ISBN13 978-975-342-490-5
13X19,5 cm, 152 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Hande Öğüt, “Doğulu bir sanrının izdüşümü”, Radikal Kitap Eki, 12 Aralık 2004

"Kimliğim söz konusu olduğunda 'benim' dile getirecek deliliğimden başka bir hakikatim yok," der Louis Ferdinand Celine. İdeallerin çökmesini ve halkın, sıradan ihtiyaçlara indirgenmesini eleştirirken Nazi yanlısı olmakta da beis görmeyen Celine'in bir cümlesiyle, bir Kürt yazarın kitabını anlatmaya başlamak, aşırı uçlarda gezinmek olabilir ama; korkunç bir tragedyanın vücuda geldiği Diyarbakır'da, kimliklerini şifre gibi saklamak zorunda kalan insanlar, kendi gerçeklerini akıl ile delilik gelgitinde yaşamadılar mı? Faşizmin dikenli tellerle çevirdiği o coğrafyada idealler, kimlikler, bedenler paramparça olmadı mı? Susan, susturulan, korkan, korkutulan, ölen, öldürülen, deliren, delirtilen bir halkın, zalim bir iç savaş yaşayan Diyarbakırlı Kürtler'in bozguna uğratılan hayatlarına yıllardır içeriden tanıklık eden Suzan Samancı'nın, tam da çokkültürlü anayasal vatandaşlığın tartışıldığı ve Kürtlere özerklik isteyen '200 imzalı ilan' krizinin yaşandığı bugünlere denk gelen ve kimlik, öteki, delilik ve hakikat temaları çerçevesinde örülen ilk romanı Korkunun Irmağında, faşizmin aynı toprağın insanını yek diğerine nasıl kırdırttığını gösterirken yok olma muradına sarılan kahramanları ile öne çıkıyor.

İki çaresiz yılan

Tedirginlik, korku, sürgünlük ve işkencenin sistematik şiddetinin sürgittiği bir ortamda insanların, itirafçılık, koruculuk, dağlara çıkmak, dinden medet ummak ve intihar etmek dışında tek umarı delirmektir. Birbirine sarınmış iki çaresiz yılan, naçar eküridir korku ile delilik; nisyandan yeğdir, delirerek şirazenden çıkmak. Ve delirerek silinmek yeryüzünden, esir yaşamaktan evlâdır, dölü kurutulan bir halk için. Deliliğin kimi kez tek hakikat olduğunu kahramanları Gelin ve Akriman üzerinden manidar biçimde dile getiren Samancı; en yakınındakini öldürme arzusuyla kavrulan, bedensel tacize uğramışlığı kanıksayan, vitrinlerdeki buz bakışlı mankenlerin yüzünü parçalamak, göğüslerini kesmek isteyen Gelin'in soğukkanlılığı, parmakları kopan Yekta'nın buzul isyanı ve ancak beyaz ayakkabılarla gezerek kendini aklayabilen Akriman'ın ruh halleri içinden tahammül etmek zorunda bırakılan ruhun ve taşıyıcısı vücudun hür yaşayamayacaksa, dağılıp parçalanma ve uzayın sonsuzluğuna fırlama özlemini kurguluyor, delilik metaforu bağlamında.

Epik ve mitik bir anlatı

Korkunun Irmağında, klasik bir roman değil de; bir sanrının izdüşümü, bir karabasanının yazın aracılığıyla dile getirilişi. Romandan ziyade, uzun öyküye daha yakın bulduğum metinde, yine Güneydoğu, 25 yıl OHAL'e maruz bırakılmış Diyarbakır, mayınlı tarlalar, iç savaş, gerilla, itirafçı, korucu, yanmış yıkılmış köyler, adam kaçırmacılık oynayan çocuklar, yoksulluk, yoksunluk, şiddet ve cinnet ortamı var. Varoluşsal sorunlar, aşk sancıları, hedonist acılar değil; cam kırıkları, kendi yarasını yalayan bir halkın acılarına tuz basma çabası, birbirine tutunarak erinme, medet umma ereği var. Birbirine et ile tırnak gibi bağlı dört arkadaştır; Gelin, Yekta, Kendal ve Dara. Aralarına daha sonra Akriman katılır; ailesini iç savaşta yitirmiş, kocasına rest çekerek ayakta durmayı başarmış, yaptığı heykellerle özgürleşmeye çalışan bir Süryani kadınıdır, o. İşkence sonucu öldürülen Mizgin ile intihar eden Rojhılat ise; belli belirsiz hayalleri, bir yiten bir dirilen sızılı bedenleri ile Gelin'in de biz okurların da anlağından yitip gitmeyen birer gölge olarak romanın bilinçaltıdır, adeta. Yasaklı kitapları yutarcasına hatmeden, bir an önce evlenmesini isteyen annesi ile halasının ve hükümete yaltaklanan babasının karşı tavırlarına rağmen eğitimini sürdüren Gelin; işkenceye katlanacak kadar yüreklidir de âşık olmaktan korkacak kadar naiftir ve delirmeyi arzu edecek kadar da naçar. Uyumak ile uyanıklık arası bir düzlemde, kâbuslar ve hayallerle örülü evreninde sürekli ense ve sayı sayar, tabelaları tersinden okur. Herkesin herkesten şüphelendiği bir kentte biteviye adres değiştirir, gizlice buluşurlar; Kendal, Dara ve Yekta ile. Ancak gün gelecek buluşmaları engellenecektir; ilişkiler, sıkı denetlenen mektup satırlarına sıkışınca geçmiş ile gelecek birbirine karışır; ve kendimizi onların bilinç akışının seyrinde, kimi kez çağıldar kimi kez boğulurken buluruz.

Samancı, bildiğimiz poetik dilini bu kez destanların, mitlerin, kutsal kitapların diline tercüme etmiş. Büyülü bir gerçekçilik tadı duyumsanan romanı oluşturan kısa diyaloglar, birbirinden bağımsız olayları bir araya getiren uzun cümleler, bir rüyanın anlatımını çağrıştırıyor. Hikâye kitaplarında da sıkça rastlanan kimi betimleme, yöresel deyiş, sözcük ve özel isimlere romanında da yoğunlukla yer vermesi onun politik tavrının dışa vurumu; hafızası kastre edilmiş bir halka dair yazılan romanda, geri dönüşümlü bir kurgunun ve bilinç akışı tekniğinin kullanılması da içerik ile son derece uyumlu.

Kendi meselesi içinde dahi objektif olmayı başararak insanlığın dilemmalarını dile getirme konusunda da çok başarılı Samancı. Küçük memuriyetler ve statüler peşinde koşan, on beşlik kızlarını polislere satan aile büyüklerini anlatırken; delilik istencindeki psikolojik analizi denli, çaresizliğin insanı sürüklediği amansız yokuşları ifade edişindeki sosyolojik tahlilleri de yabana atılacak gibi değil.

Kürt yoktur

Yıllardır duruşundan, kentinden ve kimliğinden ödün vermeden, İstanbul'un ancak siyaseten görüp bildiği, hatta anti tezleştirdiği bir kentten yazıyor Suzan Samancı; 'ötekiler' olmasaydı 'biz' kimliğini safî bir bütüncüllük dahilinde kurabilecektik diye bağıran milliyetçi ideolojilerin yüzüne fırlatıyor sözcüklerini; tüm duyarlığını ve gerçeğini katarak... Peki, ne için kabullenilemiyor bir türlü bu gerçek? Neden Doğu'da Kürtler öldürülüyor, gözaltında kaybediliyor, en son Kızıltepe'de 12 yaşındaki bir çocuk PKK'lı yaftasıyla kurşunlanıyor? Yoksa gerçek değil mi? Freud, antisemitizme karşı "Yahudi yoktur" savsözünü önerir, bir strateji olarak. Çünkü ona göre sorun, Yahudi'de ya da Yahudi'nin özelliklerinde değil, Yahudi'nin gizli bir sırrı, biz ile ilişkisiz, otantik bir kimliği olduğuna inanan ırkçıda, ırkçılıktadır. Bu bakışla, ırkçı, Yahudi'nin (Kürdün ve tüm 'öteki' addedilenlerin) ideoloji ve söylem dışı bir alanda, objektif olarak varolduğuna inanan kişidir. Eğer 'öteki', olduğunu söylediğimiz şey değilse biz de kendi tasarımız değilizdir. Dolayısıyla, eksikliğini duyduğumuz, ötekilerin iye kılındığını düşündüğümüz bu yüceltilmiş nesne, kimi kez biz ile onlar arasında geçici barışın ikame nesnesi bile olabilir ki Samancı'nın kahramanı, finalde benzer bir burukluğu dillendirir: "Yüzümü bıçak gibi kesen soğuk rüzgârın uğultusuna karışan mahmuzların şıkırtısı beni alıp gri bir boşluğa sürüklerken 'En güç olan, acı olan insanın kendisini değişim nesnesi olarak kavramasıdır,' diye düşünüyordum."

Kadın olmak zaten bir gerilim; başlı başına bir polisiyenin kahramanı olmak. Peki hem kadın hem Kürt hem de yazar olmak? 20 yıllık savaş ortamında cezaevlerinin önünde, eylemlerde en önde yürüyen Kürt kadını savaş yıllarında hayli bilinçlendi. Ancak yine de bilinçlenmek, kadın ve yazar olarak yaşamayı kolaylaştırmıyor. Öyle ki Samancı, kadınları ve yaşadıkları sorunları anlattığı ilk kitabı Eriyip Gidiyor Gece'yi, yedi Cumhuriyet altınını satarak yayımlatmış. (Ki bu Cumhuriyet onun kendi dilini özgürce konuşmasına izin vermiyor!) Bunca susturulan insanın sessiz çığlığıyla kadimleşen bir coğrafyadan duyulan kadın yazarların sesi, dilerim ki kâim olsun!

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X