ISBN13 978-975-342-178-2
11x18 cm, 320 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Açılış bölümü, "Cascade Dağları", s. 7-11

Toz ve kan içinde ve dehşetin keskin kokusu burun deliklerinde çırılçıplakken, insan zihni zaman zaman tuhaf çağrışımlar yapar. Büyük kısmı yaşamayı sürdürebilme mücadelesiyle kırlarda geçirilmiş bir yarı-ömrün ardından, bir ölüm kalım kavgasının tam ortasında silik anıların nasıl olup da zihninde canlanıverdikleri, Gordon'a hâlâ garip geliyordu.

Kemik gibi kurumuş çalıların altında sığınılacak bir köşe bulabilmek için soluk soluğa umutsuzca sürünürken, çok eski bir anıyı burnunun altındaki tozlu taşlar gibi apaçık algıladı. Ilık, güvenli bir üniversite kütüphanesinde çağlar öncesinin yağmurlu bir öğle üzeri yaşanmış; müzikle, kitaplarla ve kaygısız felsefe avarelikleriyle dopdolu, yitirilmiş dünyalara ait, tamamen aykırı bir anıydı bu.

Bir sayfaya dizilmiş sözcükler...

Vücudunu sert ve amansız dikenlerin içinde sürüklerken beyaz üzerine siyah harfleri neredeyse görebiliyordu. Ve her ne kadar yazarın bulanık adını seçemediyse de, sözcükler tam bir berraklık içinde göründüler.

"Ölümün dışında, 'tam' bir yenilgi yoktur... Kararlı bir kişinin –elinde olanları da riske atarak– küllerin içinden bir şeyler çekip çıkaramayacağı kadar yıkıcı bir felaket olanaksızdır...

"Dünyada çaresiz bir insandan daha tehlikeli hiçbir şey olamaz..."

Gordon, çoktan ölmüş yazarın orada onunla, içine düştüğü belayı paylaşıyor olmasını diledi. Bu felaketin göbeğinde ne tür bir polyannacılık oynardı acaba, diye merak etti.

Sık çalılıklara balıklama dalarak yaptığı umarsız kaçışın yırtık ve çizikleri içinde, ne zaman havada süzülen tozlar onu aksırtacak gibi olsa, kımıldamadan yatıp gözlerini sımsıkı yumarak, elinden geldiğince gürültü çıkarmaksızın emekledi. İlerleyişi yavaş ve ıstırap vericiydi ve nereye gitmekte olduğundan bile tam olarak emin değildi.

Gordon, daha birkaç dakika önce, yalnız bir yolcu bugünlerde ne kadar rahat ve donanımlı olabilirse, öyle hissediyordu kendini. Şimdi ise yırtık bir gömlek, solmuş blucin ve çarık benzeri pabuçlarla kalmış durumdaydı – üstelik onları bile lime lime ediyordu dikenler.

Kollarında ve sırtında açılan her yeni çiziğin ardından yakıcı bir sızı vücudunu halı gibi örtüyordu. Ama bu berbat, kemik kuruluğundaki ormanda emeklemeyi sürdürmekten ve kıvrılarak giden patikanın onu yine düşmanlarının –pratik olarak onu çoktan öldürmüş olanların– kucağına düşürmemesi için dua etmekten başka yapacak bir şey de yoktu.

Sonunda, tam da bu cehennemlik bitki örtüsünün hiçbir zaman bitmeyeceğini düşünmeye başlamışken, ileride bir açıklık belirdi. Dar bir gedik çalıları yarıyor ve tepeden yuvarlanmış kayalarla kaplı bir yokuşa bakıyordu. Gordon sonunda dikenlerden kurtulabildi ve sırf o kuru çürümüşlüğün ısısıyla bozulmamış havaya şükrederek sırtüstü uzanarak puslu gökyüzünü seyre daldı.

Oregon'a hoş geldiniz, diye düşündü acı acı. Ve ben de Idaho'yu kötü bellemiştim.

Tek kolunu kaldırarak gözlerine dolan tozu silmeye çalıştı.

Yoksa asıl neden bu tür işler için artık yaşlanmış olmam mı? Ne de olsa, kıyamet ertesi dönem gezginlerinin yaşam beklentilerine fark atarak otuz yaşını geçmişti artık.

Of Tanrım, keşke yine evimde olabilseydim!

Minneapolis değildi düşündüğü. Artık oradaki otlaklar da on yıldan beridir yakasını sıyırmaya çalıştığı bir cehenneme dönüşmüşlerdi. Hayır, ev sözcüğü Gordon için belirli bir yerden çok daha derin anlamlar taşıyordu.

Bir hamburger, sıcak bir banyo, müzik, merthiolate...

... soğuk bir bira...

Soluması yavaşladığında başka sesler öne çıktı: neşeyle yapılmakta olan bir yağmanın gürültüleri. Dağ yamacının aşağı yukarı otuz metre kadar aşağısından geliyordu sesler. Zevkten dört köşe olmuş yağmacıların Gordon'ın eşyalarını parçalayarak attıkları kahkahalar.

... birkaç tanıdık mahalle bekçisi... diye ekledi Gordon, çoktan yitirilmiş dünyanın güzellikleri listesine.

Haydutlar onu bir akşamüzeri ateşinin başında mürver çayı yudumlarken hazırlıksız yakalamışlardı. Keçiyolundan yukarıya doğru üzerine gelirlerken bile o kızgın suratlı adamların Gordon'ı görür görmez öldürecekleri daha ilk andan aşikârdı.

Onların ne yapacaklarına karar vermelerini beklememişti. Kaynar çayı ilk soyguncunun kıllı suratına saçtıktan sonra kendini en yakındaki böğürtlen çalısının içine atmıştı. İki el silah sesi izlemişti bunu, o kadar. Haydutlar için tek bir kurşun bile onun kadavrasından çok daha değerli olsa gerekti. Mallarının tümüne el koymuşlardı zaten.

Ya da onlar öyle sanıyorlardı.

Aşağıdan görünmemek için geriye doğru çekilip kayalık tüneğinde dikkatle doğrulurken Gordon'ın yüzünde ince, acı bir gülümseme vardı. Yolculuk kemerindeki dal parçalarını temizledi ve yarı yarıya dolu matarasına çılgın bir istekle sarılarak kana kana içti.

İyi ki paranoya var, diye düşündü. Kıyamet savaşından bu yana kemerinin kendisinden bir kez bile ayrılmasına izin vermemişti. Çalılıklara balıklama dalmadan önce kapabildiği tek eşyası da o olmuştu.

Kılıfından çektiğinde .38'lik revolverinin koyu gri metali ince bir toz tabakasının altında ışıldıyordu. Gordon kısa namlulu silahındaki tozları üfledi ve mekanizmayı özenle gözden geçirdi. Gelen yumuşak şakırtılar başka bir çağın ustalığına ve öldürücü titizliğine tanıklık ediyordu. Eski dünya kıyıcılıkta da iyi bir iş becermişti.

Özellikle de öldürme sanatında, diye anımsattı kendine Gordon. Bayırın aşağısından boğuk kahkaha sesleri geliyordu.

Normalde silahına dört kurşun doldurmuş olarak yolculuk ederdi. Şimdi kemerindeki fişeklikten iki adet paha biçilmez mermi daha çekti ve horozun önü ve arkasındaki boş yuvalara yerleştirdi. "Ateşli silah emniyeti" artık önemli bir sorun sayılmazdı; özellikle de ölümünün bu akşam için beklenir hale gelmesinden beri.

Bir düşü kovalayarak geçirilmiş on altı yıl, diye düşündü Gordon. Önce, çöküşe karar verilen o uzun, beyhude mücadele... ardından Üç Yıllık Kış boyunca dişiyle tırnağıyla yaşamaya çalışmak... ve sonunda, on yılı aşkın bir süre oradan oraya sürüklendikten, açlık ve salgınlardan sakındıktan, lanet olası Holnistlerle ve yabanıl köpek sürüleriyle didiştikten sonra ... tüm bir yarı-ömrü gezgin bir karanlık çağ ozanı olarak harcayıp, bir gün daha kazanabilmek için yemeklerde şaklabanlık yaparken öte yandan da bir...

... bir yeri aramak...

Gordon başını salladı. Kendi düşlerini oldukça yakından tanıyordu. Bir aptalın fantezileriydi bunlar ve gerçek dünyada yerleri yoktu.

... birilerinin sorumluluğu üstlenecekleri bir yer aramak...

Düşüncelerini bir yana itti. Her ne arıyor idiyse, uzun araştırmaları burada son bulacağa benziyordu; bir zamanlar Doğu Oregon olan kuru, soğuk dağlarda.

Haydutların toparlanarak ganimetleriyle birlikte yola koyulmaya hazırlandıklarını aşağıdan gelen seslerden çıkarabiliyordu. Ponderosa çamlarının arasında tamamen kurumuş sarmaşıkların oluşturdukları kalın demetler, Gordon'ın yokuş aşağı görmesini engelliyordu, ama kısa bir süre sonra soluk av giysileri içindeki iriyarı bir adam kamp yerinin oralarda göründü ve dağ yamacı boyunca aşağı inen keçiyolunu izleyerek kuzeydoğu yönünde gitmeye başladı.

Adamın giysileri saldırının o ilk bulanık saniyelerinden Gordon'ın anımsayabildiklerini doğrular nitelikteydi. En azından saldırganlar ordunun ihtiyaç fazlası kamuflaj giysilerinden –Holn sağkalımcılarının alameti farikalarından– giymemişlerdi.

Bunlar sadece avam, sıradan, cehennemde yanası haydutlar.

Durum buysa, beyninde pırıldamaya başlayan planın kıymık kadar da olsa bir şansı var demekti.

Ola ki...

Haydutların ilki Gordon'ın dört mevsimlik ceketini beline dolamıştı. Montana'dan bu yana taşıdığı pompalı tüfeği de sağ koluna bir bebek gibi yatırmıştı. Sakallı haydut ardına dönerek "Haydi!" diye bağırdı. "Yeter artık eğlendiğiniz. Malları toparlayın ve kımıldayın!"

Liderleri olmalı, diye düşündü Gordon.

Daha ufak tefek ve kılıksız bir başka adam, kumaş bir torba ve kırık dökük bir tüfeği peşi sıra sürükleyerek çıktı ortaya. "Vay be, ne vurgun ama! Bunu kutlamalıyız. Malları götürdükten sonra istediğimiz kadar cila çekebilir miyiz, Jas?" Küçük hırsız heyecanlı bir kuş gibi zıp zıp zıplıyordu. "Hey, yabangüllerinin içine kovaladığımız küçük tavşanı duyduklarında Sheba ve kızların göbekleri çatlayacak. Böyle hızlı koşanını hiç görmemiştim!" Kıkırdadı.

Gordon yaralarına bir de bu hakaret eklenince suratını astı. Bulunduğu her yerde neredeyse aynı şeyle karşılaşmıştı – bu kadar yıldan sonra bile hiçbir zaman alışamadığı bir kıyamet sonrası duyarsızlığı. Tüneğinin kenarından sadece tek gözü ile dikizleyerek derin bir nefes aldı ve haykırdı:

"Kendini şimdiden kafa çekmeye hazırlamasan iyi edersin, Ayı Kardeş!" Adrenalin sesini istediğinden daha tizleştirmişti, ama bu konuda yapacak bir şey yoktu artık.

İriyarı adam kendini telaşla yere attı ve yakınındaki bir ağacın arkasına sürünerek siper aldı. Ancak, sıska hırsız yamacın yukarısına doğru hâlâ aptal aptal bakıyordu.

"Ne?.. Kim var orada?"

Gordon bir parça rahatladığını hissetti. Kahpe çocuklarının tavırları gerçek sağkalımcılar olmadıklarını gösteriyordu. Holnist ise kesinlikle değildiler. Aksi takdirde şimdiye dek çoktan ölmüş olurdu.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X