ISBN13 978-975-342-407-3
13x19,5 cm, 143 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Roni Margulies, Sunuş, "Çevrecilik: Bir Geri Çekilme mi, İleri Bir Atılım mı?", s. 7-10

Bir önceki kitlesel, uluslararası, sistem karşıtı hareket, 1960'ların ikinci yarısında patlak verdikten sonra 1970'lerin ikinci yarısında geri çekildi, sona erdi. Hareket, 1950'lerde büyüyen insanların bildiği, tanıdığı dünyayı baştan aşağı değiştirdi, ama "dünyayı değiştirmedi". Kapitalist sistem kendini toparladı, yeni politikalar geliştirdi ve karşı saldırıya geçti. Reagan, Thatcher, Kohl ve Türkiye'de Özal'ın 1980 yılından hemen önce ve hemen sonra iktidara gelmeleri, koca bir nesil için, milyonlarca genç, sendikacı, işçi ve sosyalist için, kendi yenilgilerini simgeliyordu adeta.

Bu yeni dönemde, 1968'in masum ve iyimser atılganlığı, dünyanın değiştirilebilir olduğuna duyulan sarsılmaz inanç, her şeyi sorgulama alışkanlığı, "her şey mümkün" duygusu ve bunların sonucu olan radikalizm tersine döndü.

Geri çekilen dalganın ardında, sadece yenilgi ve karamsarlık kalmadı elbet. Dünyanın hemen her yerinde, ta 1920'lerden beri ilk kez Stalinizmi sorgulayan, körü körüne Moskova'ya bağlı olmayan örgütler vardı artık; Marksizm nihayet Moskova Bilimler Akademisi'nin kısır ve mekanik formülasyonlarını aşmış, işyerlerinde ve üniversitelerde canlanmış, gelişmeye başlamıştı. Dünya, 1968 öncesinin dünyası değildi artık; ekonomilerin hızla büyüdüğü, hemen herkes için her yılın bir öncekinden daha iyi olduğu, ama toplumsal ilişkiler açısından durağan, sorgulamasız, yerleşik ve herkesin yerini bildiği dünya çok geride kalmıştı.

Ama dünyayı değiştirmek, hemen değiştirmek için kolları sıvayan o nesil, dev umutlarının gerçekleşmemesinin yarattığı hayal kırıklığıyla, kaybettiği mevzileri 1980'ler boyunca terk etti. Pek çoğu toplumsal düşlerini tümüyle bir kenara bırakıp kişisel dünyalarına, bireysel amaçlarına çekildi. Ama pek çoğu da, böyle toptan bir yenilgiyi kabullenmeyerek, hedef küçülttü ve daha dar bir alanda mücadeleye devam etmeye çalıştı. Özellikle 1968'in öğrenci hareketinin mezunları, 1970'lerin ikinci yarısının, 1980'lerin "beyaz yakalı" işçileri, memurları, profesör ve öğretmenleri, belediye ve devlet görevlileri oldular. Sosyal demokrat partilerin "sol" kanatlarını oluşturdular, "belediye sosyalizmi"ne sarıldılar, tek amaçlı kampanyalara hapsoldular.

Kapitalizme karşı genel mücadele, yerini adeta çıkar gruplarının ayrı ayrı mücadelelerine bıraktı. On yıl önce omuz omuza yürüyen ve işçi, eşcinsel, kadın, siyah, lezbiyen, etnik azınlık veya fiziksel özürlü olarak yaşadığı sorunların ancak sistemin değişmesiyle aşılabileceğine inananlar, artık sistemin değiştirilebileceğine inanmadıkları için, en azından kendi hak ve koşullarını korumak ve biraz olsun iyileştirebilmek için kendi kampanyalarına çekildiler, kendi sorunlarına boğuldular. Ana caddede hep birlikte giderken herkesin ayrı bir çıkmaz sokağa dalması gibi...

Bu "tek konulu" kampanyalar, hareketler, tek tük başarılar elde ettiler elbet. İngiltere'de yerel yönetimlerin başındaki eski 68'liler, Thatcher hükümetinin kamu harcamalarına ve sosyal devlete karşı giriştiği saldırıyı yer yer biraz yumuşatmayı becerdiler; feminist hareket Amerika ve Batı Avrupa'da kürtajın yasallaşmasını sağladı, yasalar düzeyinde bazı başarılar elde etti; eşcinseller, etnik azınlıklar, özürlüler keza hemen hemen tüm Batı ülkelerinde ayrımcılığa karşı yasalar geçirilmesini ve bunların uygulanmasını denetleyen hükümet kurumları yaratılmasını sağladılar. Ezilenlerin tüm bu hareketlerinin içinden gelen tek tek bireyler 1960'lar öncesinde hayal bile edilemeyecek mevkilere ulaştılar: Uluslararası şirketlerin yöneticisi kadınlar, eşcinsel milletvekilleri ve siyah genel kurmay başkanları çıktı; "yeşil" partiler Avrupa'nın bir dizi ülkesinde önce yerel, sonra genel seçimlerde başarı sağladı, hükümete girdi.

Bütün bunlar, sokağın çıkmaz olduğu gerçeğini değiştirmedi. Birkaç kadın, yönetici veya başbakan oldu, ama kadınların ezici çoğunluğunun yaşam koşulları değişmedi, hatta dünyanın çoğu yerinde 1990'lara gelindiğinde durumları daha da kötüydü. Bir avuç eşcinsel pembe ekonomiden yararlanarak zengin oldu, ama eşcinseller yine baskı altında yaşıyor. Yeşiller Almanya'da hükümet ortağı oldu, Joschka Fischer Dışişleri Bakanı, ama Almanya daha yeşil değil, çevrenin imhası durmuş, hatta yavaşlamış bile değil.

O uzun yenilgi yıllarının kampanyalarını, hareketlerini küçümsememek, her şeye rağmen direnme arzusunu azımsamamak gerek, yasal düzenlemelerin, irili ufaklı reformların önemini göz ardı etmemek gerek; ama sonuçta bunlar gerileyen mücadelenin yarattığı hareketlerdi, bütünsel siyasetlerden geri çekilmeyi simgeliyorlardı. Tüm 1980'ler boyunca, bu kampanyaların hemen hemen her üyesi, feministler, çevreciler, daha birkaç yıl öncesine kadar sadece kadın haklarıyla ve çevreyle ilgilenen değil, kadınları ezen ve çevreyi imha eden sistemle boğuşan kişilerdi. Ekosistemlerin imhası ile kapitalizm arasında, CO2 emisyonları ile şirketlerin kâr oranları arasındaki ilişkiyi kuran, bir yandan semptomlarla mücadele ederken aynı zamanda hastalığın bizzat kendisini de ortadan kaldırmak gerektiğini bilen kişilerdi. Joschka Fischer ve arkadaşları, 1968'de çevreyi kurtarmak için sistemi değiştirmek gerektiğini biliyorlardı, 1980'lerde ise kapitalizmin sınırları içinde çevreyi kurtarabileceklerine inanmaya başladılar. Onların çevreciliği bir geri çekilmeydi.

Dahası, yine 1980'lerde Sovyetler Birliği'nin dağılmaya başlamasıyla, geri çekiliş iyice hız kazandı. İki nedenle. Birincisi, "sosyalizmin ölümü" ile birlikte, dünyayı bütünsel olarak kavrayıp bütünsel ve sistematik bir eleştiri sunan anlayışlar gözden düştü. İkincisi, Sovyetler Birliği'nde "sosyalizm" adı altında, çevre tahribatının en azgın piyasa kapitalizmindeki kadar azgın olduğu; ulusal azınlıklara, kadınlara, eşcinsellere uygulanan baskının en vahşi Batı kapitalizmindeki kadar vahşi olduğu gözler önüne serildi. Bu süreçte, zaten geri çekilmekte olan nesil için, Sovyetler Birliği'nde neyin çöktüğünü sorgulamak yerine, sistem eleştirisinden çevre korumacılığına çekilişin aklandığını düşünmek daha kolay, daha doğaldı.

Bugün ise, Alaska'nın petrol şirketlerine açılmasına karşı çıkan Amerikalı gençler, Bush hükümetinin Kyoto Anlaşmasını sabote etmesi karşısında dehşete kapılıp meydanlara dökülen üniversiteliler, Ilısu Barajı'nın veya Bakü-Ceyhan petrol boru hattının inşasına karşı çıkan genç İsveçli veya Alman çevreciler, dünyayı değiştirme düşünden geri çekildikleri için, son bir siperi korumaya çalıştıkları için çevreci değiller. Yenilginin son adımı değil, ileri atılımın ilk adımı onlar için çevrecilik. Ve 1968 kuşağının unuttuğu, unutmak zorunda bırakıldığı ilişkiler, bu yeni kuşak için apaçık: Çokuluslu şirketlerin kâr oranlarını korumak için Kyoto Anlaşması'ndan çekilen Bush ile petrol kaynaklarını aynı şirketler adına denetleyebilmek için Irak'a savaş açan Bush'un, Amerika'da 40 milyon emekçinin sağlık sigortası yokken zenginlerin ödediği vergi oranlarını düşüren Bush ile dünyanın her yanında IMF ve Dünya Ticaret Örgütü aracılığıyla serbest piyasa mekanizmalarını dayatan Bush'un hep aynı kişi olduğu, ve bu kişinin kapitalizmin çıkarlarını temsil ettiği çok açık.

Bu nedenledir ki, bugün çevreci gençler Seattle'da, Cenova'da, Floransa'da sendikacılarla birlikte yürüyorlar, "Kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim!" pankartları taşıyorlar. Sadece daha yeşil değil, her açıdan "başka bir dünya" için mücadeleye atılıyorlar. Ve birlikte yürürken, sendikacılardan örgütlenmeyi öğreniyorlar, sosyalistlerle işçi sınıfının kapitalizme ölümcül darbeyi vurabilecek tek sınıf olup olmadığını tartışıyorlar, her ikisine de küresel ısınmanın tehlikelerini ve sonuçlarını anlatıyorlar. Böylece, Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu'nun basın açıklaması Greenpeace'in Kuruçeşme'de demirlemiş gemisinde yapılabiliyor, geminin İskandinav kaptanının kısa bir konuşmasının ardından, bildiriyi ünlü bir aktör okuyor, Koordinasyon adına Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu başkanı konuşuyor.

*

Küresel İklim Değişimi, sosyalist bir dünya görüşüyle yazılmış değil, bütünsel bir antikapitalist eleştiri içermiyor; vurgu, alternatif bir dünyadan ziyade, alternatif enerji kaynakları üzerine. Ama antikapitalist hareketin en temel özelliklerinden bazılarını yansıtıyor: aktivist ("Olayları dışardan seyretmenin ve beklemenin vakti çoktan geçmiştir," diyor yazar); konusuna ulusal değil, küresel bir gözle bakıyor; hareketin içindeki en yakıcı tartışmayı, "reform mu, devrim mi" tartışmasını, ister istemez gündeme getiriyor; ve en önemlisi, kapitalizmin gezegenimizi ne hale getirdiğini, başka bir dünya için mücadele etmenin ne kadar acil bir gereklilik olduğunu gözler önüne seriyor.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X