ISBN13 978-975-342-739-5
13x19,5 cm, 168 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Ayşegül Sabuktay, "Derin devletin izini sürmek", tr.boell.org

Türkiye’de derin devlet üzerine yazmak ve konuşmak hem çok bildik hem de bilinmez bir alan hakkında yazmak anlamına geliyor. ”Derin devlet” genellikle, hemen hemen herkesin algı dünyasında bir yeri olan, var olduğuna inanılan, zaman zaman görünür hale geldiği düşünülen bir buzdağı metaforuyla tanımlanıyor. Bazılarınca son yıllarda ”tasfiye edildiği ve yargılandığı” düşünülüyor. WikiLeaks belgelerinden yapılan bir alıntıya baktığımızda, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) 2002 yılında iktidara gelmesinden yalnızca 12 gün sonra dönemin ABD Ankara Büyükelçisi’nin Washington’a ”Türkiye’nin Derin Devleti” başlıklı bir rapor gönderdiğini ve ”derin devletin egemenliğinin Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ender rastlanan bir açıklıkla adım adım reddedildiğini” söylediğini görüyoruz.[1] Rapora göre, ‘’Türklerin derin devletle kastetiği şey’’, ‘’alabildiğine geniş bir ulusal güvenlik tanımıyla motive edilen gayriresmi ve yarı-hukuki bir yönetişim’’di.[2]

Kendini doğrudan “derin devlet” olarak tanımlayan bir yapının yargı önüne taşınmasıyla ilk kez 2008 yılında, Ergenekon Davası’nda karşılaşıyoruz. Bunca yıl peşinden koşulan, pek çok faili meçhul cinayette etkisi olduğu düşünülen derin devlet, ilginç bir biçimde bazı emekli askerler ve gazetecilerin yer aldığı bir tutuklular grubunun kurduğu iddia edilen bir örgüt olarak karşımıza çıktı. En önemli misyonunun da AKP hükümetini iktidardan uzaklaştırmak olduğu iddia edildi. Davanın iddianamesinden anlaşıldığına göre, bu davada tutuklu olanlardan bazıları, kendisine “Ergenekon” ve “derin devlet” ismini vermekte ancak yine de örgütlü olamamasını bir eksiklik olarak belirtmekteydi.[3] Olağanüstü güçlü bir derin devlet karşımıza çoğu malülen emekli olmuş ya da ordudan ayrılmış eski askerlerle, bir gazetenin 84 yaşındaki imtiyaz sahibi olarak çıkmıştı. Ancak, derin devletin görünür hale geldiği açık bir olay olan “Susurluk Olayı”yla ve Jandarma İstihbarat ve Terörle Mücadele Birimi (JİTEM) ile bağlantılı olarak gündeme gelmiş olan General Veli Küçük’le, Albay Arif Doğan, bazı mafya mensupları da tutuklular arasındaydı.

1996 yılında Susurluk kazası derin devletin görünür hale geldiği az sayıdaki enstantanelerden biriydi. O günlerde “derin devlet” kavramıyla kastedilen ve efsaneleşen yapı; köşe yazarlarının James Bond filmlerindeki gizli görevlerle bağlantılandırdığı, bilinmezden bilinir haline gelmiş olan bu durum, devlet görevlilerinin hukuki sınırlar içinde yapılmasının zor olduğu düşünülen bir mücadelede hukuk dışı yöntemler benimsemesi, hatta suçluları görevlendirmesiydi.[4] Susurluk Olayı’nın patlak vermesinden yıllar sonra Türkiye devleti, 2009 yılına kadar efsanevi örgüt JİTEM’i bile soruşturamamış, soruşturma amaçlı girişimler sürüncemede kalmışken[5], Ergenekon davasındaki sanıklardan en azından bazıları kendisinden derin devlet olarak söz ediyordu. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) tarafından alınan kararlarla oluşturulan özel yetkili savcılık ve mahkemeler, Ergenekon, OdaTV, Balyoz, İnternet Andıcı, Devrimci Karargah, KCK davaları ile televizyonlardaki polis baskınları, adliye önü görüntüleriyle birlikte gündelik hayatımızı kapladı. Bu davaların bazıları Ergenekon davasıyla ilişkilendirildi. “Türkiye’nin derin devletten temizlendiği” düşüncesi dolaşıma girdi. Çoğu zaman, “derin devlet” kavramı ile askeri vesayet, siyasal sistem üzerinde ordunun etkisi ya da devlet aklına dayalı meşrulaştırma anlayışı karıştırıldı. AKP’nin kurduğu yeni düzenin derin devleti tasfiye edip etmediği, devletle ilgili en acil sorunun bu yapıyla ilgili olup olmadığı konusu ise hala yanıt bekliyor.

Ergenekon ve Gladio

Dava sürecine konu olan ”Ergenekon” örgütünün Soğuk Savaş sürecinde oluştuğu iddia ediliyor. Soğuk Savaş sonrasında çeşitli biçimlerde ortaya çıkmış olan Avrupa’daki antikomünist cephe gerisi (stand behind) örgütüyle ilişkili olduğunu biliyoruz. 1972 yılında İtalya’da bir araba bombalanmış, bu olayın yıllar sonra süren davası karşımıza Gladio’yu çıkarmıştı.[6] 16 kişinin öldüğü 1969 yılındaki Milano Bankası’nın bombalanması olayında da askeri karşı istihbaratın eski bir şefi, yıllar sonra sağcı militanları ve CIA’yi suçladı.[7] Avrupa’da ”komünizm tehlikesine” karşı bu örtülü paramiliter ağın planlanmasının 1949 yılında başladığı, bu ağı tasarlayan ve hayata geçiren ülkelerin ABD, İngilitere, Belçika olduğu, bu tür örgütlerin İrlanda ve Finlandiya dışında bütün sosyalist olmayan Avrupa ülkelerinde kurulduğu söyleniyor.[8] Bu konuda pek çok iddia ve ipucu ortaya çıksa da Türkiye’de paramiliter bir “cephe gerisi” biriminin kurulduğu açıklanmadı, ancak derin devlet üzerine yazılan bazı kitaplarda ülkemizdeki örgütün adının Ergenekon olduğu iddia edildi.[9] 1970’li yıllardaki kontrgerilla tartışmaları, 1977 1 Mayısı’nın yakalanamayan silahlı kişilerce kana bulanmış olması, 1970 öncesinde pek çok şiddet olayının faili olan “komandolar”, pek çok aydına düzenlenen siyasi suikastler, Kahramanmaraş katliamı Soğuk Savaş ikliminde Türkiye’nin bir anlamda sıcak savaş ortamı yaşaması anlamına gelmişti. Bu çatışma ortamının bir darbeye zemin hazırlamak amacıyla yaratıldığı da genel kabullerden biriydi.

1980 darbesine ilişkin çok sayıda analiz bulunuyor. Darbenin toplumsal kesimler açısından yeni sağ politikaların Türkiye’de yerleştirilmesini sağlayan bir tür şok olduğu, ABD’nin bilgisi dahilinde, toplumsal muhalefetin doğrudan askeri güçle ve olağanüstü hal rejimiyle siyasal toplumsal örgütlenmenin sarsılıp, işgücünün burjuvazinin taleplerine uygun biçimde ehlileştirildiriği, genel olarak biliniyor. Doğrudan askeri güç kullanarak, hukuk devletinin asgari gereklerini ve siyasal hayatın bütününü askıya alan darbe yönetiminin elbette ”derin devlet”le karıştırılmaması gerekir. Derin devletin ”derinliği” basitçe ‘açık’ olmayıp, devlet gücü ve yetkisi kullanılarak “örtülü faaliyet” yürütmesinden gelir. Askeri darbe, ordunun fiziki şiddet gücünü açıkça siyaseti düzenlemekte kullanmasıdır ki, bir tür raison d’etat (devlet aklı) tarafından harekete geçirilmiş de olsa derin devlet faaliyeti değil, ordunun siyasal sistem üzerindeki gücünün somutlaşmasıdır.

1990’lı yılların başından 1996’ya kadar hukuki yollarla mücadelenin yetersiz kaldığı düşünülen Kürt hareketinin üyelerine yönelik çok sayıda faili meçhul cinayetin işlenmiş olması, bombalamalar, derin devlet ve kontrgerilla tartışmalarını bir kez daha gündeme getirdi. Susurluk kazasında ölen Abdullah Çatlı, 1980 öncesi antikomünist hareketin gençlik lideriydi. Bu bir tesadüf değildi. Antikomünist hareketteki arkadaşları da 1990 sonrasındaki faaliyetlerinde Çatlı’nın yanındaydı. Bu kadronun 1980 öncesinde yedi TİP’li genci evlerinde öldürdüğü tesadüf eseri ortaya çıkmıştı. 1970’li yıllarda komünizmle savaş amacıyla yararlanılan kadrolar, 1990’ların başlarında Kürt hareketiyle savaş amacıyla başvurulan kadrolarla aynıydı. Çeşitli olaylarla görüyoruz ki Doğu Bloku’nun dağılması ve anti komünist örgütlenmenin anlamsızlaşması derin devlet faaliyetlerini ne dünyada ne de Türkiye’de bitirmiştir. Zira, hukuki sınırlar dışında güç kullanmak isteyen her iktidarın örtülü faaliyetlere ihtiyaç duyma ihtimali vardır. Tam da bu nedenle, derin devlet, şiddet tekelini elinde bulunduran devlete özgü bir ayrıcalıktır. Devletten bağımsız olarak sivil toplumda hayat bulamaz ancak devletin ya da devlet içindeki bir grubun mevcut hukuki sistemin ötesinde güç kullanmak istemesiyle ortaya çıkar.

Devlet tarafından suçluların istihdam edilmesi ya da devletin hukuki düzlemin dışında iş yapmasının örnekleriyle genellikle kaza sonucunda ya da farklı grupların kendi içlerindeki iktidar mücadelelerinde karşılaşıyoruz. İspanya’da kiralık katilleri “Antiterörist Özgürlük Grubu” (Grupos Antiterroristas de Liberación, Antiterrorist Liberation Groups- GAL) adlı bir örgütte istihdam ederek 28 ETA üyesinin öldürülmek istendiği, bazılarının da öldürüldüğü ortaya çıktığında İçişleri Bakanı ve Devlet Güvenlik Sekreteri de dahil olmak üzere 10 kişi bu suçlardan yargılanıp, hüküm giymişti.[10] IRA’ya karşı İngiltere’nin izlediği politikaların üstü özenle örtülmüş bir yasal alan dışı devlet faaliyeti olduğu sık sık dile getirilmişti.[11] ABD’nin bütün dünyaya İran’a karşı silah ambargosu uygulanmasının öncülüğünü yaptığı dönemde bu ülkeye silah satıp bu parayla ABD Kongresi tarafından sınırlandırılmış olan Nikaragua’daki sosyalist iktidara karşı savaşan güçlere silah yardımı yaptığı (İran-Kontra Olayı) bir uçak kazasıyla ortaya çıkmıştı. Bütün bunlar aslında liberal demokrasinin temel prensiplerinin açıkça çiğnenemediği, mahçup güçlerin el altından işini görme politikalarıydı. Yargılama süreci söz konusu olduğunda bu işlerde görev almış olan insanlar, devlete karşı suç işlemiş kişiler olarak yargılandı. Oysa kuşkusuz faillerin hukuku çiğneme nedeni, kişisel kazanç elde etmenin ötesindeydi, onlar raison d’etat kaygısıyla çalışmıştı.

Derin devlet meşruiyet kaygısıyla ortaya çıkar

İktidarda olan bir güç olarak AKP hükümetinin derin devleti soruşturabilmesi hatta yargılanmasını sağlaması olağanüstü görünüyor, ancak biliyoruz ki “derin devlet metaforu”yla genellikle kastedilen devletin bir parçası olarak işleyen ve yasal olmayan faaliyetleri el altından gizlice sürdüren yürütme gücünün bir parçasıdır. Bu gizli saklı faaliyet bir biçimde açığa çıktığında ise üstlenilmez, “suçu işleyenler”in kişisel sorumluluğu olarak ortada kalır. Bu anlamıyla derin devletlerin ya da devletlerin hukuki olmayan faaliyetlerinin bir anlamda meşruluk derdi vardır; meşruluk sorununu gizli kalarak çözer. Bunun nedeni, derin devletin ya da raison d’etat’da temellenen modern anayasal devletin hukuki olmayan faaliyetlerinin zorunlu olarak liberal demokrasi paradigması içindeki devlete özgü olmasıdır.

Devlet aklını devletin kendini koruma kaygısı olarak meşrulaştıran şeyi, sıklıkla hukukun doğrudan siyasal iktidarın aracı haline gelemediği durumlarda görürüz. Liberal parlamenter paradigmanın demokratik hukuk devleti olarak özetlenebilecek[12] güçler ayrılığı, yargı bağımsızlığı, yasamanın dokunulmazlığı, kamusal alandan beslenen demokratik yasama süreci, yürütmenin hukuki denetimi gibi ilkeleri yürütmenin gücünü bir ölçüde sınırlamışsa, iktidar bu sınırlamaya rağmen gizlice güç uygulamayı deneyip, bazı faaliyetleri örtülü yapan bir yürütmeyle derinleşebilir. Bu anlamıyla derin devlet ironik görünsede, modern anayasal devlet ve liberal demokrasi paradigmasının bir parçasıdır. Darbe dönemindeki devlet faaliyetlerinde bu derinlik kaygısı minimuma inmiştir. Zira, yasama gücü doğrudan silah gücüyle yönetime el koyanlara geçmiş, yargı denetimi ortadan kalkmış, toplumsal muhalefete karşı olağanüstü güvenlik ve yargılama yöntemleri benimsenmiş, siyasal muhalefete hayat alanı tanıyacak basın özgürlüğü, siyasal örgütlenme özgürlüğü gibi özgürlükler alabildiğince sınırlanmıştır. Böylece, hukukun da toplumsal güçlerin mücadelesiyle ilişkisi koparılmış, iktidar için sınırlandırıcı ve aşılması gereken bir çerçeve olmaktan çıkmış, neredeyse tümden siyasal iktidarın tasarrufuna geçmiştir. Yine de toplumsal taban iktidarı dilediğini yapmakta serbest bırakmayıp, mücadele içine girmeye yatkınsa, çok sayıda insanın öldürülmesi söz konusudur ki; doğrudan açık biçimde insanların kurşuna dizilmesi biçiminde değil, Arjantin’de yapıldığı gibi dehşet uyandıracak biçimde biraz da üstü örtülü biçimde kaybedilmesi biçiminde yapılabilir. Haklılaştırmadan güç uygulamak gibi bir keyfiyet söz konusuysa, devletin derinleşmesine de daha az gerek kalır, zira devlet zaten derinleşmeden de güç uygulayabilir. GAL örneğinde, İspanya’daki sosyal demokrat hükümetin kiralık katiller kullanmak yerine muhalifleri kendi çalışanlarına öldürttüğü ya da gerekçesiz biçimde yıllarca hapsedebildiği bir durumda devletin derinleşmesi ne derece anlamlıdır? Bugün Guantanamo’daki insanların, hakim önüne çıkarılmadan statüleri belirsiz biçimde yıllarca bekletilebildiği ulus devletler üzeri bir cezaevi yaratılmışsa, ABD terörist olduğu gerekçesiyle istediği insanı öldürme hakkını elinde tutuyorsa[13], bunu gizlice ve sorumluluk üstlenmeden yapması gerekli midir? Aksine, çoğu zaman yeni hukuk tesis etmenin temel yolu doğrudan güç kullanarak önce fiilen bu yeni hukuku uygulanır hale getirmektir.[14]

Yukarıda özetlenen bakış açısıyla Türkiye’deki yeni dönemi, 10 yıldır parlamentoda çoğunluğu, “istikrarı”, sağlamış AKP iktidarının, yasama gücü, yargı bağımsızlığı, yürütme üzerindeki yargı denetimi, basın özgürlüğü, siyasal özgürlükler konularında attığı adımlar gizli saklı faaliyetlere, yani derin devlete nerede ihtiyaç duyacağı konusunda da bir fikir verebilir. “İstikrarı sağlayacak güçlü bir hükümet’’, bütün muhalif güçleri yasal görünen ama hukukiliği çok tartışmalı biçimlerde bastırabiliyor. Devlet yargı sisteminin referandum sonrası düzenlenmesiyle hiçbir mahcubiyet duymaksızın kolluğu ve yargıyı araçsallaştırabiliyor. Bu haliyle biçimsel olarak yasal işleyen bir sistemde hukuki olmaktan uzak belki ”derin” gibi görünmeyen ama bu haliyle de derin devlete sıkça ihtiyaç duymayacak bir devlet söz konusu. Bu göreli olarak ”yüzeye çıkmış” devletin nomosu ise, daha derin olanlarınkini aratacak nitelikte görünüyor.

Meşruiyet kaygısının ortadan kalktığı devlet

Tuhaf görünmesine rağmen yalnızca darbe dönemlerinin değil, otoriter parlamenter sistemlerin de işleyen bir hukuk rejimi olduğunu biliyoruz. Apartheid döneminde Güney Afrika’nın, Nazi döneminde Almanya’nın yasaları, mahkemeleri, yargıçları, kolluk gücü vardı. Öte yanda, Nazi Almanyası’nın derin devlete ihtiyaç duymadan binlerce kişiyi toplama kamplarında planlı ve sistematik biçimde öldürebildiğini biliyoruz. Bu haliyle güçlü, göreli olarak derin olamayan bir devlet demokratik haklar ve özgürlükler açısından derin devletten daha sınırlayıcı olabilir, çünkü gizli saklı iş yapmasına neden olacak meşruiyet kaygısının mahcubiyetinden bile uzaktır. Andre Brink’in romanından “Kuru Beyaz Bir Mevsim” (A Dry White Season) adıyla sinemaya uyarlanan filmde, Marlon Brando’dan dinlediğimiz, “hukuk mücadelesinin çok da anlamı yok, zira her kazandığım davada yasaları kazanamayacağım biçimde değiştirdiler’’ biçiminde özetlenebilecek sözleri bize “Hukuk’’ başlığıyla algıladığımız sistemin temel karakteristiğini özetler niteliktedir. Çeşitli zamanlarda, çeşitli ülkelerdeki örnekler bize devletin işleyişinin zaten belirli kabuller üzerinden bir anlamda bir nomos etrafında şekillendiğini gösterir. Bu durum yasa uygulamanın sonsuz gibi görünen alanında neyin suç oluşturup neyin oluşturmadığını tanımlayabilme keyfiyetinden kaynaklıdır. Devletin yapısı suçu ve suçluyu tanımlamakta olağanüstü güçlere sahip olduğundan zaten bir eylemin hangi koşullarda suç oluşturacağı kendi başına incelenmeyi hak eden bir alandır. Örneğin, 1960 yılında ABD’de hocalarıyla birlikte bir okul gezisine katılmış beyaz kolej öğrencilerinin Alabama’da bir lokantada siyahlarla birlikte yemek yemesi, davranışlarının kamu düzeni açısından kabul edilemez olduğu gerekçesiyle gözaltına alınmasına ve yargıç tarafından suçlu bulunarak tutuklanmasına yol açmıştır.[15] Kolluk gücünün toplumsal muhalefete karşı geliştirdiği yasal yöntemler de oldukça yaratıcıdır. Öte yandan düzmece deliller yaratmak, suç olmayan fiillere suç muamelesi yapmak, bir anlamada kriminalize etmek kuşkusuz etkili bir kolluk gücünü ve iktidarla birlikte hareket edebilecek bir yargı sistemini, yani liberal demokrasinin gereği olan “güçler ayrılığı” ilkesinin zayıflamış olmasını gerektirir.

Son yıllarda “Türkiye’de derin devletin yargılandığı” sanısı ortada dolaşıyor. ”Derin devlet”le kastedilen de genellikle AKP hükümetine karşı düzenlendiği iddia edilen darbe girişimleri ve toplumsal hareketler. Bu tür darbe planları yapılıp yapılmadığını bilmek zor. Kuşkusuz AKP açısından bir tür iktidarı devralma, yeni bir hegemonya kurma ve siyasal liderliğini kabul ettirme süreci yaşandı. Ancak, 11 Eylül sonrasında bütün dünyada bir biçimde geri gelen güvenlik paradigmasına dayanan otoriter devlet ve olağanüstü yargılama usullerinin Türkiye’de herkesin gündelik hayatının bir parçası haline gelecek kadar sıradanlaştığı şu dönemde derin devletin peşinden koşmak en hafifinden ironik. ?u günlerde, bir yazarın yayıma hazırladığı kitap başka birinin bilgisayarında bulunduğu için aylarca cezaevinde tutulabiliyor. Kitabın bilgisayarlardan silinerek imha edilmesi de savcılığa bağlı çalışan kolluğun yaratıcı uygulamalarından biri olsa gerek. Açılan davalardaki delillerin niteliği bilirkişi raporlarıyla anlamsız hale gelmiş ve sahte, hileli delil üretildiği iddiaları yaygınlaşmış durumda. HSYK kararıyla oluşturulmuş olan özel yetkili savcılıklar ve mahkemeler görev alanlarının dışına çıktığı itirazları içinde[16] muhalif olan her kesime karşı neredeyse bir ”derin yargı” biçiminde çalışıyor. Bu yeni olağanüstü yargılama düzeni devlet güvenliğiyle ilgili konularla sınırlı kalmayıp, muhalefet partilerinin belediyelerinin kovuşturulmasıyla da ilgileniyor. Özel yetkili savcılar ve mahkemelerle olağanüstü bir hukuk düzeni, Kafkaesk bir ortam yaratıldığı kuşku götürmez. Tıpkı darbe dönemlerinde olduğu gibi ülkedeki bütün muhalif kesimleri cezaevlerine doldurma yetkisine sahipseniz, gizli saklı işlere ve derin devlete daha seyrek ihtiyaç duyabilirsiniz.

Çağdaş Hukukçular Derneği (ÇHD) Başkanı Selçuk Kozağaçlı’nın söylediği gibi, genellikle yapılan, dava dosyalarının aslında herhangi bir delil niteliği taşımayan belgelerle doldurulması.[17] Olağanüstü kalınlıkta dava dosyaları hakkında fikir sahibi olmak bile zor. Bir dönemin derin devletinin kalıntılarının toplumsal muhalefet oluşturacak kesimlerle bir araya getirilip yargılanması bir kesimin diğerleriyle ilişkilendirilerek kriminalize edilmesi gibi görünüyor. Son dönemde AKP’yi iktidardan düşürmek için ne çok şey yapıldığının iddia edilmiş olmasını görmek insanı şaşırtıyor. “Derin devlet”; Ergenekon, Balyoz, Oda TV davalarıyla gündeme geliyorken Hrant Dink cinayetinin derin devletle bağlantısı konusunda kafalar karışık. Hatta bu konudaki yargı kararına göre bir örgütten söz etmek bile zorken yorumculara göre bir örgüt varsa, bu örgütün AKP’yi devirmeyi amaçlayan bir örgüt olduğu ve Hrant Dink’in bu nedenle öldürtüldüğü iddia ediliyor. Uludere katliamının bile AKP’ye karşı bir derin devlet operasyonu olduğu iddia edilebiliyor.[18]

Bu ortamda ve böyle bir hukuk düzeninde ironik olan, hâlâ İttihat ve Terakki ile ilişkilendirilen bir derin devlet imgesiyle uğraşıyor olmamız. Öyle görünüyor ki yüzeye çıkmış devlet olağanüstü bir yargı sistemi oluşturup bunu olağan hale getirmişken meşruiyetindeki eksiklikleri derin devlet imgesiyle ve hiçbir zaman vazgeçmeyecek gibi göründüğü mağdur olma pozisyonuyla sağlıyor. Bir taraftan da bu zıtlık üzerinden iktidar kendi kurumsallaşmasını tamamlıyor. MİT müsteşarının da özel yetkili savcılık tarafından soruşturulmaya başlamasıyla birkaç gün içinde çıkarılan yasa, başbakanın görevlendirdiği kişilerin faaliyetlerinin özel yetkili savcılık tarafından soruşturulması için onun iznini zorunlu kılarak, olası derin devlet faaliyetlerini kontrol gücünü doğrudan başbakana bağlamış ve sınırsız bir dokunulmazlık alanı yaratmış oldu. Susurluk Olayı patlak verdiğinde yanlış bir biçimde derin devlet faaliyetlerini tanımlamak için başvurulan Carl Schmitt19[19], devletin mahçup bir biçimde yasaları bypass ettiği değil, tam da şimdilerde olduğu gibi hiçbir çekingenlik duymadan büyük bir özgüvenle istediği keyfiyette uygulayabildiği günlere daha fazla yakışıyor. İktidarın diğer dayanak noktası olan demokrasi ise en hafif deyimiyle Schmittci bir demokrasi anlayışına dayanıyor. Bu haliyle çoğu zaman düşünüldüğü gibi Türkiye’nin derin devleti değil, buzdağının su üstüne çıkmış görünümü metaforuyla tanımlayabileceğimiz görünen devleti Schmittci ve otoriter.

* Bu yazının önceki versiyonunu okuyup, görüşlerini benimle paylaşan Dr. Yeliz ?anlı ve Dr.Zafer Yörük’e teşekkür ederim.

Notlar


[1] “Derin Devletin Tele-Yargısı Var’’, Taraf Gazetesi, www.taraf.com.tr erişim tarihi: 15.05.2012.Metne dön.
[2] A.g.k.Metne dön.
[3] Ergenekon Davası İddianamesi. 4. http://www.cnnturk.com/2008/turkiye/07/25/ergenekon.iddianamesinin.tamami/485342.0/index.html erişim tarihi: 15.05.2012Metne dön.
[4] Detaylı bir inceleme için bkn. Sabuktay, Ayşegül (2009): Devletin Yasal Olmayan Faaliyetleri Susurluk Olayı’na Hukuk Siyaset Kuramından Bakış, Metis, İstanbul.Metne dön.
[5] Bknz. Radikal, 20.07.2009.Metne dön.
[6] Blum, William (1995): Killing Hope: U.S. military and CIA interventions since World War II Monroe: Common Courage Press, s. 107.Metne dön.
[7] Bkn. The Guardian, 26.03.2001.Metne dön.
[8] Blum, William (1995): Killing Hope: U.S. military and CIA interventions since World War II Monroe: Common Courage Press, s. 106, 107.Metne dön.
[9] Dündar, C./ Kazdağlı, C. (2001): Ergenekon Devlet İçinde Devlet, genişletilmiş 9. baskı, İmge, Ankara.Metne dön.
[10] Amnesty International Report, 1999. http://www.amnesty.org/fr/library/asset/EUR41/004/1999/fr/66fc0222-e114-11dd-b0b0-b705f60696a0/eur410041999en.pdf erişim tarihi: 15.05.2012.; Aretxaga, Begona (2000): ‘’A Fictional Reality: Paramilitary Death Squads and the Construction of State Terror in Spain’’ Death Squad: An Anthropology of State Terror, ed. Jeffrey A. Sluka, Philadelphia: University of Pennsylvania Press, p. 46-69.Metne dön.
[11] Sluka, J. A. (2000), “’For God and Ulster’”: The Culture of Terror and Loyalist Death Squads in Northern Ireland” in Death Squad: The Anthropology of State Terror ed. Jeffrey A. Sluka (Philadelphia: University of Pennsylvania Press), p. 127-157.Metne dön.
[12] Habermas, Jürgen (1986). “Law and Morality”. çev. K. Baynes. The Tanner Lectures on Human Values. Harvard Universitesi’nde dağıtılmış metin.Metne dön.
[13] Örnek için bknz. Bauman, Zygmunt (2002): “Reconnaissance Wars of the Planetary Frontierland”, Theory, Culture & Society 19, no.4 p. 81-90, 85; ve Dillon, Michael (2000): “Network Society, Network-Centric Warfare and the State of Emergency” Theory, Culture & Society 19, no.4 p.71-79, 77.Metne dön.
[14] Jenkins, Gareth (2009): ‘’Ergenekon Soruşturması Özünden Uzaklaştı’’, BBCTurkish.com.Metne dön.
[15] Durr 1965’den aktaran Turk, Austin (1982): Political Criminality: The Defiance and Defense of Authority Beverly Hills, London, New Delhi: Sage Publications, p. 47.Metne dön.
[16] Bknz. İzmir 8. Ağır Ceza Mahkemesi’ne sunulan 2012/12 Esas No’lu İtiraz Dilekçesi. 03.04.2012.Metne dön.
[17] Kozağaçlı, Selçuk (2012): Çağdaş Hukukçular Derneği Genel Başkanı Selçuk Kozağaçlı ile Söyleşi: Olağanüstü Yargı Rejimi ve Polis - “Elastik ve Yapışkan Bir Ağ” Birikim, sayı 273, s.30-40.Metne dön.
[18] ‘Uludere derin devlet işi mi? T24, http://t24.com.tr/haber/ertugrul-kurkcuden-yeni-safaka-uludere-derin-devlet-isi-mi-yuh-diyorum-yuh/203993 erişim tarihi:15.05.2012.Metne dön.
[19] Schmitt, Carl (1996): The Leviathan in the State Theory of Thomas Hobbes: Meaning and Failure of a Political Symbol, Foreword and Introduction by George Schwab Trans. by George Schwab and Erna Hilfstie, Westport, Connecticut: Greenwood Press.Metne dön.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X