Necmiye Alpay:
"Toplumun durumu gibi, dilin durumu"
Ayşe Selamsız, Cumhuriyet Dergi, 10 Aralık 2000
Türkçe Sorunları Kılavuzu'nu hazırlarken hareket noktan neydi?

Bu alanda kapsamlı bir başvuru kaynağının bulunmaması. Fikir doğalı yıllar oluyor.

Neden uzadı?

Geçim sorunları nedeniyle vakit ayırma güçlüğü de var, ama en çok, Kılavuz'a egemen olan bakış açısının ve sunuş biçiminin netleştirilmesindeki güçlükten ötürü uzadı. Önümde örnek de yoktu.
       Başlangıçtaki fikrim, Ömer Asım Aksoy'un Dil Yanlışları kitabını eleştirel bir gözle güncellemekti. Ne var ki o kitap da içinde olmak üzere Türkçenin iyi kullanılmadığı konusunda sonradan hızla çoğalıp yaygınlaşan yakınmaları inceledikçe, bakış açımda, önerilerimde değişmeler oldu. Epey çalışmam gerekti, hâlâ da gerekiyor.

Bakış açında ne gibi değişmeler oldu?

En önemlisi kuralcı anlayıştan betimleyici anlayışa geçiş, daha doğrusu geçme çabası. Benim "Türkçe yanlışı yazarları" demeyi seçtiğim yazarlar genellikle, bilerek ya da bilmeyerek, "yanlış/doğru" kategorileriyle kuralcı dilbilgisi konumundan konuşuyor. Başlangıçta benim konumum da buna yakındı. Çeşitli dolayımlarla belirttiğim gibi, aldığım eleştiriler ve okuduklarım, yol gösterici oldu. Zamanla, soruna dikkat çekerek öneride bulunmaya yarayan bir dil bulmaya çalıştım. Zor iş, çünkü pek az örneği var. Gerçi benim yaptığım da, özellikle yöntem açısından, tam olarak betimleyici bir çalışma değil; istatistiğe dayalı araştırmalar yapma olanağım yok. Dolayısıyla, vargılarım daha çok izlenimsel. Şu var ki izlenimlerimi kuşkucu bir anlatıma kavuşturmaya ve sürekli olarak sınamaya çalışıyorum.

Diğer yazarlarda eleştirdiğin noktalar da bunlarla mı ilgili?

Evet. Kuralcılık, eleştirilerin genellikle sözcük düzeyinde kalması, dili dondurarak koruma eğilimi, ezbercilik, başka bir deyişle Türkçenin özelliklerinin göz önüne alınmaması...
       Sözgelimi, Türkçenin bilim dili olup olamayacağı tartışılıyor, ama bilim deyince pozitif bilimlerle, dil deyince terim ve sözcüklerle sınırlı kalınıyor. Bunlar önemsizdir demiyorum. Ancak, Türkçenin, bilimsel kuşkuculuğu yansıtır biçimde kullanılmaması olgusu da en az terimlerle ilgili sorunlar kadar önemli geliyor bana. Türkçeye özgü bir sorun söz konusu burada; Türkçe yüklem, çok farklı kiplerle kurulabilir. Sözgelimi İngilizcede pek az seçeneği bulunan bir cümleyi, daha doğrusu yüklemi, Türkçede birkaç ayrı biçimde kurmak olanaklı. Benim izlenimime göre bilim dilinde en çok, "-dir" koşacıyla yapılmış yüklemler, başka bir deyişle, kesinleyici kip kullanılıyor; bilimciler, şaşılacak bir kesinleyicilikle konuşuyor. Türkçedeki, bilimsel kuşkuculuğu daha iyi yansıtan yüklem olanaklarının yerine, daha çok devlet resmiyeti kokan, "-dir"li, "-miştir"li, "-mektedir"li kiplere başvuruluyor.
       Demek istediğim, Türkçenin iyi kullanılmadığı konusunda neredeyse herkesin hemfikir olduğu, ama pek soru sorulmadığı. Türkçe hangi noktalarda iyi kullanılmıyor? Neden? Genel olarak neden, özel olarak neden? Bana göre, sözcük ve ek düzeyleri de içinde olmak üzere saptanan her sorun için neden diye sorulmalı; neden böyle bir sorun var? "Eğitim yetersizliği" ve "anadilini yeterince sevmemek" gibi saptamalarda bulunulmuş bir kere. Bunlarla yetiniliyor.
       Çözüm önerileri de genellikle bu düzeylerde: İlköğretimden itibaren anadili sevgisi ve bilinci verilmelidir vb. Nasıl peki? Anadili kavramı ve eğitim ortamı göz önünde bulundurulmadan bunların söylenip geçilmesi pek anlamlı değil. En iyi olasılıkla, "okullarda modern edebiyatımızın okutulmaması", "televizyonlarda kitabın suç aletleri arasında gösterilmesi" gibi gayet yerinde saptamalarda bulunuluyor ama bunların dildeki somut sonuçları gösterilmiş, bağlantıları kurulmuş değil. Sözgelimi, kitabın suç aleti sayılmasıyla dildeki argolaşma eğilimi arasındaki bağlantı, tüketim özendiriciliğiyle "dil kirlenmesi" denip geçilen olgu arasındaki bağlantı vb. araştırmaya değmez mi? Özgürlük ortamında yetişmeyen genç kız artist olmak üzere evden kaçtığına, küçük çocuk tinerci, baba mafyaya oyuncak olduğuna göre... Bunların tümünün dilde karşılıkları da olmalı. Toplumun durumu gibi, dilin durumu.
       Son yıllarda, özellikle TV ve radyo yayıncılığındaki patlamayla birlikte argonun olağanüstü ölçülerde, TV programlarına kadar alan kazandığı söylenebilir ve söyleniyor. Gelin görün ki çoğu yazar bu eğilimi "Türkçe yanlışları" çerçevesinde ele alıyor. Bana göre burada bir tanım sorunu var. Argolaşma eğilimindeki artışın, tanım gereği, "yanlış/doğru" sorunu olarak değil, dil düzeyi sorunu olarak ele alınması beklenir. Örneğin, toplumdilbilim çerçevesinde. TV kanalları, çocuklara ve gençlere biraz dışarı (evden/ toplumdan kaçmışlık) havası, biraz da yeraltı havası koklatıyor, özendiklerini veriyor gibi yapıyor. Dışarının ve yeraltının sabun köpüğü. Sahte bir dışarılık, sahte bir yeraltılık.

Türkçede rastlanan sorunların benzerlerine başka dillerde de rastlanıyor galiba.

Her dilin ayrı bir yapısı ve mantığı olduğundan, Türkçe sorunları da bir yanıyla özgül, Türkçeye özgü. Ama bir yanıyla başka dillerinkine benzer bir yaşantıdan geçmesiyle ilgili. Sözgelimi, İngilizceye maruz kalma sorununun, İngilizce dışındaki tüm dillerde yaşandığı anlaşılıyor.

Türkçe Sorunları Kılavuzu'nda İngilizcenin Tuzaklarına Karşı adlı bir bölüm de var.

İngilizce etkisine dikkat çekmek için.

"Dil kirlenmesi" denen olgu mu bu?

"Kirlenme" sözcüğü çok çekici; çevre kirlenmesini anıştırıyor çünkü. Ancak, "dil kirlenmesi" deyiminin içerebildiği yabancı düşmanlığı tehlikesine dikkat. Başka dilleri kir gibi görmeye varabilecek bir duygu var bu deyimde. Tıpkı "vatandaş Türkçe konuş" sloganındaki gibi. Bazı vatandaşların farklı bir anadili olduğunu silen, üstü örtülü bir şovenizm. Tek yönlü bir bakışın ürünü.
       Kültür emperyalizminin tek yönlü bir işleyiş olduğu doğru tabii. Baskın çıkanın, kendini dayatanın dili, "management"ın dili İngilizce. Oyuncaklarla birlikte önümüze konuyor: "chat", "joystick", "nintendo", "walkman", "CD", "VCD"... Tüketim alanındaki eğilim ve örüntülerin dildeki yansımaları. Buna karşılık dil olgusu bunlardan ibaret değil, çok yönlü bir olgu. Türkçeye dışarıdan gelen her değişikliğe karşı olunabilir mi? Dilin temel özelliklerine, eğilimlerine, ama en çok da gereksinmelerine uygun mu diye bakılmalı. Dilin yenilenme gereksinmeleri ister istemez bir bölümüyle dışarıdan karşılanacaktır.

Dil bilincinin okullarda kazandırılması gerekmiyor mu?

Okullarda yürürlükte olan dilbilgisi programlarının dil bilinciyle, okuma yazma edimiyle olan ilişkisi şuna benziyor: Gence, mühendislik çerçevesinde makine bilgisi vermek, sonra bir arabanın şoför koltuğuna oturtup arabayı kullanmasını istemek. Kompozisyon derslerinden üç sözcük kalıyor geriye: Giriş, gelişme, sonuç! Dördüncüsü yok. Oysa üniversite giriş sınavındaki Türkçe sorularına bakınız; çoğu Türkçe öğretmenini zorlayacak sorular.
       Türkçenin iyi kullanılmadığından bu ölçüde yakınılacaksa, okuma yazma kavramının kapsamını genişletmek gerekir. Sözlük ve kılavuz eskitmeden öğrenci olunur mu? Bir ülkede mimarlıkla ilgili iki tanecik dergi yayımlanıyor ve o ülkede bunların hiçbirini izlemeyen mimarlara rastlanabiliyorsa o mimarlar okuma öğrenmiş sayılabilir mi? On sekiz, yirmi yaşlarındaki öğrenci, roman okumak neye yarar diye –ciddi olarak– soruyorsa ya da "dizin" kavramını "dizi"yle karıştırabiliyorsa, okuma biliyor sayılır mı? "De" bağlacını ya da "mi soru eki"ni yazmayı, sorunsuz cümle kurmayı bilmeyen bir kişi Türkçe yazmayı biliyor sayılmalı mı? Sayıldığı içindir ki şu an Türkçe bu en ilksel düzeyde bile kötü kullanılıyor. Üstelik, bazı yazarları tarafından da.

Dili bozmak, daha doğrusu dili özgürce kullanmak, yaratıcılığın gereklerinden değil mi?

Benim sözünü ettiğim kötü kullanma durumunun, dili bilerek, bilincinde olarak biçimlendirmekle ilgisi yok. Yazınsal yaratıcılığın önkoşulu, dilbilgisinden çok, dil sezgisi sayılmalı. Sezgi varsa dilbilgisi arkadan gelebilir. Dili yaratıcı bir biçimde bozmak ancak sezgi ve bilinçle olanaklı. Zaten bozuk olanı bozmaktan söz edebilir misiniz? Dil alanında da, tıpkı diğer alanlarda olduğu gibi, seçiminize saygı duyulması için, bilerek seçmiş olmanız beklenir. Türkçe Sorunları Kılavuzu'nun amacı böyle bir bilincin oluşmasına katkıda bulunmak.

Dil Derneği'nin Yazım Kılavuzu'nu temel alıyorsun.

Eleştirel bir bakışla olmak üzere, onu temel aldım. Aksayan yerlerini yeri geldikçe belirtmeye çalıştım. Ben Yazım Kılavuzu'nun üçüncü baskısını temel almıştım. Türkçe Sorunları Kılavuzu'nun yayımlandığı tarihlerde Yazım Kılavuzu da yeni baskısını, dördüncü baskıyı yayımladı. Kapsamı genişletilmiş, aksayan yönlerden bazıları düzeltilmiş, ama önemli bir bölümü sürüyor. Yine de yürürlükteki en iyi yazım kılavuzu o. Resmi Türk Dil Kurumu ise baştan beri, neredeyse salt kendisine varlık nedeni yaratma amaçlı denebilecek bir biçimde farklı tavırlar takınma gereğini duydu.

Dilde arınmacılık anlayışı konusunda neler düşünüyorsun?

Dışarıdan alınan ürünlere çoğu kez Türkçe ad ya da karşılık türetilmeyip radyo, video, televizyon vb. çevriyazı (transcription; bir dilden alıp aynı seslerle öteki dilin alfabesinde yazmak) yoluna gidilmesi, türetme-çağrışım işleyişlerinde körelmeye yol açıyor. Terim ya da kavram alımında da öyle. "Çevriyazı" terimini sevmeyebilirsiniz; belki daha iyisi bulunacaktır. Ama Türkçeye "transkripsiyon" sözcüğünü buyur ettiğinizde, "çevir" ve "yaz" köklerinin sağladığı türetme ve çağrışım olanaklarından vazgeçmiş oluyorsunuz. Bunun da dilin köklerini kuruttuğunu bilmekte yarar var: Yapısal bir etki. Osmanlıcaya yakın duran anlayışın da böyle bir etkisi olabiliyor: Arınmacılığa tümden karşı çıktığı ölçüde dilin üretkenlik özelliğinden vazgeçmiş oluyor. Buna karşılık, arınmacı anlayış da dilin tarihsel yükünü dikkate almak zorunda. Dil öylesine tarihsel bir olgu ki günümüz "milliyetçi"lerinin tümüne "ulusalcı" demenin olanağı yok. Bugünün ulusalcıları, kendi ideolojik atalarına "milliyetçi" değil, "millici" diyor; "millici güçler" vb. Bu ikisinin her türüne karşı olanlar da, aynı nedenle, "Ulusalcılığın her türüne karşıyım" derse derdini anlatamaz, "Milliyetçiliğin her türüne karşıyım" demesi beklenir...

Sen Mülkiye'den ve iktisat alanından yola çıkmıştın, dile sonradan döndün galiba.

Doğru. Dil alanında "alaylı"yım. Ama dil, öyle derler ya, kendimi bildim bileli hep ikinci adresimdi. Üstelik yıllar boyu hayatınızı çevirmenlik ve benzeri, dile dayalı uğraşlarla kazanırsanız, dil alanında söz söyleme gereksinmeniz artıyor. Meslekten olmamak beraberinde güçlüklerin yanı sıra bir tür olanak da getirebiliyor. Dışardan bakmanın olanaklarını kastediyorum. İçerdekiler için, ağaçlardan ormanı görememe tehlikesi daha fazla belki.

Türkçe Sorunları Kılavuzu'nun sunuluşunda bazı özellikler var.

Kullanışlı hale getirmek için. Bu amaçla, örneğin, üç ayrı noktada bilimsel alanda alışılmış olan biçimin dışına çıktım. Bunlardan birincisi, sözcüklerin çekimli biçimini göstermek için küçüktür (<) işaretini kullanmak: "hallaç Türkçe Sorunları Kılavuzu'nda ilgili yerlerde açıkladım. Böylelikle, küçüktür işaretinin kullanım alanlarına bir tane daha eklenmesini önermiş oldum aslında.
       Dilbilim alanından ayrılıp popüler anlatımı seçtiğim ikinci gösterim, eklerin ayrı olarak yazılmasında ünlü harfleri büyük yazmak kuralına ("mEk eki" örneğindeki gibi) uymayıp "-mek eki" vb. biçiminde göstermek. Üçüncüsü ise tek başına gösterilecek harfleri iki eğik çizgi arasında değil, büyük harf olarak yazmak.
       Söylediğim gibi bu gösterimler, daha basit bir görünüm elde etmeye yönelik. Matematik formüllerine benzeyen gösterimler okur için her zaman itici oluyor.
       Kılavuz'da, okuru rahat ettirecek başka kolaylıklara da başvurdum. Sözgelimi, bazı Türkçe sorunlarını dilbilgisinin diliyle değil de kendi gündelik diliyle ifade eden okur, ilgili soruna ilişkin bilgiyi kolayca bulabiliyor. Diyelim, düzeltme işaretiyle ilgili bir noktayı merak ediyor, ama işaretin adından emin değil. Kılavuz'da, düzeltme işaretinin popüler adları da giriş oluşturuyor: "Şapka işareti"ne ya da "inceltme işareti"ne bakan okur, oradan "düzeltme işareti"ne ulaşıyor. Aynı biçimde, dilbilgisindeki resmi adı "sözdizimi" olan yapısal sorunlara göz atmak isteyen okur, bu kavramı bilmese ya da anımsamasa bile, yine gündelik dilden, "düşük cümle"den yola çıkabiliyor vb. Sözcüklerin Yazım Kılavuzu'na uygun yazılışı kadar, aykırı yazılışları da giriş olarak verildi. Kısacası, kullanışlı bir kılavuz yapmaya çalıştım.

Geniş bir okur kitlesine sesleniyor diyebiliriz galiba.

Seslenmesini amaçladım. Türkçe Sorunları Kılavuzu'yla ilgili güçlüklerden biri bu noktada yatıyordu zaten. Öyle bir okur tipi var ki, Türkçenin en incelikli noktalarında dertleniyor. Sözgelimi şu ana kadar Kılavuz'a en çok tezahürat yapan okur kategorisi olan yayımcılar böyle. Onlara, ses uyumu gibi bilgiler fazla geliyor olabilir. Ama yakındıklarına tanık olmadım: Kendileri için değilse de geniş bir okur kitlesi için böyle bilgilerin de gerekli olduğunu düşünüyorlar.

Okurun yerinde olsan Türkçe Sorunları Kılavuzu'nu nasıl kullanırdın?

Yanımdan ayırmadığım bir başvuru kaynağı olarak. Ama ilk fırsatta, tek satırlık da olsa açıklama içeren girişlere göz atardım, neredeyse sürekli bir metin okur gibi. Ayrıca, bulduğum eksikleri, katılmadığım noktaları vb. işaretleri, e-postayla bana bildirirdim. E-posta adresi, sunuş bölümünün altında var ama yineleyeyim: nealpay@yahoo.com Kılavuz’un yeni baskıları için (olursa) bu iletişim çok önemli.
Okuyabileceğiniz diğer Necmiye Alpay söyleşileri
▪ "Çözüm Süreci'nde güven yoksa üçüncü göz yararlı olur"
Sarphan Uzunoğlu, K24, 29 Ekim 2015
▪ "Eleştiri yapıtla konuşmadır"
Necmiye Alpay, Radikal Kitap Eki, 10 Ağustos 2007
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X