ISBN13 978-975-342-289-5
11x18 cm, 400 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Bölüm 1, "Triton'da Sorun veya Der Satz", s. 13-20

Erkekler ko-opunda (Yılan Yuvası) yaşamaya başlayalı altı ay olmuştu. Şu ana kadar her şey yolunda gitmişti. Böylece, saat dörtte, hegemonya lobisinden çıkıp Işıklı Plaza'nın kalabalığı arasında gezinmeye başladığında (Plaza'nın çevresindeki ışıklar ikinci yılN'nin on beşinci ay-ötesinin otuz yedinci gününü gösteriyordu – hem Dünya hem de Mars için, ve hatta tüm o siyasi safsatalar ne derse desin buradaki resmi evrakların pek çoğuna göre de, bu 2112 yılı Bahar'ında herhangi bir gündü) eve yürümeye karar verdi.

Bir yandan da şöyle düşünüyordu: Ben makul derecede mutlu biriyim.

Duyusal kalkan (yukarı baktı: – Şehir kadar büyüktü) pembe, turuncu ve altın renkli girdaplar oluşturuyordu. Sanki dev bir pasta bıçağı tarafından düzgünce kesilmiş gibi yusyuvarlark görünen Neptün, akıl almaz turkuaz renkler saçarak doğmaktaydı. Memnun muydu? Oldukça. On bin arkadaşının arasında, güçlendirilmiş yerçekimli bir ortamda yürüyüşe çıkmıştı. Tethys? (Hayır, Satürn'ün o minik ayı değil – yüz yirmi beş yıldır şehre adını veren bir araştırma istasyonu.) Diğer yerlerle karşılaştırıldığında, ki kendisi de birkaç farklı yerde yaşamıştı, pek büyük sayılmazdı.

Birden merak etti: Yoksa sadece, mutluluk verecek derecede makul biri miyim?

Ve kalabalığı yararak ilerlerken gülümsedi.

Ve bunun kendisini etraftakilerden ne kadar farklı kıldığını merak etti.

Bunu anlamak için (kaldırımdan aşağı adımını attı) herkese bakamam ki.

O zaman beş kişi? İşte: epeyce düzgün görünüşlü, altmış yaşlarında –eğer gençleştirme tedavisi görmüşse biraz daha yaşlı olabilir– yüksek topuklu, mavi çizmelerle caddede yürüyen şu kadın; mavi dudakları, ve göğüslerinin üzerinde de mavi halkalar var.

Genç bir erkek (on dört? on beş?) kalabalıktan sıyrılarak kadının yanına geldi, mavi tırnaklı eliyle kadının mavi tırnaklı elini tuttu ve (mavi mavi) sırıttı.

Kadın da, geleni tanıdığını belirten bakışlarla, mavi kirpiklerini kırparak ona gülümsedi.

Gerçekten mi? Bir erkekte göğüs halkaları? (Hem de çok genç bir erkekte.) Sadece estetik bakımdan: bu tür halkaların az veya çok göğüsleri a) öne doğru dikleştirmesi, b) şişirip büyütmesi beklenmez mi? Ama onunkiler öyle değildi.

Kadının her iki mavi topuklu ayağı da kaldırımdaydı. Erkeğinkilerin ise her ikisi de caddedeydi. Rengarenk kalabalığa doğru ilerlediler.

Ve bu ikiliden sadece birine bakmaya niyetlenmiş olmasına rağmen ikisine birden baktı.

İşte: ulaşım istasyonundaki gişenin yanında, üzerinde kestane renkli bir önlük bulunan uzun bir adam, etrafındaki pek çok kadının arasında sıkışıp kalmıştı. Kafasının üzerinde asılı duran bir çeşit kafes vardı. Yakınlaştıkça ellerinin etrafındaki kafesler de belli oluyordu: tellerin arasından üzerindeki boya lekelerini görebilirdiniz; boya tırnaklarına da bulaşmıştı; parmaklarındaki eklemler oldukça kaba görünüyordu. Önemli bir mevkii sahibi olan, ve belki de tesisatçılık ya da marangozluk gibi bayağı hobilere ayırabileceği kadar çok zamanı ve kredisi olan bir yönetici.

Marangozluk?

Kamburunu çıkararak yana çekildi. Ağaç ve zaman israfından başka bir şey değil.

Bu kalabalıkta bakabileceği başka kim vardı?

Kirli ayaklarını sürüyerek minik adımlarla ilerleyen on, on beş –yaklaşık iki düzine kadar– çocuk, mırıltılar çıkararak üzerine doğru geliyordu. İnsanlar geri çekildi. Benim derdim, diye düşündü, kirli olmaları ya da üzerlerindeki paçavralar değil, ama şu mahzun halleri... Yedi yıl önce kendisi de Zerdüşt Işığının Yoksul Çocukları ve Değişen Gizli İsim toplantılarına katılmış, ilk üç ders sonunda Doksan Yedi Söylenebilen tekerleme/mırıltıdan ilkini öğrenmişti: mimimomomizolalilamialomu– elamironoriminos... Aradan bu kadar zaman geçtikten sonra on üçüncü ve on yedinci hecelerden o kadar da emin değildi. Ama neredeyse tamamını hatırlıyordu. Ve ne zaman Yoksul Çocuklar geçse kendini, her seferinde tekrar ettiği bu tekerlemeyi ses ve hecelerin oluşturduğu o belirsiz gürültünün arasından seçmeye çalışırken buluyordu. Hepsi de değişik hece zincirleri (bazılarını baştan sona söylemek bir saatten fazla sürüyordu) mırıldanmakta olan bir düzineden fazla çocuğun arasından birini seçmeyi bekleyemezdiniz. Halka açık bir yerde en temel söylenebilir tekerlemeyi mırıldanan bir çocuğun ne değeri olabilirdi ki zaten? (Akademi'deki Toplu İlahiler Korosu'na katılabilmek için bu tekerlemelerden on yedi kadarını bilmek gerekiyordu.) Gene de dinledi.

Titrer gibi hızla açılıp kapanan dudakları ve sımsıkı yumulmuş gözleriyle Tekerlemeciler, ellerindeki plastik kapları hızla sallayarak dileniyorlardı – ama gerçekten de kapları o kadar hızlı sallıyorlardı ki, içlerine bir şey koyabilmek imkânsızdı. Çocuklar geçerken kaplardan birinde çok eski bir anahtar, bir diğerinde ise bir Protyyn (kabı yırtılmış) ile beş franklık bir jeton olduğunu fark etti. ("Ben çalındığını bildirene kadar bunu kullan, yoksa fatura çok pahalı olur," diye alaycı bir tavsiyede bulundu biri.) Grubun ortasındakilerden bazılarının yüzüne toprağa bulanmış paçavralar bağlanmıştı. Aşınmış uçları, traşsız çenelere çarpıp duruyordu. Elinde sarı renkli, çatlak bir kap bulunan bir kadın (neredeyse sevimliydi, ama saçları öylesine birbirine yapışmıştı ki, pul pul kabarmış olan kafa derisini görmek mümkündü) sendeleyerek kenara geldi, gözlerini açtı ve doğruca kendisine bakmaya başladı.

Kadına gülümsedi.

Gözler gene kapandı, başını iyice omuzlarının arasına çekti ve yanında durmakta olan birini dürterek elindeki kabı ve yerini ona verdi, ve sımsıkı yumulmuş gözleriyle ayaklarını sürüyerek yürümeye devam etti: derken (evet, bu kadın bugün inceleyeceği dördüncü kişiydi) çekingen hareketlerle kalabalığa daldı ve aralarında kayboldu.

İleride insanlar gülüyordu.

Oraya baktı.

Şu yönetici, kalabalıktan ayrı bir yerde durmuş, kafesli ellerini sallayarak iyilikle etrafındakilere sesleniyordu: "Görmüyor musunuz?" Yüksek ve hiddetli bir sesle konuşuyordu. "Görmüyor musunuz? Baksanıza! İstesem bile size hiçbir şey veremem! Bu haldeyken ellerimi cüzdanıma atıp içinden bir şey çıkaramam. Baksanıza!"

Yönetici, hem aklı hem de vücudu sakatlayan, az bilinen fakat bir o kadar da şiddet dolu bir tarikatın üyesi olduğu izlenimini vermeyi umuyordu – ta ki dilencilerden biri gözlerini açıp da aldatılanın inanç değil görenek olduğunu anlayana dek. Gözlerini kırpan (sadece yeni üyelerin gözleri bağlıydı, bu onların, İlahi Rehber'in o gıpta edilen dış görünüşünü görmelerini engelliyordu) elindeki kaseyi bırakarak, az önceki kadının yaptığı gibi aralarında kaybolması gerekiyordu.

Adam söylevine devam etti, Yoksul Çocuklar da ayaklarını sürüyerek mırıldanmaya.

Tekerlemeciler bu tür saygısızlıkları görmezden gelir, insanların gözüne girmeye çalışır ve bununla iftihar ederlerdi. Yedi yıl önceki toplantılarda kendisine bu talimatlar verilmişti.

Gene de, şakayı biraz tatsız buldu.

Tekerlemeciler, kendilerine ne kadar gülünürse gülünsün, ciddiyetlerini bozmuyorlardı. (Yedi yıl önce kendisi de ciddiydi. Ama aynı zamanda da tembeldi ve öyle sanıyordu ki bu yüzden bugün bir tekerlemeci değil, bir ısmarlama bilgisayar meta-mantığı tasarımcısıydı.) Adam da muhtemelen bir yönetici değildi zaten, daha çok tuhaf bir zanaatkara, bu tür bayağı hobilere ayıracak pek vakti ve kredisi olmayan yöneticiler için çalışan birine benziyoru. Yöneticiler, ne kadar iyi kalpli olurlarsa olsunlar, caddelerde dolanıp dini nutuklar çekmezlerdi.

Ama kalabalık Yoksul Çocuklar'ın etrafını çevirdi. Onlara sataşan adam vaz mı geçmişti, yoksa başarılı mı olmuştu? Ayak sesleri, konuşmalar ve geçen insanların gürültülü kahkahaları ilahinin hafif uğultusuna karışıyor, ve onu bastırıyordu.

Şimdi de şeye baktı... neye?

Beşte dört? Bu dördü, makul ve mutlu biri için iyi seçimler değildi. Peki beşinci kim olmalıydı?

Ulaşım istasyonundaki gişenin yanında, kaleydoskop gibi sık sık değişen renklere bezenmiş altı ego yükseltici (hepsinin de üzerinde "TOPLUMDAKİ YERİNİZİ BİLİN," diye yazıyordu) kabini vardı.

Ben mi? diye düşündü. Evet, tabii. Ben.

Eğlenceli olacağa benziyordu.

Kabinlere doğru yürümeye başladı, biri omuzuna çarptı; sonra gişeden kırk kişi çıktı ve hepsi de onunla en yakın kabin arasından yürümeye karar verdiler. Beni alıkoymalarına izin vermeyeceğim, diye düşündü. Fikrimi değiştirmiyorum: ve aynı sertlikle o da bir başkasının omuzuna çarparak karşılık verdi.

Sonunda, kabinlerden birini kaba bir hareketle tuttu. Kalın perde (gümüş rengi, mor ve sarı) sallanmaya başladı. Perdeyi çekerek içeri girdi.

On iki yıl önce bir kamu kanalı büyük gürültüler koparmıştı; çünkü hükümet, kendisinden kredi alan ve hükümet kimlik kartına sahip olan her vatandaş hakkında, her biri ortalama on saat süren video kayıtlarından ya da başka yöntemlerle kaydedilmiş bilgilerden oluşan bir arşiv oluşturmuştu.

On bir yıl önce bir başka kamu kanalı ise, bu bilgilerin yüzde doksan dokuz nokta dokuz ve daha pekçok dokuzluk bir kısmının a) hiçbir zaman insan gözüyle kontrol edilmediğine (bu bilgiler makinalar tarafından alınıp kaydediliyor ve kataloglanıyordu), b) tamamıyla zararsız bilgiler olduğuna, ve c) hükümet güvenliğine en küçük bir zarar bile gelmeden kolaylıkla halka açıklanabileceğine işaret etmişti.

On yıl önce her vatandaşın, hükümetin kendisi hakkında toplamış olduğu bilgileri gözden geçirme hakkı olduğunu öngören bir yasa kabul edilmişti. Bir başka kamu kanalı ise, hükümetin artık vatandaşlar hakkında bu tür bilgiler toplamaya bir son vermesi gerektiğini söyleyerek yine büyük tartışmalar koparmıştı; ancak bu tür sistemler, bir kez kuruldu mu, çok kararlı bir biçimde başka sistemlerle bütünleşir: bu sisteme bağlı işler oluşur, yerler, binalar ayrılır, revize edilmesi çok zor, tamamen ortadan kaldırılması ise daha da zor olan bu türden çok kararlı bir sistemin nasıl daha etkin bir hale gelebileceği konusunda araştırmalar yapılır.

Sekiz yıl önce, adı daha önce hiç duyulmamış olan biri, Hükümet İstihbarat Kayıt Projesi'ne küçük bir miktar da olsa mali (ve ümit ediliyordu ki biraz daha fazla miktarda da psikolojik) destek sağlamak amacıyla bu ego-yükseltici kabin fikrini ortaya attı. Makineye iki franklık bir jeton at (önceleri yarım franktı, ama bir yıl kadar önce jetonlar yine değer kaybetmişti), hükümet kimlik kartını yerleştir ve otuza kırklık bir ekranda, hükümetin istihbarat dosyalarından gelişigüzel seçilmiş üç dakikalık bir konuşma kaydını da içeren kendi videonu izle. Ekranın yanındaki (bu kabinde, biri garip bir biçimde ekranın üzerine kırmızı şurup dökmüştü; şurubun bir kısmı başparmakla yayılmış, bir kısmı da tırnakla kazınmaya çalışılmıştı) açıklama levhasında şunlar açıklanıyordu: "Yüzde doksan dokuz nokta dokuz ve daha pek çok dokuz ihtimalle izlemek üzere olduklarınızı daha önce hiç kimse izlemedi. Veya," diye devam ediyordu neşeli açıklamalar, "bir başka deyişle, bugün bu kabinden çıkar çıkmaz beklenmedik bir kalp krizi geçirme olasılığınız, bu gizli bilgilerin sizinkilerden başka herhangi bir insanın gözleri tarafından izlenme olasılığından daha yüksek. Kartınızı ve jetonunuzu geri almayı unutmayın. Teşekkürler."

Kendisi de haftalarca kamu kanallarında çalışmıştı (kopya araştırmacısı olarak, bu sırada akşamları da meta-mantık kurslarına devam ediyordu) ve, sekiz yıl önce, bu kabin müessesesi ortaya çıktığında dehşete düşmüştü. Bu sanki (böyle düşünüyordu, bunu başkalarına da defalarca söylemiş ve defalarca onların kahkahalarıyla karşılaşmıştı) Dünya'daki 2. Dünya Savaşı sırasında Almanların daha savaş bitmeden önce Daschau ya da Auschwitz'i para kazandıracak birer turistik merkez haline dönüştürmeye karar vermeleri gibi bir şeydi. (Hiç Dünya'ya gitmemişti. Ama giden birkaç kişiyle tanışmıştı.) Ama bunu büyük bir olay yapmamıştı, bu sadece, aynı dünyayı paylaşmak zorunda olduğu ve yalnızca eğlenceli yanları görülmesi gereken pek çok sinir bozucu şeyden biriydi. İki yıldır, kabinleri teoride gülünç bulmasına rağmen sessizce protesto etmiş ve hiçbirine girmemişti. Nihayetinde tanıdığı hiç kimsenin bu kabinlere girmemiş olduğunu anlayana kadar da bu protestosunu sürdürmüştü: onlar, üzerinde insanların yaşadığı bütün Dış Uydular'da bulunan ve bu kabinleri ziyaret eden milyonlarca insanı da, sıradan, düşüncesiz, siyasi sorumluluktan uzak ve sıkıcı buluyorlardı ve bu da, sadece önyargıları nedeniyle de olsa bu kabinleri hiç kullanmayanların değişik bir tip olarak nitelenmelerini can sıkıcı bir biçimde kolaylaştırmıştı. Bir tip olmaktan nefret ediyordu. ("Sevgili genç adam," demişti Lawrence, "herkes bir tiptir. Sosyal zekânın gerçek göstergesi, belli bir baskı altında kaldığımızda davranışlarımızı, belli bir tipte insan olarak bizden beklenilen davranış biçimine göre ne kadar sıradışı yapabildiğimizdir.") Böylece, nihayet (beş yıl önce? Hayır, altı) kabinlerden birine girmiş, çeyrek franklık jetonunu (evet, o zamanlar çeyrek frank idi) ve kartını yerleştirmiş, ve üç dakika boyunca, bir ulaşım platformunun üzerinde durup, zaman zaman koltuğunun altındaki mavi tarife broşürünü çıkararak ulaşım gelmeden önce bir göz atabileceği kadar vakti olup olmadığını tartıştığı sırada alınmış görüntüsünü izlemişti, bu arada da, anlaşıldığına göre kendisinin üçüncü kredi derecesine yükseltilmesi üzerine telefonda sürüp giden bir tartışmadan kaydedilen sesi, küskünlükle ısrar arasında gidip geliyordu.

Eğlenmişti.

Ve, gariptir ki, güveni de tazelenmişti.
("Aslında," demişti Lawrence'a, "işin gerçeği ben bu kabinlere girdim, bir kaç kez. Arada bir, başka herkesin yaptığı şeylerin tersini yapmaktan ancak gurur duyarım." Buna karşılık Lawrence –yetmiş dört yaşındaydı, homoseksüeldi ve gençlik tedavisi görmemişti– vlet tablasına bakarak şöyle mırıldanmıştı: "Bu da bir tip.")

Gevşek bağlanmış olan bir ipten ibaret kemerinin üzerindeki keseden kartını çıkardı, iki franklık jetonunu buldu ve, başparmağıyla jetonu atıp kartı da yerine yerleştirdi.

Ekranın en üstünde boydan boya ismi yazıyordu:

BRON HELSTROM

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X