ISBN13 978-975-342-946-7
13x19,5 cm, 200 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Adlar, yükler ve kayıplar dayatıyor, s. 81-84

Bizi adlar idare eder. Bilhassa kimsenin kendini pek iyi hissetmediği, ama henüz bıçak altına yatmak zorunda olmadığı bir alanda, adlar bir şeyler açıklar.

Uzaklardaki Kanada'da biri, hepimizi ezen, ama belli ki, henüz canımızı çıkarmamış dünya yükü için, beş harften oluşan gayet kullanışlı bir tabir icat eder. Kimse bunun ne manaya geldiğini tam olarak bilmez: "Stres". Ve demeye kalmadan herkes, dünyadan ve başka her şeyden aldığı zevki mundar eden şey bu mu diye, kendini ve durumunu incelemeye koyulur. Doktora sormaya gerek yoktur. Bir belirsizlik hissedilen her durumda, kişi kendi teşhisini koyar; kendi kendisinin beyaz önlüklü Tanrısı olur. Bizi durmadan hayal kırıklığına uğratan laboratuvarlarda olduğu gibi, teşhisi yalanlayan bulgular yoktur. Yeni adın nitelediği bu rahatsızlık yoksa insanda, o halde bu kişinin kendi kabahati demektir. O insan, Zeitgeist'ın teveccühüne mazhar olanların ordusundan terhis edilir.

Aradan on yıl geçtikten sonra, bulanık bir anı ve hafif bir ayıplama eşliğinde, o uzaklardaki Selye'nin değil, ama başka bir araştırmacının bir şey bulduğunu ya da iddia ettiğini —ki bu durumda ikisi de aynı kapıya çıkar— okuruz: "Stres", hayatın sürmesini sağlayan uyarımlar ve taleplerle dolu bir bohçadan başka bir şey değilmiş; bu bohçayı açmamak ya da geri çevirmek, başka nesillerin sırtından geçinen yorgun ve miskin bir nesil yaratıyormuş.

İnsanın, kendi durumuna verilen yeni adlar sayesinde, bir ömür boyu kaç kez farklı istikametlere yönlendirilebileceğini aydınlatmak zor olacaktır. Çünkü bu adların, daima birtakım davranış kuralları koyan belirli ilaveleri de vardır: Kişinin gevşemesi mi, yoksa isyan etmesi mi gerektiğini söyleyen davranış kuralları tek ve aynı bulgunun kuyruğuna iliştirilir.

Günün birinde kişi, hangi rahatsızlıktan muzdarip olduğunu ya da neyin eksikliğini çektiğini tam olarak anlatan doğru adın "früstrasyon" olduğunu keşfeder. İnsan, her ne yapıyor olursa olsun ya da başına ne gelirse gelsin ya da dünyayı, arza sunulan hangi imge ve söz kalıpları içinde algılarsa algılasın, anlamlı bulmak konusunda ısrarcıdır. Eğer anlamın delilleri hazır olarak sunulmamışsa ya da bir nedenle görülemiyorsa, kişi buna yalnızca karşı olmakla yetinmez, aynı zamanda bu karşıtlığını açığa vurmak da ister. Genellikle tanımadığı, ama kişinin söylemek istediğini, kendi başına asla beceremeyeceği bir isabetle dile getirmeyi bilen birinin kaleme aldığı şeyin altına imzasını basarak yapar bunu.

Şaşırtıcı olan, bu adların betimsel bir canlılıktan tümüyle yoksun olmalarıdır. İnsanların görüşlerini yönlendiren en güçlü aracın imgeler olduğunu söyleyen kadim retorik düstur artık işlemiyor sanki. Şimdi yabancı sözcükler ve tanımlanamaz bulgular arasındaki yabani bağlantının daha güçlü olduğu görülüyor, çünkü bu bağ bir bilimsellik kisvesi taşıyor ve dolayısıyla söz konusu olan şey hakkında garantili bir açıklama getirdiğini telkin ediyor. Bilimi aşağılamaya başladığımızın henüz farkında bile değiliz, çünkü bilimin her şeye ve herkese: muğlak ihtiyaçlara olduğu gibi, kişinin nefsine yönelttiği meraka da; cansız mızmızlanmalara olduğu gibi, tüm hoşnutsuzluklar ve tatminsizliklerin oluşturduğu karmaşaya da bir köle hizmeti sunduğunu bu yoldan "deneysel" bir biçimde öğreniyoruz. Zevk alma uğruna güzel adlar seçmekle ve kuramlarla uğraşıp duran tüm bu insanlara acımak lazım — arada sırada kendini iyi hissettiği için, kim bir açıklama ister ki zira? İnsan zevki de tanıdığı ve algıladığı için neden bir açıklama arar?

Memnuniyet için bu denli az, duygusal bıkkınlık ve zihinsel huzursuzluk içinse bu denli zengin bir nominal malzeme olduğunu, sadece moda olan yabancı kelimeler sayesinde gözlemliyor değiliz. İthalat yardımıyla zenginleştirilmemiş olan dil dağarcığı da aynı orantısızlığı sergiliyor ve böylece, ad arayışlarının sadece bugünün meselesi olmadığını, yarının da meselesi olacağını ele veriyor.

Günün birinde kişi, kendini bir midlife crisis (orta yaş krizi) içinde bulur ve ancak kısa bir an sonra, bu yaş kesitinin en güncel tanımına göre, anlaşılmaz sakıncalar barındıran bu sendromun kendisi için henüz veya —daha da kötüsü— artık söz konusu olamayacağını fark eder. O krizi yaşamamış olduğunu ve artık yaşayamayacağını tespit etmek, bir diğer tespite göre daha kötüdür. O diğer tespit, hayatın akışı içinde ortaya çıkan iniş-çıkışların ve istikrarsızlıkların adlandırılmamış normalliğine dönmenin nükseden rahatsızlığıdır. Böyle bir durumda, kişi mahalli şahlanışını sürdüren anlam kaybından payına düşeni derhal alabilir. Bu yol herkese, her zaman açıktır.

Kaybedilen anlamın peşindeki arayış bizi öyle derinden meşgul ediyor ki, belki de günün birinde biri çıkıp bu konu üzerine altı ciltlik bir eser yazacaktır. Bu kapsam, bu titizlik, bu gayret, anlam kaybında yatan anlamın kendimizi meşgul etmek olduğu şüphesini uyandırıyor. Saygısızlığın zirvesine de tırmanma isteği, başka alanlarda doldurulamayan istiap haddinin bir sendromu olmalı hakikaten. Yine de şu serzenişte bulunmayı göze almak gerek: Adlar bizi tatminsizliğimizin tam ortasında büyük bir başarıyla yönetiyor, çünkü bu uğraş bizi meşgul ediyor. "Kendini meşgul etmek" tabirinin zararsızlığı, bir kariyer yapmaya yetmez.

Çıplak şiddetin hüküm sürdüğü devirlerin ardından, Güç İstenci'yle birlikte şimdi ya da kısa bir süre içinde, artık öncelikle "tanımlama gücünün" önem kazanacağı düşünüldü. Bu gücü uygulayan kişi, gerçekliği işlemeye ve kullanmaya yarayan kavramları belirleyecektir. Ama "tanımlama gücü" ifadesi, yasa koyucunun çalışmasındaki hedef değere yaklaştırılmış bir kesinlik ölçeğinin mevcudiyetini gerektirir ya da varsayar. İnsanlara cennette bahşedilmiş olan güç, adlandırma gücüdür, tanımlama gücü değil. Aslanı çağırdığınızda, önemli olan gelmesidir; eğer gelmiyorsa, onun ne olduğunu bilmek önem taşımaz. Şeyleri adlarıyla çağırabilen kişinin, onlar hakkında bir kavrama sahip olması gerekmez. Bu nedenle, adların kudreti tüm büyülerde, kavrayışın her türüne göre daha büyüktür. Adların zorbalığı, bir büyü havasını korumuş olmalarına dayanır: Anlaşılmaz olanla temas kurabilme vaadidir bu.

Batmadan Kurtarılmak

Eğer tehlikede olduğumun farkında bile değilsem, beni kurtarmak üzere dur durak bilmeyen girişimlerde bulunulmasını istemem.

Hayatlarının anlamını, başkalarını kurtarmakta bulduklarına inanan gereğinden fazla insan var; bu nedenle de, o başkalarını çaresiz durumda olduklarına inandırmaya çalışmakta hiçbir beis görmüyorlar.

Caddelerde ve ekranlarda; gazetelerde ve kitaplarda; kürsülerde ve minberlerde —özellikle de minberlerde— tüm gayretleriyle beni kurtarmaya hazır ve sanki şimdiden harekete geçmiş görüyorum bu insanları. Benim kurtarılmaya ihtiyaç duyup duymadığımın, onlar için zerre kadar önem taşımadığını görüyorum.

Bu, tarihte bir yenilik: Daha önce hiç bu kadar çok insan, başkaları uğruna, onlar istemeden harekete geçmemişti.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X