ISBN13 978-975-342-760-9
13x19,5 cm, 200 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Vahşi Hafiyeler, 2007
Uzak Yıldız, 2008
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Zeynep Heyzen Ateş, “Güzel kelimelerin ve mistik gerçekçiliğin adamı”, Radikal Kitap Eki, 19 Şubat 2010

Bir yazar, yazarların ülkeleri dilleridir demişti. Kulağa demagojik geliyor ama ona katılıyorum.” Böyle diyordu kendinizi Güney Amerikalı mı yoksa İspanyol olarak mı görüyorsunuz sorusundan sıkılan Roberto Bolano 1999 yılında aldığı Romulo Gallegos Prize’ın ödül töreninde. Venezuela hükümeti tarafından yılın en iyi İspanyolca romanına verilen bu ödülü Vahşi Hafiyeler romanıyla kazanmıştı ve kariyerinin belki de zirvesindeydi. Bundan yaklaşık on yıl sonra 2666’nın İngilizce çevirisi akla hayale sığmayacak bir başarı elde edecek ama ne yazık ki yazar o günleri göremeyecekti.

Latin Amerikalı iki şairin yirmi yıla yayılan hikâyesini anlatan Vahşi Hafiyeler, Bolano’yu edebiyatın meşhur isimleri arasına kattı, Güney Amerika’nın en önemli yazarlarından birine dönüştürdü. Marquez ve Ariel Dorfman gibi yazarların onu ‘yaratıcı’ ve ‘yetenekli’ gibi ciddi iltifatlar olarak değerlendirilmesi gereken sıfatlarla nitelemelerine yol açtı. O dönemde kendisi ne ün ne de ekonomik değer olarak bu iki ismin yakınından bile geçmiyordu ama önünün açık olduğu kesinleşmişti.

Bu yazıya Pessoa’nın sözüyle başlamamın en önemli nedeni, Roberto Bolano’nun en sık karşılaştığı “Nerelisiniz, kendinizi nereli olarak görüyorsunuz?” sorusunun yanıtının Bolano’nun edebiyatında önemli bir rol oynaması. 1953 yılında Şili’de doğan ama yirmi yıldan uzun süre İspanya’da yaşayan –ve orada ölen– aradaki süreyiyse Meksika’da geçiren Bolano’nun kitaplarında dekordan içeriğe bu ülkelerin izlerini tek tek sürmek mümkün. Yazarın yanıtına gelince: Bilindiği kadarıyla tek bir kez, son röportajında, Playboy’a “Ben Güney Amerikalıyım” demişliği var; onun dışında hep “benim ülkem İspanyolca” yanıtını veriyor. Hayatı da buna uygun geçiyor zaten.

Terörist olarak Bolano

Boksörlük yapan bir kamyon şoförüyle bir öğretmenin Santiago’da doğan oğlu, Bolano, disleksik olduğu için zorlu bir okul hayatı geçirmiş. Bu dönemle ilgili fazla bir şey bilmiyoruz, Bolano hakkında bildiklerimiz, ailesinin 1968’de Meksika’ya taşınmasıyla başlıyor. Bu dönemde Bolano sol görüşlü, sağ duyulu siyasi bir aktivist ve gazeteciye dönüşüyor. Bolano’nun hayatındaki en önemli olaylardan biriyse pek çok kitabında öyle ya da böyle izlerini görebileceğimiz Şili’ye dönüş. Allende’yi desteklemesi, Pinochet’nin darbesi ve Bolano’nun ‘terorist’ damgası yiyerek tutuklanıp sekiz gün hapis yatması. Şansa, gardiyanlardan ikisi eski okul arkadaşı çıkınca hapisten çıkmayı başarıyor. (Bu olay Dans Kartı hikâyesinde anlatılır, şöyle yazar Bolano: “Ne öldürüldüm, ne işkence gördüm ama saatler boyunca diğerlerine yapılan işkencelerin sesini duyardım.”) Şili’den ayrılan yazar sonraki yılları serserilik yaparak ve ülkeden ülkeye dolaşarak geçiriyor. Farabunda Marti Özgürlük Cephesi’nden gerillalar ve El Salvadorlu şair Roque Dalton’la birlikte bir süre El Salvador’da yaşadıktan sonra Meksika’ya geri dönüyor. Bohem bir şair olarak geçen günlerin ardından soluğu İspanya’da (Barselona) alıyor.

Evlenip küçük bir Katalan sahil kasabasına taşınan Bolano’nun sonraki yılları çöpçülük ve garsonluk gibi işlerle geçiyor. Aslında kırklı yaşlarında şiiri bırakana kadar Bolano’nun yazdıklarından bir gelir elde ettiği veya edebi açıdan dikkat çeken metinler ürettiği söylenemez. Bolano’nun Bolano olması, kullandığı biçim, dil ve içeriğinin ifade şeklindeki orijinal hava, şairliğine bağlansa da kendisi aslında iyi bir şair değil. Oğlu doğduğunda, ailesine bakmak zorunda olduğu için kendisine para kazandıracağını bildiği düz yazıya geçtiğini söyleyen Bolano’nun doğru karar verdiği kısa sürede ortaya çıkıyor.

Ardından gelen süreçte birbiri üstüne dikkat çekici romanlarla karşılaşıyoruz: Vahşi Hafiyeler, Uzak Yıldız, Katil Orospular, 2666.

2003’teki ölümüne gelince... Bu konuda pek çok dedikodu olsa da tümünü bir tarafa bırakıp karaciğer yetmezliğinden öldüğünü belirtmekle yetineceğim. Edebiyatla az çok ilgilenen herkesin bildiği üzere 2666, 2008 yılında İngilizceye çevrildiğinde büyük yankı uyandırdı ve yazar, ölümünden sonra ABD’nin prestijli ödüllerinden National Book Critics Award’a layık bulundu. (Posthumous kelimesini Romalı gladyatörlerin adına benzettiğini söyleyen bir yazar için ironik bir durum.)

Roberto Bolano, Güney Amerika’nın artık ütopyalara inanmadığı, cennetin cehenneme döndüğü bir dönemde ortaya çıkmıştı –bu dehşet hissini ve kaçma arzusunu başta 2666 olmak üzere bütün eserlerinde görmek mümkün– ama Güney Amerikan edebiyatında farklı bir sayfa açılmasını sağladı, ‘zor okunan’ kitapları yeniden listelere, insanların kütüphanelerine soktu. (2666 en zor okunan kitaplardan biri seçildiği halde sabah programları dahil her yerdeydi.) Şair misiniz, romancı mı sorusuna “şiir yüzümü daha az kızartıyor” yanıtını veren Bolano güzel kelimelerin ve mistik gerçekçiliğin adamıydı. Keşke yaşarken de ilerde elde edeceği tanınmışlığın ve kabullenilmişliğin tadını çıkarabilseydi.

Rüyaya veya kâbusa dönüşen bir anlatım

Vahşi Hafiyeler ve 2666 gibi romanlarıyla –ve romanlarının uzun olmasıyla– meşhur olan Bolano’nun kısa öykülerini bir araya getiren Katil Orospular adından da anlaşılacağı üzere provokatif bir kitap. Yazarın kendisinin de saldırgan bir tavır sergilemekten ne kadar hoşlandığı düşünülecek olursa ne bu isim ne de içeriğin sertliği okuyucuyu şaşırtmalı. Kitapta on üç öykü var. Bolano on üç sayısını bilinçli olarak, batıl inançlı olmadığını göstermek için seçmiştir büyük ihtimalle.

Hikâyelerin çoğunun otobiyografik bir havası var. Gerçeğe sadakat konusunda fazla katı davranılmadığı sürece anlatılanların ana hatlarının yazarın biyografisiyle denklikler taşıdığını söylemek mümkün. (Bu detaya geri döneceğim.) Görüşleri ve hüznüyse bütün sayfalara sinmiş durumda. “Tuhaftır ama öyle, Mauricio Silva, namı diğer Göz, korkak yaftası yapıştırılmak pahasına her zaman şiddetten kaçmayı denedi; ama şiddetten gerçek şiddetten kaçılamaz, en azından 1950’lerde Latin Amerika’da doğan, Salvador Allende öldüğünde yirmili yaşlarını süren bizler kaçamayız.”
(Evet, biliyorum, Neruda’nın gölgesinde duran bir cümle gibi görünüyor ama belki de bu yüzden güzel. Bolano diğer yazarlardan etkilendiğini asla saklamayan ve bu tür yorumlardan gocunmayan bir yazardı zaten.) Bolano’nun en meşhur öyküsü olan Dans Notları da bu görüşü, şiddetin Güney Amerika’sını doğrulamak istercesine sergileniyor Katil Orospular’da. Sürgün, baskı ve işkence. Rüyaya veya kâbusa dönüşen bir anlatım.

Bir yazarın kalitesi, diğer gerekçelerin yanı sıra yazdığı eserin zihni ne kadar kışkırttığıyla da değerlendirilebilir. Bolano’nun eserlerinde bu kışkırtıcılığın her türüne rastlamak mümkün. Bulmaca üstüne bulmaca. Ama Katil Orospular gibi bir yapıtta bu bulmacalar arasında belki de en önemlisi yazarın sesiyle ilgili doğru kararı vermek. Bu noktada cesur davranıp İspanyolca edebiyatı ikiye ayıracağım. İlk gruptaki yazarların çoğunlukla belirgin bir sosyal, siyasi ve ahlaki görüşleri var ve romanlarının/ hikâyelerinin/ şiirlerinin içerikleri, biçimleri, kullandıkları jargon ayrı olsa da bu görüşlerin izini sürmek her daim mümkün. Kim Molina; kim Galeano. İkinci grup yazardaysa, yazarın sesi ağırlıklı. Hikâyenin kahramanı kim olursa olsun, asıl kahraman onlar. Örneğin Goytisolo ve Migual Ostiz.

Bolano da ilk bakışta bu ikinci gruba giriyormuş gibi görünüyor, oysa onunki bir tür ayna oyunu. Size tuzak kurup kurmadığını asla tam olarak çözemiyorsunuz. Anlattığı gerçeklik aslında sahte; öykü mü yazarı gizleyen bir perde yoksa yazar mı öyküyü uykuyla uyanıklık arasındaki belirsizliğe taşımak için kullanılan bir öğe asla emin olamıyorsunuz. Saklanan kişi yazar mı, yoksa gerçek anlatılan karakteri saklamak için mi kullanılıyor? Belirli bir yanıtım olduğu için yazmıyorum bunları, Bolano’yu ne kadar okursam, Bolano üzerine yazılanları ne kadar okursam yanıtın benden o kadar uzaklaştığını söylemek için yazıyorum. İyi de otobiyografik öğelerin kurgu olduğunu bilmek, gerçeğin gerçek olana gerçek dışı bir boyut kazandırmak için kullanıldığını söylemek bize ne kazandırıyor? Fazla bir şey olduğu söylenemez, belki vasatın üzerinde bir başlangıç noktası ama yolun nereye gittiği hâlâ belirsiz. Niyetim akademisyenlerin yapmaktan hoşlandıkları üzere Bolano’nun yapıtını bir satranç tahtası olarak görmenizi sağlamak değil. Öylesi çok yorucu olurdu ve iyi edebiyat eseri (yorsa da) yorucu değildir, ama Bolano’daki kurnazlıklara biraz olsun dikkat etmenizi sağlamak.

Katil Orospular, Roberto Bolano’ya başlamak için harika bir kitap. Ya da Bolano’yu bitirmek için harika bir kitap. 2666 gibi ağır örneklerle kıyaslandığında ‘sudan’ bile denebilir. Bir keresinde öykü kitaplarını değerlendirirken öykülerin bütünlüğüne, birbirleriyle ilişkilerine de bakmak gerektiğini okumuştum. Bu kitapta illa bir kusur arayacak olsam kesinlikle öyküler arasındaki dengesizlik olurdu ama akademik anlamda başarılı görünmek adına bu tür boşluklar aramayacağım. Bolano’nunkiler lezzetli öyküler, okuyucuyla baş başa bırakılmayı hak ediyorlar. Yakında 2666’ya da kavuşmamız dileğiyle.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X