği Var mı?, 2014
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş: İki Kültür, Richard E. Lee ve Immanuel Wallerstein, s. 9-14

"İki kültür" tabiri C.P.Snow tarafından 1959'da(1) icat edilmiştir, ama Snow'un betimlediği fenomenin kendisi elbette daha eskilere dayanır. Gelgelelim, pek o kadar eskiye dayanmaz ve elinizdeki

kitapta da bunun üzerinde durulmaktadır. Ortada iki kültür olduğu fikri insanlık tarihi açısından görece yeni sayılır. Ayrıca, Snow'un kitabını yazdığı sıralarda bu kavramın açık ve net olduğu düşünülmüşse de, ki Snow'un tabirinin tutulmasının nedeni de budur, kavramın geçerliliği 1960'lardan bu yana giderek daha fazla sorgulanmaya başlamıştır. İlerleyen sayfalarda bu kavramın kökenini, etkilerini, neden uzun süre gündemde kaldığını ve son yıllarda ona getirilen itirazların doğasını açıklamaya çalışacağız. Böylece, bilgiyi bu biçimde yapılandırmanın sürüp gitme olasılığını, sürüp gitmeyecekse de alternatiflerinin neler olduğunu değerlendirebilmeyi umuyoruz.

"İki kültür" tabirindeki "kültür" sözcüğü, araştırmacıların araştırmalarını, yazılarını ve öğretmenlik deneyimlerini, pek de açıklamadan kullandıkları bazı epistemolojik önkabullere dayandırdıklarına işaret eder. Bilgi yapıları içinde iki kültür vardır demek, kullandıkları ve kullanmanın yararlı ve/veya doğru olduğuna inandıkları epistemolojik önkabuller açısından araştırmacılar iki farklı, hatta karşıt grupta toplanma eğilimi içindedirler demektir.

İki kültür olduğu fikri nispeten basit bir fikirdir. "Aldığı eğitime bakılırsa bilimci, seçtiği mesleğe bakılırsa yazar" (1993: 1) olan Snow'un gündeme getirdiği sorun, bu iki kültürün birbirini "anlamaması"ydı. Snow Cambridge'te bir yükseköğrenim kurumunun başıydı; burası farklı disiplinlerden gelen öğretim üyelerinin aynı masada buluştuğu yerdi. Snow gözlemlerini şöyle aktarır: Sürekli olarak iki ayrı gruba girip çıktığım duygusuna kapılıyordum; zekâca birbirlerine denk, aynı ırktan, toplumsal kökenlerinde büyük farklılıklar olmayan, gelirleri hemen hemen aynı olan bu iki grup arasındaki iletişim neredeyse tamamen kopmuştu; bu grupların içinde bulundukları entelektüel, ahlaki ve psikolojik iklim arasındaki ortak noktalar o kadar azdı ki, Burlington House'dan ya da South Kensington'dan Chelsea'ye gitmek, okyanus aşırı bir yolculuğa çıkmak gibi oluyordu (1993: 2).

Snow, araştırmacıların birbirlerini anlamakta böyle güçlük çekmelerinin tehlikeli olduğuna, toplumsal açıdan bir kayıp olduğuna inanmaktaydı. Verdiği konferanslarda bu iki kültürü birbirine anlatarak aradaki boşluğu kapatmaya çalışıyordu. Elbette Snow, gerçekten de iki kültürün var olduğundan, bunların birbirinden epey farklı olduğundan ve bir anlamda farklı da olmaları gerektiğinden emindi. Snow'a göre, ortada iki kültür olması, anlaşılır ve haklı çıkarılabilir bir entelektüel işbölümünü yansıtıyordu. Öncelik verdiği, hatta belki de tek ilgilendiği şey, bu bilimsel gerçeklikten kaynaklanan mahvedici çekişmeyi en aza indirgemekti. Biz ise tersine bu iki kültür arasındaki boşluğun nasıl oluştuğunu ve bunun üstesinden gelinip gelinemeyeceğini soracağız. Üstesinden geliniyor mu? Gelinmesi mi gerek?

İki kültür derken ne kastediliyor? Hatta bunların isimleri nedir? Bunun cevabı o kadar basit değil. Bu kültürlerden biri genellikle bilim kültürü olarak adlandırılır. Diğerinin ise pek çok ismi vardır: edebi, felsefi, beşeri kültür. Bu kültürlerden birinin "bilim" kültürü olarak adlandırılmasında hemen herkes hemfikirken diğerine bu kadar çeşitli ad verilmesinin bütünüyle tesadüfi olmadığını göreceğiz. Diğer pek çok kişi gibi Snow'a göre de bu iki kültür simetrik değildir: Önem ve/veya liyakat açısından bir hiyerarşi içinde var olurlar, ama hangisinin daha yukarıda olduğu hâlâ tartışmalı bir konudur.(2) İki kültürün yaşam süreleri de farklıdır: Beşeri kültür "geleneksel" ve iki kültürün daha eski olanı sayılırken bilim kültürünün genellikle daha yeni, daha "modern" olduğu söylenir.(3)

Bu kronolojiyi de sorgulayacağız. Modern dünya sisteminin var oluşundan önceki bilgi yapılarının epistemolojik açıdan modern dünyanınkilerden kökten farklı olduğunu öne süreceğiz. Modern dünyada asıl ilk ortaya çıkanın, en nihayetinde bilim kültürü olarak adlandırılan kültür olduğunu ve beşeri kültürün ortaya çıkışının büyük ölçüde bilim kültürünün yaratılmasının bir sonucu olduğunu ileri süreceğiz.

Modern öncesi dünya üzerinde düşünerek analize başlamamız önemli, ama yalnızca Avrupa'daki, daha doğrusu bizim artık Batı dediğimiz yerdeki modern öncesi dünyadan değil, yerkürenin her tarafındaki modern öncesi dünyadan söz ediyoruz. Mesela MS 1500 öncesi var olan pek çok medeniyet veya tarihsel sistem arasında dünya kadar fark vardı elbette ama bize öyle geliyor ki, bunların hepsinin bilgi yapılarında ortak bir özellik mevcuttu. Ortak olan bu özellik, iki farklı bilme biçimi, farklı alanlarda kullanılabilecek iki epistemoloji olduğu gibi bir şeyin düşünme biçimlerinde yer almıyor olmasıydı.

Modern öncesi dünyada bilmek, bilmek demekti. İnsanlar ne bildiklerini tartışabilir, ama nasıl bildiklerini pek tartışmazlardı. Bilgi konusunda uzman olanlar, entelektüeller her şeyi bilmezdi. Bildikleri veya bildiklerini iddia ettikleri şey de, modern dünyada bizim yarattığımız ve disiplin olarak adlandırdığımız kutucukların hiçbirine uymazdı. Disiplin diye adlandırılan şeylerin modern dünyada bile yerli yerine oturması gerçekten de çok uzun bir zaman almıştır. 1500'lerde disiplinler yoktu, 1800'lerde ise tam olarak var sayılmazdı. Bunlar daha çok on dokuzuncu yüzyılda yaratılmışlardır. Ayrıca 2100'lerde de, en azından bizim bildiğimiz biçimiyle, var olmaya devam edip edemeyeceklerini bugünden bilemeyiz.

Kişinin bildiği nedir? Üç tür şey: doğru olan, iyi olan, güzel olan. Bu soyut kavramların her birinin tanımı medeniyetle kastettiğimiz şeyin ta kendisidir. Elbette bu tanımların ayrıntıları, her mahut medeniyetin genel çerçevesi içinde, üstelik bazen hayli hararetli bir biçimde tartışılmaktadır. Ama tarihsel medeniyetleri bütünleştiren unsurlardan biri de, hepsinin doğru, iyi, güzel olan hakkında bilgi toplayabildiğine ve bunları tanımlayabildiğine inanması olmuştur. Ayrıca modern dünyaya gelene kadar hiç kimse bilginin bu üç hedefinin parçalara ayrılmış, birbirinden ayrılabilir etkinlikler olduğunu da düşünmemiş gibi görünüyor. Keats'in şiirindeki "Doğru olan güzelliktir, güzellikse doğru" dizesi tarihsel medeniyetlerin tümünde kulağa hoş gelebilirdi; oysa günümüzde romantik ve tuhaf kaçıyor, hatta yazıldığı dönem olan on dokuzuncu yüzyıl Avrupası'nda da aynı etkiyi uyandırmıştı.

Anlatacağımız öykü bize çok net ve açık görünüyor. Kitabın ilk kısmı bu iki kültürün oluşturulması ve kurumsallaştırılmasının tarihiyle ilgilidir. Bu öykü fiilen, belli disiplinlere ait "kısımların" birbiriyle ilişkilendirildiği bir hiyerarşi şeklinde düzenlenmiş yepyeni ve benzersiz bir yapının, daha doğrusu bir "bütünün" oluşturulması hakkındadır. Ne var ki, bir fikirler tarihi değil yazdığımız. Hangi fikirlerin genel kabul gördüğünü ya da etkili olduğunu ve bilgi kurumlarına temel olma teyidini aldığını soruyoruz; teyit derken de, bu fikirlerin entelektüeller, araştırmacılar ve bilimcilerden oluşan art arda birkaç kuşak tarafından, modern dünya sisteminin maddi süreçleriyle doğrudan bağlantılı bir biçimde kabul görmesini, sürekli kılınmasını ve geliştirilmesini kastediyoruz.

Kavramlar bir anda oluşturulmaz. Genellikle uzun bir gebelik döneminden geçerler. Bir kavram oluşturulduğu an ataları da saptanabilir. Bütünüyle yeni bir fikre de pek rastlanmaz. Ama bizi ilgilendiren şey bu değil. Bizi ilgilendiren, bazı kavramların ne zaman ve nasıl olup da süregelen bilgi yapılarına temel olacak kadar genel kabul gördüğüdür. Göreceğiniz gibi, biz modern dünya sisteminin başlangıcından bu yana bilim kültürünün önem ve özerkliğinin giderek arttığına inanıyoruz; bilim kültürü, on dokuzuncu yüzyıla dek bugün bildiğimiz anlamıyla tam olarak kurumsallaşmamışsa da, biz bunun başlangıcını on beşinci yüzyılın ikinci yarısı olarak saptadık. Biz şuna inanıyoruz: "Bilim" kültürü, yani farazi "doğru" ve "olgular" âlemi, o zamana dek her şeyi kapsayan "felsefe"den koparılırken ve bilgi yapılarını pekiştirme işinin karşıt kutbunda "iyiyi amaçlamaya" adanmış bir "beşeri" kültür oluşturulurken, bilimlerin üstünlüğünün özellikle Fransız Devrimi'nin ardından giderek artmasına büyük bir tepki doğmuştur. Bu tepki romantizmi de kapsar, ama onunla sınırlı değildir. Bu nedenle, on dokuzuncu yüzyılda beşeri kültür (hatta buna beşeri karşı-kültür de diyebiliriz), bilim kültürünün emperyalist hak talepleri karşısında savunma amacıyla oluşturulmuştur.

Son olarak, insanların toplumsal ilişkilerinin yaşandığı gerçek dünyada meydana gelen ve gerek bilimsel gerekse beşeri alandaki baskın kavrayış modellerine meydan okuyan gelişmelere tepki olarak on dokuzuncu yüzyılın son yarısında üçüncü bir kurumsal arena, yani sosyal bilimler arenası ortaya çıkmaya başladı; biz bu arenanın o zamana dek iyice yerleşmiş olan bu iki kültürün iki taraftan çekiştirmesi yüzünden hep arada kaldığını ileri süreceğiz. Bu arena üzerindeki baskılar o kadar çoktu ki, sonuçta bilgi etkinliğinin bu alanında belki de o zamana kadar yaşanmış en büyük karışıklık ve muğlaklık ortaya çıktı.

On dokuzuncu yüzyıldaki bu mücadelede, bilim kültürünün modern dünya sisteminin bilgi dünyasında egemen kültür olarak topluma kendini kabul ettirebilmiş olduğu bizce gayet açık. Bilimin üstünlüğü sürekli artan bir eğride seyretmiş, 1945-70 döneminde de iyice yüksek bir noktaya erişmiştir. Ama bilim kültürü bu dönemin ardından çok şiddetli karşı saldırılara maruz kalmıştır. Bunun dış kaynaklı nedeni dünya sisteminin siyasal iktisadında yaşanan büyük ölçekli kaymadır; 1968 dünya devrimi bu kaymanın simgesi ve işareti olmuştur. İçteki nedeni ise, bilimlerin kendi içlerindeki gelişme süreçlerinden kaynaklanmaktadır. Burada öncelikle, 1960' lardan yirminci yüzyılın sonuna dek uzanan bir dönem içinde yedi büyük entelektüel hareketin izini süreceğiz. Bunlar birbirinden çok farklı hareketlerdir. Birincisi, bilim kültürünün içinden çıkıp önceki baskın epistemolojiye başkaldıran bir hareket olan karmaşıklık (complexity) çalışmalarıdır. İkincisi, bilimi sosyal açıdan inceleyen ve bilimsel bilginin nasıl oluşturulduğuna dair sorular soran çalışmalardır. Ardından "çeşitlilik hareketleri" diye adlandırdığımız hareketler geliyor; yani, Batı'da ırk ve etnik köken çevresinde örgütlenen hareketler ve feminizmler. Bu hareketler hem bilgi yapıları içinde hem de genel siyasal arenada yer alır. Ayrıca beşeri bilimler(*) ile sosyal bilimler arasındaki ayrıma açıkça karşı çıkan popüler kültür/kültür incelemeleri hareketini de ele alacağız. Yine, hem bilgi yapıları içinde hem de genel siyasal arenada yer alan ve bu kez bilimler ile sosyal bilimler arasındaki ayrıma karşı çıkan ekoloji/çevrecilik hareketini de inceleyeceğiz.

Bu hareketlerin her birinin ön plana çıkardığı meseleleri ve gerek dünya üniversite sisteminde gerekse diğer bilgi yapıları merkezlerinde kendilerini ne ölçüde kurumsallaştırdıklarını ana hatlarıyla dökmeye çalışacağız. Ayrıca bunun da ötesine gideceğiz. Bu hareketlerin güttükleri hedeflerin, onları iki kültür kavramının geçerliliğini ne ölçüde sorgulamaya ittiğini değerlendirmeye ve bu sorgulamada ne kadar derine inmek istediklerini anlamaya çalışacağız. Son olarak, iki kültür kavramının geçerliliği hakkındaki çatışmaların arenaları olarak mahut kültür savaşları ve bilim savaşlarını gözden geçireceğiz. İki kültür kavramının modern dünya sisteminin jeokültüründe ne şekilde merkezi dayanak rolü oynadığıyla ilgili olarak bu kapsamda bir tarihsel ve analitik incelemenin bugüne dek yapılmadığına inanıyoruz. Yirminci yüzyılın son çeyreğinde bu kavramın sorgulanmasının çok büyük bir kültürel olay olduğuna, bu olayın dünya sisteminde gerçekleşen önemli dönüşümlerden ayrı tutulamayacağına ve dolayısıyla diğer dönüşümlere katkıda bulunduğuna da inanmaktayız. Bizler bir tür kültür kasırgası veya depremi yaşamakta olduğumuzu ve meselenin ne olduğunu, muhtemel alternatif sonuçlarının ne olabileceğini herkesin çok iyi anlamasının son derece önemli olduğunu düşünüyoruz.

Bu kültürel geçmişi çözümlerken, kültürel geleceğimizi yaratma mücadelesine de katılmış oluyoruz.

Notlar

(1) C. P. Snow, The Two Cultures (Cambridge: Cambridge University Press, Canto edition, 1993; Türkçesi: İki Kültür, çev. Tuncay Birkan, 1999, TÜBİTAK, Ankara, 2001).Yukarı
(2)Snow'un kendisi bu hiyerarşiyi şöyle açıklar: "Kendilerine ne zaman bir şans verilse, çoğu insan bilimsel devrime koşmaktadır. Bu durumu yanlış anlamak, bugünü de geleceği de yanlış anlamak demektir. Dünya siyasetinin yüzeyi altında kaynayan bir kazan gibidir bu durum" (1993: 80).Yukarı
(3)"Eğer bilimciler geleceği hücrelerinde taşıyorlarsa, geleneksel kültür buna, keşke gelecek olmasaydı, diye cevap verir. Batı dünyasını yöneten kültür, geleneksel kültürdür; bilimsel kültürün ortaya çıkması bunu kayda değer ölçüde az değiştirebilmiştir" (1993: 11). Snow'un burada "modern" dünya tabirini değil, "Batı" dünyası tabirini zikrettiğine dikkat edin. Bu sıklıkla zımni bir öncüldür.Yukarı

(*)İngilizce "humanities" sözcüğü her ne kadar Türkçeye "beşeri bilimler" olarak geçmişse de, içinde bilim (science) sözcüğünü barındırmaz. Bu bakımdan, sosyal bilimlerden (social sciences) farklı bir yerde görülmesi gerekir. "Beşeri bilimler", insan düşüncesi ve kültürüyle ilgili bilgi alanlarını, yani felsefe, edebiyat ve sanatı içerir. (y.n.)Yukarı

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X