ISBN13 978-975-342-867-5
13x19,5 cm, 280 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Psikodinamik Psikiyatri ve Normaldışı Davranışlar, 1975
İnsan Olmak, 1983
Psikanaliz ve Sonrası, 1988
Varoluş ve Psikiyatri, 1990
Kırmızı Kitap, 1993
Dersaadet'te Dans, 1996
Bir Günlük Yerim Kaldı İster misiniz?, 1997
Kimbilir?, 1998
Kızarmış Palamutun Kokusu, 2001
Hayat, 2002
Tren, 2004
Seyyar, 2005
Kuru Su, 2008
Zamane, 2010
Rastgele Ben, 2014
Orada, Bir Arada, 2017
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Eray Ak, ''Bugünlerin ‘üst kurmacası’'', Cumhuriyet Kitap Eki, 24 Mayıs 2012

Engin Geçtan yapıtlarını okuyanlar bilir her satırda keskin bir zekânın kol gezdiğini. Bu keskin zekâ, okurunu bazen sürprizli sona doğru akan bir nehirde yolculuğa, bazen insan arası ilişkileri dumura uğratan noktalardaki kesişmelere bazen de toplumsal konuların tam göbeğine götürür. Geçtan’ın okur karşısına çıkan son romanı Mesela Saat Onda’da yazarın işte bu tüm yazı niteliklerinin hepsini bir arada görmek mümkün.

Mesela Saat Onda her şeyden önce bir kaos roman. Bellibaşlı bir kahramanı, düz çizgide akan bir kurgusu ya da tek konuya odaklanmış bir yapısı yok ama bir taraftan da tüm bunların hepsini tek tek içinde barındırıyor. Geçtan’ın marifeti de tam bu noktada ortaya çıkıyor. Roman kişisi, kurgusu ve konusu noktasında “her şeyin” kendi hikâyesini taşıdığı malzemeyi özgün biçimde yontarak bir roman ortaya çıkarıyor. Böyle bir roman yaratmaktaki amaç da yazarın alışık olduğumuz özelliklerinden birini öne itiyor: Bin türlü renkle bizi yine bize anlatıyor Geçtan.

Romanın her ne kadar belli başlı bir kahramanı yoksa da hikâyesinin ateş almasında öne çıkan iki karakteri tanımak gerekir. Bundaki amaçsa yazarın hangi uçları bir araya getirdiğini daha net görebilmek. Tesadüflerin ve aklın zor kestiği kesişmelerin doğurduğu bu romanın hangi zıt kutuplardan sürüklenerek kendi hikâyesini yarattığı hakkında fikir sahibi olabilmek. Bir kartopu etkisiyle büyüyen romanı, daha avuca sığan bir kütleyken yakalamak...

İki farklı dünya

Sahneye ilk çıkan kahramanımız Otuz Damacana. “Adı Otuz, yaşı yirmi dokuz. Çevresine testosteron kokusu yayanlardan değil, ama vaktiyle şeytan tüyü, şimdilerde karizma denilen o şeyden var hücrelerinde. O bunun pek farkında değil, hayatı yaşlı kadınları mutlu etmek üzerine kurulmuş. Varolduğunu hissedebilmek için sürekli beslenmesi gereken hayati bir gıda bu, ama böyle bir hayatın zorlu yanı da var. Yaşlı kadınlarla ilk beraberliklerinde doruğa ulaştığı anda, bu arzu nesnelerinin hepsi birer nineye dönüşüveriyorlar aniden. Oysa nineler daha ve daha çok talep ediyorlar, hatta bazıları tapusuna bile el koymaya kalkıyor, ama bir süredir artık onları memeden kesme konusunda da uzmanlaştı. Para ya da hediye kabul etmez, bir otele gidildiğinde masrafları kendi karşılar. İyi kazanıyor, bir otobüs işletmesi var.”

Sahneye ikinci sırada adımını atanın “Adı Karanfil, dünyaya geldiğinde ona verilen isim ise Hatime. Babasının taptığı sevgili annesinin adı, yani Karanfil’in babaannesinin. (...) Üstelik babası, kendi annesine olan düşkünlüğünü kızına yansıttığından, aşırı ilgisiyle onu adeta boğmuş, daha sonraki yıllarda bu ilgi baskıya ve kıskançlığa dönüşmüştü. Dibe çekilip dağılmak üzereyken can simidi olmuştu Zifirullah, babasının tehditlerine rağmen. Evden komşuya gidiyorum diye çıktığı o öğle sonrası gizlice evlendiler, (...) Zifurullah Hatime’yi kaçırdı, dediler olayın ardından, yine de kim kimi kaçırdı bilinmez. Babasından ulaşan tehdit mesajlarından korunabilme umuduyla kimsenin bilmediği ücra bir adreste yaşadılar aylarca. Hatime’nin sonradan anlayamadığı şey, Zifurullah’ın oğlanlara düşkün olduğu halde neden kendisiyle evlendiği ve bütün bunlara katlandığıydı. (…) Üstelik evlenmelerinin ardından çok kıskanç bir adama dönüşmüş, başını örtmesi için baskı yapmıştı. Hatime babasının engellemelerine rağmen bitirdiği yüksekokul sayesinde İngilizce öğretmeni olmaya hak kazanmıştı. Zifirullah buna da engel olmak istemiş, ama Hatime’nin direncini kıramamıştı. (...) Hatime babasından asıl öcünü (ise) evlendikten bir yıl sonra almıştı, mahkemeye başvurup Karanfil adını alarak.”

Geçtan bu iki farklı dünyada yüzen karakterini bir apartmanın merdivenlerinde buluşturarak hikâyesini anlatmaya başlıyor. Karanfil ve Otuz’un birbirlerini gördükleri anda telaşla kaçmaları ve yine garip bir biçimde telaşla öpüşmeleri iki karakterin de tüm hayatını adeta silbaştan ediyor. Ölümlerden dönüyor, türlü olayların içinde kendini buluyorlar ama görüş(e)meseler de ikisi de bir diğerini sürekli aklının kenarında köşesinde taşıyor. Ancak bu karakterler adına en önemli değişim o güne kadarki yaşamlarını bir kenara bırakmaları. Karanfil, “koca zoruyla” örttüğü başını açıp geçkin yaşına rağmen kendi güzelliğinin tadını çıkarmaya başlıyor. Otuz ise o güne kadar “ninelerle” yaşadığı sefahati bir kenara bırakmaya karar veriyor.

Tesadüflarin büyüsü

Buraya kadar her şey tekdüze hikâyelerde de karşılaşabileceğimiz şekilde işliyor aslında. Roman bu noktadan sonra çığırından çıkıyor. Bu öpüşme tüm dünyanın dengesini bozuyor adeta ve herkes zıvanasından dışarı taşıyor. Bu dakikadan sonra kaderin “kuralsız kuralları” işlemeye başlıyor romanda; yani ; “evrenin kimsenin bilmediği cevaplar manzumesi...” Kaderin yanıtı bilinmez sorularının nasıl ortaya çıktığı da sorgulanmaya başlanıyor romanın bu ipini kopardığı bölümünden sonra. Hikâyenin çığırından çıktığını ise okuyucu olarak kendimizi fazla zorlamadan, kurguya dışarıdan katılan ve okuduğu romanın gerçek hayatta karşılığını bulan bir karakterden anlıyoruz: Takiye.

Takiye, evindeki kitaplıktan rastgele seçtiği isimsiz bir romanı okurken kendini romanın içinde bulan bir karakter. Daha doğrusu roman karakterlerine gerçek yaşamda denk gelmeye başlıyor. İlk başlar bir anlam veremese de bu duruma kendi yaşadığından emindir aynı zamanda ama Takiye bir yazar kurbanı. Bunu iyi bilmek gerek. Okurunda, okuduğu metnin içinde kendine yer edinebilmeyi hayal ettirmek için yaratmış yazar bu karakteri. Geçtan’ın romandaki türlü oyunlarından bir tanesi bu. Özellikle dikkat etmek gerek yazarın bize kurduğu bu tuzağa “yakalanmak” için… Mesela Saat Onda’nın içine Takiye kafasıyla dalmak ayrı bir keyif!

Sadece Takiye de değil, daha birçok rol alan, kurguyu kurcalayan kahramanı var yazarın: Mimoza, Tango, Muhtelif Rivayet, Hükümet, Püskevit, Beyhude, Sakatat Hanım, Mehmedireşad, Çakı, Hamasettin… Say say bitmez diye bir şey varsa, romanın “kahramanları” için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz Bu çok kişili kurguda roman kahramanlarının önemi ise tesadüflerin büyüsünde kendini buluyor. Her biri de Geçtan'ın kotardığı bu kurguda “baş rol” seviyesinde roller alıyor, çünkü her birinin romanın gidişatında aldığı roller sona etki ediyor.

Günden hız almak

Bunun yanında bir de yazarın romanın merkezine koyduğu deprem var ki karakterlerin ve akan olayın tüm iplerini eline alıyor. Deprem sayesinde birçok ayrı koldan yürüyen hikâye, tek yatakta birleşiyor. Romanda en ayrıntılı şekilde ele alınan konu aynı zamanda deprem. Kurguya etkisi ise en fazla işlenen konu olmasının çok ötesinde. Boyutlar arası bir kapı açılıyor adeta depremle romanda ve iki yıl öncesiyle sonrası birbirine giriyor. Ancak gariplik bununla da sınırlı kalmıyor. Kahramanlardan bazıları bu depremi yaşarken bazılarının yaşamadığı ortaya çıkıyor. Adeta iki yıl önden işleyen bir paralel evren kurmuş yazar bu deprem bağlamında romanda. Bu farklı zaman boyutlarının buluşma noktası da yine aynı şekilde ilginç. Bir radyo programı fırsat veriyor ayrı zaman dilimlerinin aynı frekans üzerinde buluşmasına. Yine aynı şekilde romanın çözümünde de bu radyo progrmanın etkin rolü yadsınamaz.

Bugünün yerel ve küresel anlamda bir parodisi aslında bütün bir roman. Kahramanlarından kurgunun içindeki olaylara, göndermelerinden yüklendiği anlamlara kadar her şey okuyucu olarak bizi bu fikre itmek için birleşmiş. Romanın merkezine alınan deprem dahi yerel bazda her zaman, her konunun bir şekilde içine giren “olası İstanbul depreminin” bir parodisi olarak kurgulanmış. Aynı şekilde siyaset de bu parodinin önemli parçalarından. Sürekli tartışılan ve hemen her haber saatinde izlediğimiz olaylar romanın içinde kendine yer bulmuş. Magazin de tıpkı siyaset gibi ince bir mizah anlayışıyla ti'ye alınan konular arasında yer alıyor. Gerçek ve kurmaca tek koldan yürüyor romanda. Güncelden hızını alan bir roman olması açısından Mesela Saat Onda, günü net bir biçimde yakalıyor. Bugünlerin bir “üst kurmacasını” yapıyor Geçtan bu son romanında.

Tüm bunlardan sonra yazarın kitapta yapmaya çalıştığına yazarın gözünden de bakmak gerekir. Birçok ipucu veriyor aslında yazar bize romanda yapmak istediklerine dair. En önemlisi de kitabın yaşam ve kurmaca arasındaki ince çizgisine yaptığı vurgu: “ (...) o kitap yazıldıkça yaşanan ya da yaşandıkça yazılan bir kitap.” Gücünü günden alan bir roman olmasının da payı büyük yaşandıkça yazılmasında romanın. “Hikâyesizliklerin hikâyesi”nin nasıl bir şey olabileceğini merak eden herkesin okumak isteyeceği bir roman Mesela Saat Onda. “Hikâyesizliklerin hikâyesi” nasıl olur diye çok sorgulamamak da gerekir aynı zamanda. Neden mi? Nedenini de yazar açıklasın: “İnsanlar böyle kitaplarla karşılaşmalıydılar, fazla soru sormadan. Yoksa sadece kitap okumanın değil, pek çok şeyin tadı kaçardı.”

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X