ISBN13 978-975-342-229-1
13x19,5 cm, 336 s.
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Sokak Güzeldir, 2009
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

MEHMEDİN KİTABI DAVA DOSYASINDAN

Avukat Fikret İlkiz’in Savunması

Beyoğlu 2. Ağır Ceza Mahkemesi Sayın Başkanlığı'na,

Dosya No: 1999/ 270 Esas

Dilekçeyi Sunan Sanık: Nadire Mater

Sanık Vekili: Av. Fikret İlkiz (Türkocağı Caddesi No: 39-41 Cağaloğlu - İstanbul)

Yazı Konusu: Savunmadır.

I- İLERİ SÜRÜLEN İDDİA
Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Bürosunun 1999/ 375 esas numaralı ve 9.8.1999 günlü iddianamesiyle, bu dava dosyası ile birleştirilen 199/288 Esas sayılı dava dosyası içinde bulunan 1999/408 esas sayılı 6.9.1999 günlü iddianamesinin konusu; yazarı Nadire Mater olan "Mehmedin Kitabı" isimli kitaptır.

Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığının Basın Bürosunun iddianamelerine göre, kitabın belli bölümlerinden yapılan alıntılarla “....şeklinde ifadelere yer verilmek suretiyle Devletin Askeri Kuvvetlerini Neşren tahkir ve tezyif edildiği anlaşılmakla” TCK'nun 159.maddesine göre cezalandırma istenmektedir.

İddianameler birbirinin aynısıdır ve aslında bu iddianameler Genel Kurmay Başkanlığı , Hilmi Özkök Orgeneral II nci Başkan imzalı 3 sayfadan ibaret (Dizi 12/1-2-3) 18 Haziran 1999 günlü yazıda yer alan alıntı ve iddiaların tekrarıdır. Bu yazı Beyoğlu Cumhuriyet Başsavcılığına yazılmıştır. Konusu “suç duyurusu”dur. Üçüncü sayfanın 2.bendinde “Bu nedenle, Türk Silahlı Kuvvetlerini tahkir ve tezyif unsurlarını taşıyan ilgili kitap, toplatılması ve sorumluları hakkında gereğinin takdir ve ifası için ek’te gönderilmiştir.” denilerek kitap “Genel Kurmay Başkanı Namına” Beyoğlu Cumhuriyet Savcılığına gönderilmiştir.

29.06.2000 günü Beyoğlu C. Başsavcılığı tarafından kitap ve suç duyurusu yazının alınması üzerine 8.7.1999 günü hazırlanan Fezleke ile izin alınmak üzere Adalet Bakanlığına gönderilmiştir.

Ayrıca Beyoğlu 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 1999/447 Müteferrik ve 21.6.2000 günlü kararı ile Metis Yayınları tarafından yayınlanan “Mehmedin Kitabı” hakkında toplatma kararı verilmiştir.

Birleşen dava dosyası içinde; yine kitabın 4 Baskısı (Haziran 1999) için Beyoğlu 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından da 9.8.1999 gün ve 1999/639-630 mütaferrik kararla toplatma kararı verilmiştir.

II- BİLİRKİŞİ RAPORU VE GÖRÜŞÜ
Mahkeme tarafından bilirkişi incelemesi yapılmasına karar verilmiştir. Verilen karar gereğince dosyaya Prof. Dr. Köksal Bayraktar tarafından sunulan 3.7.2000 günlü 8 sayfalık bilirkişi raporu; kitabı değerlendirmiş ve sonuç olarak :

“Bu belirlemeler çerçevesinde bizce, kitap içerisinde yer yer son derece ağır ithamlar, değerlendirmeler ve yorumlar yer almasına rağmen ve hatta bu değerlendirmeler ve yorumlar yer almasına rağmen ve hatta bu değerlendirmelerde TCK nun 159. madde kapsamında düşünebilecek terimler mevcut olmasına rağmen; kitabın özel, subjektif ve somut bir niteliğe sahip olması, belirli yörelerde meydana gelmiş belirli olayları aktaran ve yer yer edebi, yer yer belgesel ve eleştiri yönü ağır basan; ülkemizin belirli bir döneminde içinden geçtiği zor ve ağır nitelikli günlerin sona ermesi temennisi zımnen içinde bulunan düşüncelerin yer alması itibarıyle TCK’nun 159. maddede mevcut bulunan Devletin Askeri Kuvvetlerini tahkir ve tezyifi suçunun maddi unsuru mevcut değildir.

Bizce, kitabın edebi, eleştirel, belgesel ve haber verici, tartışma yaratıcı özelliği yazarda tahkir ve tezyif etme özel kastının mevcut olmadığını ortaya koyabilmektedir. Ancak manevi unsuru değerlendirme yönünde tek takdir mercii mahkeme olmakla bu konunu takdiri Sayın Mahkemeye ait olduğunu belirtmek istemekteyiz.”

III- ELEŞTİRİ HAKKI VE ÖZGÜR HABER DOLAŞIMI
Bilgilenme, çağdaş "doğrudan demokrasi"si sağlayan olgudur. Bilgilenme, birey açısından sadece hak olarak nitelendirilmez. "Haber dolaşımı", bireylerin, topluca toplumu ve dünyası ile ilgili olguları, bilgileri, her türden görüşleri öğrenmesini sağlar. Bu açıdan, bilgilenme sürecini işleten "Özgür haber dolaşımı" bireyin temel ve sınırlamaz hakkıdır. Demokrasi "çoğulcu" olduğu için, haber dolaşımı da "çok yönlü" olmak gerekir. Haber dolaşımının "çok yönlü" olması da ortak hukukun temel kurallarındandır. Haberin veya bilginin konusu ne olursa olsun , halkın bunları öğrenme hakkı vardır.

"Haber vermek hakkı", olayların anlatılması kadar olaylarla ilgili "görüş", "eleştiri","yorum" ve yaratma haklarını kapsar. Bu açıdan, "yorum", "êleştiri", "yaratma" hakları da, genelde "düşünce açıklamak hakkı", özelde "Haber olaştırma özgürlüğü" kapsamındadır. (Özek, Çetin, Türk Basın Hukuku, İstanbul 1978,34 v.s). "Gazeteci", halkın doğruları öğrenmesini, bilgilenmesini sağlamaya yönelik "görev" üstlendiği için, "haber vermek hakkına" sahiptir. Bu durumda gazetecinin gerçekleştirdiği "yayın", "hakkın icrası" kapsamında olduğu için, hukuka uygundur. Diğer bir deyişle, "Olay", "yorum", "eleştiri" ve "yaratma eserleri" açıklamak suç oluşturmaz. (Dönmezer-Erman, Nazari ve Tatbiki Ceza Hukuku, II, no.716 v.s) Değinilen hukuksal gerçek, demokratik siyasal yapının özünü oluşturan "çok seslilik" kuralının vazgeçilmez, tartışılamaz gereğidir. Aksi düşünülüp, uygulandığında, "tek seslilik", "resmi görüş" sisteminin kabul edilmesi demektir ve böyle bir sistem ise "demokratik siyasal yaşam" ile uzlaşmaz çelişki oluşturur. Bu açıdandır ki, demokratik düzenlerde, siyasal iktidar "suç oluşturmak" konusunda sınırlı bir "güç"e sahiptir. Düşünce açıklamak, haber vermek, halkın öğrenmek hakkını sınırlayıcı "suç tipleri" oluşturulamaz, yasa kuralları özügrlüğü sınırlayıcı yönde uygulanamaz ( Özek,Ç., Türk Basın Hukuku, 81 v.s)

Düşünce açıklamasının, eleştirinin, yaratılan yapıtların içeriği nedeniyle, somut bir eylem olmamasına karşın suçlanması, "özgür, doğru, yaygın, çok yönlü bilgi dolaşımını" ve dolayısıyla bireyin öğrenme hakkının sınırlandırılması, "izin verilen düşünce / izin verilmeyen düşünce alanları" yaratılmış, kişiler izin verilen düşünce kapsamında düşünmek zorunda bırakılması anlamına gelir.

Değinilen olgu, resmi görüşün egemenliği ve birey açısından zorunluluğun kabul edilmesi anlamına gelmektedir. Demokrasilerde ise, kişi anayasal düzene uygun düşünmek zorunda olmayıp, uygun davranmak zorundadır. Hukuka aykırı, suç sayılan, düşüncenin yasal yöntemlere, "oyunun kurallarına" aykırı yöntemle hayata geçirilmesine yönelik "eylem"dir.

"Olgular"ın ve olgularla ilgili görüşlerin açıklanması, "korunan hukuksal konu" açısından tehlike yaratmaz ve bu nedenle "suç" sayılmasının mantığı da yoktur. Gerçekte, "haber vermek hakkı"nın sınırlandırılması, "demokratik siyasal sistem"in yok olması veya gerçekleştirilememesi tehlikesini yaratır. "Bilgi, haber vermek" yoluyla açıklanan olgu ve görüşler, "devletin varlığı"na ilişkin olsa dahi, bu açıklamaların "zarar tehlikesi" yaratmayacağı kabul edilir. Bu açıdandır ki, demokratik düzenlerde, siyasal iktidar "suç oluşturmak" konusunda sınırlı bir "güç"e sahiptir. Düşünce açıklamak, haber vermek, bilim ve sanat özgürlüğünü sınırlayıcı yönde uygulanamaz. Kesin olan, düşüncenin, "yayın"ın, "resmi görüş" ile çakışmaması "suç" sayılmaması için yeterli değildir. (Özek,Ç., Türk Basın Hukuku, 81 404 v.s)

Nitekim Yargıtay başkanı Sami Selçuk'ta 6.9.1999 tarihli konuşmasında “düşünce özgürlüğü” ve eleştiri hakkına değinirken açıklamalarda bulunmuştur.

Sami Selçuk’un gazetelerde de yayınlanan bu konuşmasından bazı bölümlerin dilekçemize aktarılmasında yarar görüyoruz. S.Selçuk konuşmasının bir bölümünde "düşünce suçuna", siyasal katılıma ve demokrasiye değinerek görüşlerini aşağıdaki gibi dile getirmiştir :

"Yeni adlî yılı açıyorum.

..........................

Ben ülkemi doğrularıyla yanlışlarıyla, sevaplarıyla günahlarıyla birlikte seven biriyim. Gerçekçiyim.

Hukukun kimliği evrenseldir. Ülkelere göre değişmez. Sorunlara işte bu bilinçle yaklaşacak, sizleri de düşünmeye çağıracağım. Şimdi bu tarihsel günde, Türk olarak, hukukçu olarak, yurttaş olarak, Atatürk’ün resmi altında, sizlerin önünde temel soruları birlikte soralım ve bilimin ışığında yanıtlayalım: Atatürkçülük ve onun uzun vadedeki amacı neydi? Çağcıl demokrasi nedir? Türkiye hangi noktadadır? "Çağcıl" (moderne) derken, en ileri uygar değerleri yakalamış olanları; "çağdaş" (contemporain) derken, aynı zaman diliminde yaşayanları amaçlıyorum.

..................................

Düşünce yasakları her zaman toplum zararınadır. Yasaklanan düşüncenin bütünü ya da bir kesimi doğruysa "doğru"dan, yanlış ise doğrunun daha belirgin biçimde ortaya çıkmasından yoksun kalan bir toplum yoksullaşacak, yeni tezlere ulaşamayacak, olduğu yerde duracaktır.

Düşüncelerin açıklanmasını yasaklamak, yalnızca düşünceyi üreten insanın değil, başkalarının dinleme ve değerlendirme özgürlüklerine de saldırıdır. Çünkü ötekilerin düşünceyi dinleme, değerlendirme özgürlükleri, berikilerin düşünceyi açıklama özgürlüklerinin bulunmasına bağlıdır.

Sınırsız özgürlük şeytanlar içindir. İnsanın şeytanlaşmasına elbette göz yumulamaz. Beynin her ürünü söze dönüşüp dışarıya yansıtılamaz. Sövgüler , iftiralar böyledir, düşünce sayılmazlar ve her düzende cezalandırılırlar. Ayrıca hukuk, suç sayılan eylemlere kışkırtmaları, zorla düşünce dayatmalarını da suç sayar. Ancak bunların dışında kalan şeyler, toplumu sarsan, yüreğinden yaralayan görüşler bile, düşünceyi açıklama özgürlüğünün sınırları içinde kalır, suç sayılmazlar. Tersi anlayış çoğu zaman düşünce suçudur. Esasen "sakıncalı olmayan bir düşünce çoğu zaman düşünce olarak anılmaya değmez" (O. Wilde). Bugünün gelişmelerini, skandal yaratan, sakıncalı düşünceler sergileyen insanlara borçluyuz.

Ceza hukuku, suç sayılan eylemlere kışkırtmaları cezalandırırken çok duyarlı olmak, "suçların yasallığı ilkesi"ni çiğnememeye özen göstermek zorundadır. Bu ilke birey özgürlüğünün güvencesi, ceza hukukunun temelidir. Bu yüzden insan hakları bildirilerine, anayasalara (md. 38) girmiştir. Bu ilkenin somut izdüşümlerinden biri de, ceza hükümlerinin açık, belirgin, kesin olmaları, örtülü, gri, belirsiz, mat, değerlendirici ve görece olmamalarıdır. Bu tür sözcüklere yer verilmemelidir. Bu bir alt ilkedir. Bu alt ilkeye uyulmazsa, hem suçların yasallığı ilkesi ve hem de düşünce özgürlüğü sinsice, kurnazca, dolanlı yolla çiğnenmiş olur. Böyle bir hukuk, kendi örgülü saçlarına tutunarak bataklıktan çıktığını söyleyen Baron Von Munchhausen’ın mantığıyla işleyen bir hukuktur.

Özgürlükleri kötüye kullanacakları ya da demokratik sistemi yıkacakları bahanesiyle de düşünceyi açıklama özgürlüğü sınırlanamaz, yasaklanamaz.

....................

Yineliyorum. Özgürlüğü yerli yersiz sınırlayan bir hukuk ve devlet, insanı insan yapan temel öğeye, özgürlüğe ihanet etmiş bir hukuk ve devlettir. Böyle bir düzende hukuk da, devlet de meşru değildir.

................

Düşünce Suçu

Örnek aldığımız Fransa’nın düşünce hükümlüsü Baudelaire’leri, Garaudy’leri var. Ama yine de bizimki kadar övünecekleri (!) düşünce suçluları yok. Bu konuda ciddi iddialar bulunmaktadır.

Bunlara göre; Türkiye’de 1993’te 60, 1994’te 102, 1995’te 83, 1996’da 91 gazeteci yazar tutuklanmış; Türkiye İnsan Hakları Vakfına göre 1993’te 18, 1994’te 45, 1995’te 46, 1996’da 31 yazar düşünce suçlusu olarak cezaevine girmiştir. İnsan Hakları Derneğine göre, 1997’de bu rakam 153’tür.

Bir başka iddiaya göre de, 1997’de 22 ülkenin cezaevinde toplam 180 gazeteci bulunmaktadır. Bunun 78’i Türkiye’dedir ve birincilik bizdedir. Sayı, Zambiya’da 1, Sudan’da 2, Nijerya’da 8’dir.

Bu iddialar değerlendirilmeli, Türkiye yasalarla beyinleri ezilmeye, sesleri kısılmaya çalışılanların ülkesi olarak 21. yüzyıla girmemelidir. Yapılacak iş, salt düşünce suçları olan hükümleri kaldırmak, suçlara eylem çağrısı yapan, suça kışkırtan hükümlerdeki sözcük ve deyişleri, suçların yasallığı ilkesi gereğince, belirgin ve saydam kılmaktır.

Çağcıl demokraside devlet düşünceler karşısında yansızdır. Hukuku, düşünceleri barış içinde yarıştırmak için kullanır, yasaklamak için değil.

.........................

Gösterdiğiniz ilgi ve sabra gönül borcumu öderken, 2000 yılında demokrasinin utkusuyla taçlanmış, baskı ve terörden arınmış, barışa kavuşmuş bir Türkiye’de ve dünyada buluşmak umuduyla saygılar sunarım. "

(YARGITAY BAŞKANI SAMİ SELÇUK. 6.9.1999 YARGI YILINI AÇIŞ KONUŞMASI'ndan )

IV- GEREĞİNİN TAKDİR VE İFASI İÇİN GENELKURMAY YAZISINA EK OLARAK GÖNDERİLEN KİTAPTAKİ BELLİ BÖLÜMLERİN AYIKLANARAK YAN YANA GETİRİLMESİ İLE OLUŞTURULAN BÖLÜMLERDE VE KİTABIN BÜTÜNÜNDE TCK'NUN 159.MADDESİNE AYKIRILIK YOKTUR.

BİLİRKİŞİ RAPORU BU DURUMU BİLİMSEL OLARAK AÇIKLAMAKTADIR

TCK Kanunun 159. maddesi ile devleti devlet yapan kuruluşların manevi şahsiyetlerinin çeşitli saldırılara karşı korunması amaçlanmıştır.

159.maddeye göre de devletin askeri kuvvetlerine atfedilen yaşamsal değer bakımından Devletin "olmazsa olmaz" ilkesi sayılmıştır. Maddeye göre tahkir ve tezyif fiilinin 159.maddenin birinci fıkrasında gösterilen müesseselere karşı, yani Türklük, Cumhuriyet, TBMM, Hükümet, Bakanlıklar, Devletkin askeri veya emniyet muhafaza kuvvetleri ve adliyeye karşı işlenmesi gerekir. Tahkir "hakeret etmek", tezyif ise küçültmek, zayfılatmak, aşağılamak anlamındadır.

Bir diğer deyişle; bu kuruluşlara karşı tümüyle inciti, saygısızlık derecesine varan, alaycı, aşağılayıcı, halkın gözünde küçük düşürücü söz ve davranışları tahkir-tezyif olarak kabul edebiliriz.

Dosyada bulunan bilirkişi raporunda da belirtildiği gibi :

“İncelenen kitabın hukuki araştırması içerisinde yargılamanın TCK’nun 159. maddesinde yer alan “Devletin Askeri Kuvvetlerinin tahkir ve tezyif edilmesi” yönünden şu özellikleri öncelikle belirtmek uygun olacaktır :

1) TCK 159. maddedeki suçun meydana gelebilmesi için, Türk Silahlı Kuvvetlerinin tümüne yönelik olarak belirlemelerde bulunmak ve silahlı kuvvetleri genel olarak içine alacak terimleri kullanmak gerekmektedir.

2) Aynı maddenin ihlal edilebilmesi için kullanılan terimlerin, ifadelerin soyut, genel ve öbjektif niteliğe haiz olması aranmaktadır. Özetle belirtilen kelimeler ve ifadeler belirli somut bir olaya, belirli bir kişiye ait olduğunda bu genellik, objektiflik mevcut olmayacaktır.

3) TCK 159.maddede yer alan suç herhangi bir yayın vasıtası ile işlendiğinde, bu yayının konusunu teşkil eden yazı ya da eserin tümü dikkate alınacak, sadece bazı kelimelere ve terimlere dayanılarak değerlendirme yapılmayacaktır.

4) TCK 159. maddede cezalandırılan husus tahkir ve tezyiftir. Tahkir ve tezyif etme, kötü sözlerle aşağılamayı ifade etmektedir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin tahkir ve tezyif edilmesi, Türk toplumunun Silahlı Kuvvetlere karşı duyduğu saygıyı, silahlı kuvvetlerin geçmişten bu güne erişmiş olduğu saygınlığı zedelemeyi, rencide etmeyi belirlemektir.

5) Bu suçun işlenebilmesi için tabidir ki kusurluluk ve kastın varlığı gerekmektedir. Burada söz konusu olan kast, tartışmalı olmakla birlikte, özel kasttır; yani eleştiri, haber verme, yorum yapma, mizahi eylemlerde bulunma, edebi ve artistik duyguların dışında hareket etme, düşünce ve kanatleri açıklama gibi hallerin dışında doğrudan doğruya aşağılamaya, rencide etmeye yönelik bir kastın varlığı gerekmektedir. Kastın bu özelliği tabidir ki, eserin tümünün taşıdığı nitelikten neşet edecektir.” (Bilirkişi raporu sayfa 5)

A) - Suçun maddi unsuru

Maddenin "hukuksal konusu" kuruluşlardaki kişilerden soyutlanarak kurumların saygınlığının korunmasıdır. Nitekim 159.maddede "manevi şahsiyet" terimi kullanılarak korunan "hukuksal konunun" bireylerin veya bireylerin eylem ve işlemleri dışında kurumun bir varlık olarak prestijinin korunduğu kabul edilmektedir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 24.5.1976 gün ve 9-247/258.; 16.11.1981 gün ve 9/302-376 sayılı kararlarında da manevi varlık ile bireylerin işlem ve politikalarının özdeşleştirilemeyeceği kabul edilmektedir. O nedenle, bireylerin tahkiri, eylem ve işlemlerinin eleştirisi TCK'nun 159.maddesinde sayılan Anayasal kuruluşların manevi şahsiyetine izafe edilemez. Aksi takdirde, bireylerin, bireylerin politika ve işlemlerinin anayasal kuruluş ile özdeşleştirilmesi sonucunu yaratır. Böyle bir değerlendirme, Anayasal sistemimiz ve TCK'nun yapısıyla da bağdaşmaz. (Özet, Basın Hukuku 468.sayfa ve diğerleri).

B)- Suçun manevi unsuru

Herhangi bir eleştiri yazısına 159.maddeyi uygulayabilmek için anayasal kurumun manevi varlığına yönelik, sövme ve hakaret eylemini aşan "küçültücü", "tezyif edici" isnatlarda bulunulması gerekir. Tezyif, "kinin, düşmanlığın, saldırının bilinçli olmasını" ifade eder. Bu nedenle küçültücü beyan "tezyif" niteliğinde değilse 159.madde uygulanmaz. (ErMan Sahir.,Hükümetin Manevi Şahsiyetini Tahkir ve Tezyif Suçu. İstanbul Barosu Dergisi 1951, no:5 Sayfa 281-282; Antolisei, 842; Özek, Basın Hukuku , 472) 159.maddede "...alenen tahkir ve tezyif edenler..." denilerek basit hareketi aşan derecede "tezyifin varlığı" koşul sayılmaktadır.

Suçun, "tahkir ve tezyif" ile işlenebilir olması, eleştiri, sistemle uyumsuz bilimsel, tarihsel incelemelerin suç olmayacağının kabulü gerekir. Esasen, yukarıda belirtildiği gibi, düşünce açıklamak, inceleme, eleştiri, haber dolaşımını bir hak olarak kabul ettiğimize göre, bu nitelikteki eleştiri, söyleşi, belgesel inceleme, tarihteki olayları sosyolojik bir gözle analiz etme veya tarihsel incelemeleri 159.madde kapsamında açıklanan suç olarak değerlendiremeyiz.

Özellikle "siyasal eleştiri"lerde, "tarihsel inceleme" lerde tartışılmaz biçimde kamu yararı vardır. (Özek, Basın Hukuku Sayfa 205) Siyasal eleştiri sert olabilir. Ama yine de hukuka aykırı sayılmaz. Bireyin bilgilenme hakkı, bilimsel inceleme, eleştiri, yeni sistem önerileriyle zenginleşebileceği için demokratik siyasal yapıya da yararlı sayılır ve bu tür düşünce açıklamaları ceza tehdidi altında tutulamaz.

Dolayısıyla demokrasilerde öğreti ve uygulama, eleştiri, inceleme ile resmi görüş arasındaki çelişkinin, sistem önerilerinin tahkir ve tezyif sayılmayacağı konusunda görüş birliği vardır. Suçun oluşması için "özel kastın" varlığı aranır. Özel kast aranır çünkü; özel kast, eleştiri, haber vermek, inceleme yapmak ve yaratmak haklarının kullanılması ile "tahkir-tezyif" eyleminin ayrılmasını sağlayan subjektif unsurdur. Bu açıdan, failin açıklamalarını anayasal kurumları tahkir ve tezyif kastıyla yapmadığı takdirde, eylem 159. maddeyi ihlal etmez. Bu nedenle bilgilendirmek, anlatmak, olayları belgelere ve olayları yaşayanların sözleriyle aktarmak ve bu söyleşilerde yer alan eleştirilere yer vermek suretiyle eleştirmek kastıyla hareket edildiğinde yapılan açıklamanın, kitabın veya yazının içeriği ne olursa olsun hukuka uygundur. (Özek, Devlete Karşı Suçlar, İstanbul 1976) Nitekim, Yargıtay da "tehevvür" ile söylenen sözlerin suç oluşturmayacağını kabul ederek, suçun işlenmesi bakımından "tahkir ve tezyif" kastının varlığını aramıştır. (Yargıtay Ceza Genel Kurulu nun 1979 yılında verdiği 9-247/237 sayılı ilamı. Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 2.9.1981 gün ve 100/17 ve 22.11.1984 gün ve 244/237 sayılı kararlarında da "özel kast"ın varlığı aranmıştır. / Özbakan-Lüleci kitabı )

Özel kast her olayda ayrı ayrı değerlendirilmeli ve sonucuna göre karar verilmelidir. "Tahkir ve tezyif" kavramı ile "eleştiri" birbiri ile karıştırılmamalıdır. Aradaki çizgi iyi belirlenmelidir.

C)- Sanık yazarın tahkir ve tezyif kastı yoktur

Yazar; bu kitabı niçin yazdığını açıklamıştır. Kitabın “Önsöz” ve “Teşekkür” bölümlerinde hangi nedenlerle böyle bir kitap hazırlamaya karar verdiği açıklıkla gösterilmiştir. 1984-1998 yıllarında Olağanüstü Hal Bölgesinde 42 gencin yaşadıkları, bir başka deyişle yaşananlar kitabın konusunu oluşturmaktadır. Yazar’a göre nesnel olarak 42 gencin yaşadıkları kitaba alınırken; gerisi sosyolojik ya da politik ya da tarihsel çalışma yapan bilim adamlarının görevidir. 15 Ağustos 1984’te Eruh ve Şemdinli PKK baskınları ile başlayan düşük yoğunluktaki çatışmaya karşı bunu yaşayanların “değerlendirmeleri” tarihsel olarak ve yaşanılan ortamdaki kişilerin kendi kişisel yaşam ortamlarına da yer verilerek anlatılmıştır. Gençlerin bakış açısı bu kitapta vardır. Kitap söyleşilerden oluşmaktadır. Olaylar ve olayların kahramanları gerçektir. Öyküleri yaşanmış öykülerdir. Acıları bilinen acılardır. Edebi özelliği vardır. Belgeseldir. Türk Silahlı Kuvvetlerinin tümüne yönelik belirlemeler olmadığı gibi, kitapta yer verilen anlatımlarda böyle bir belirleme amacıda yoktur. Kitabın tamamı dikkate alınarak inceleme yapılmalıdır. O zaman yazarın amaç ve kastının ne olduğu açıkladığımız gibi açıklığa kavuşmuş olacaktır.

Savcılık iddianameleriyle sadece kitaptaki belli cümlelerin cımbızlanarak çekilip suçlamada bulunulmasıyla dava açılmış ve TCK'nun 159.maddesine göre cezalandırma istemektedir. Oysa sadece bir cümlenin yazının bütününden koparılarak cezalandırma istenmesi hukuka aykırıdır. Kitap bütün olarak değerlendirilmelidir.

Salt seçilen cümlelerle “tahkir ve tezyifi" fiili gerçekleşmiş sayılmaz. Yazarın kastı; silahlı kuvvetlerin tahkir ve tezyif değildir. Yaşanan olayların siyasal, sosyolojik ve tarihsel karakteri ile yarattığı hukuksuzluk eleştirilmiştir.

Görüldüğü gibi “yaşananlar” ve eylemleri ile acılar oluşturan siyasal kararların eleştirisi yapılmalıdır. Yazar sadece eleştirilerini dile getirmiştir. amacı eleştiridir. Kastı suç işlemek veya doğrudan doğruya askeri güçleri tahkir ve tezyif değildir.

Eleştiri bir edebiyat yapıtını, sanat olayını, kişiyi veya kamuoyunda tartışılan herhangi bir konuyu inceleyip açıklamak, değerlendirmek amacıyla kaleme alınan yazı türüdür.Bir başka deyişle “gerçeği ortaya koymak için” yapılan yargılayıcı bir inceleme ve tartışmadır.

Basın yoluyla herhangi bir köşe yazarının düşüncesini açıklamaktaki eleştiri hakkı ise ; somut bir olayın kamuoyuna aksettirilmesi dışında, olayla ilgili düşünce ve değerlendirmelerin açıklanması olanaklarını ve hakkını ifade eder. Olaylar, kişiler veya herhangi bir eser hakkındaki tenkitler, kritikler bu hakka dayalıdır.Hatta eleştiri ve kınama sert olabilir ve gerektiğinde olmalıdır da...Yeterki yapılan kınama ve eleştiri gerçekleri yansıtsın, kamuya duyurulmasında ciddi, zorunlu ve meşru bir amaç gütsün...

V- BİLİRKİŞİ RAPORUNDAKİ SAPTAMA SUÇSUZLUĞUMUZU KANITLAMAKTADIR
Bilirkişi raporunda belirtildiği üzere :

“Vatani görevlerini 1984-1998 yılları arasında Güneydoğu Anadolu’da Olaganüstü Hal Bölgesinde yapmış olan 42 gencin yaşadıkları başlarından geçen olaylar kitapta yer alan ana konuları teşkil etmektedir. Kitap içerisinde bu 42 gencin adları belirtilmemektedir.

Kitabın “Teşekkür” ve “Önsöz” bölümlerinde yazar, böyle bir çalışmaya hangi nedenlerle karar verdiğini, çalışmada kendisine yardımcı olan kişilerle konuşma yapmak istediği kişilerle nasıl irtibat kurulduğunu anlatarak kendisine yardımcı olanlara teşekkür etmektedir. Bu bölümlerde, yazar devamla bu çalışmayı neden yapmak istediğini belirtirken, okuru sosyolojik ya da politik çözümlemelere ulaştırma amacını taşımadığını, kendi iradelerine rağmen savaşın öznesi haline gelen kişilerin sesini topluma duyurma amacını taşıdığını, Güneydoğu Anadolu’da yaşanan olaylara bizzat bu olayları yaşayan, içinde yer alan insanların duygu ve düşünceleri ile bakılması gerektiği yolunda bir izlenim yaratma gayretine sahip bulunduğunu ifade etmiştir. Kitap içerisinde anılarını anlatan kişilerin sadece kendi duygu ve düşüncelerinin açıklanmadığını ve fakat bu kişilerin içinde büyüdükleri, yetiştikleri ve ait oldukları ortamın ve çevrenin de duygu ve düşüncelerinin, değer yargılarının yansıtıldığı aynı bölüm içinde ortaya konulmaktadır. Bu açıdan yazar, her bölgeden gençlerle görüştüğünü, farklı etnik, dinsel, mezhepsel ve kültürel farklılıktaki kişilerle ilişkiler kurduğunu, daha da ileri giderek sağcı, solcu, milliyetçi, dinci, savaş yanlısı, savaş karşıtı türünden farklılıkları veçeşitlilikleri içeren konuşmaları özel olarak topladığını bu bölümlerde ifade etmiştir. 15 Ağustos 198’te Eruh ve Şemdinli PKK baskınları ile başlayan düşük yoğunluklu çatışmaya karşı topçusu, tankçısı, jandarması ve komandosuyla yapılan değerlendirmeleri yazar, aktardığını açıklamaktadır. Daha sonra yazar, Türkiye’de 14-15 yıldır benzer olayların, çatışmaların devam edip gittiğini ve bu çatışmalar içerisinde yer alan kişilerin bunları değerlendirme biçiminin önemli olduğunu ve kitapta bunun ortaya konulduğunu belirlemiştir.

Kitabın ilk bölümünde “Mehmetler Konuşuyor” başlığı altında pek çok asker ile yapılan görüşmeler yer almakta: “konuşmayanlar yerine” başlıklı ikinci bölümde ise uçak kaçıran bir kişi ile annesi ve kardeşlerini öldüren bir kişi hakkında çevrenin anlattıkları ortaya konulmakta ve nihayet “sayılar” başlıklı üçüncü ve son bölümde ise, Güneydoğu Anadolu’daki olayların çeşitli yönlerini ortaya koyan bazı konular hakkında sayısal bilgiler verilmektedir.” (Bilirkişi raporu Sayfa 1-2)

“Kısaca özetini aktarmış olduğumuz kitap içerisinde Güneydoğu Anadolu’da ve Doğu Anadolu’da uzun süreden bu yana cereyan eden olaylar, Türk silahlı Kuvvetlerinde milli savunma hizmetini yerine getiren gençlerin bakış açısından anlatılmaktadır. Kitabın yazarı bu olayları anlatırken hayli etkili, yalın ve realist bir üslup içerisinde aktarımlarını yerine getirmektedir. Kitap bütünü itibariyle hem bir hikaye ve hem de bir röportaj özelliğini taşımaktadır. Ancak bütün bu hikayelerde, açıklanan olaylarda ya da olay kahramanlarının görüşlerinde ortaya konulan husus hep Güneydoğu çatışmalarının gereksizliği, insanların boş yere öldürüldükleri, işkence edildikleri, köylerinin hukuka aykırı şekilde yakıldığı ve bu gelişim içerisinde Türk Silahlı Kuvvetlerinin bazı mensuplarının da haksız şekilde ve etkin olarak rol oynadıklarının belirlenmesidir.” (Rapor sayfa 4-5)

Bu belirlemeleri yapan Bilirkişi Raporunun 6 ve 7. sayfalarında ise yukarıda açıklanan görüşlerimizi haklı kılan kitapla ilgili aşağıdaki şu saptamaları yapmaktadır :

“1- Kitapta Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da cereyan eden tedhiş olayları ve silahlı çatışmalar belirli bir bakış açısından ortaya konulmaktadır. Kitabın içinde yer alan hikayelerde kullanılan üslubun realist bir üslup olduğunu söyleyebilmek mümkündür. Ancak realist üslubun kullanılması, anlatılan hususların gerçeklere tamamen uygun olduğunu ifade etmemektedir. Bununla birlikte üslubun yalınlığı sadece belirli konulara inhisar etmesi ve açıklamaların zaman zaman farklı açılardan yapılmış olması realist bir uslüp kullanıldığı intabını vermektedir.

2- Kitap içerisindeki bölümlerde Türk Silahlı Kuvvetlerinin tümüne yönelik olarak nitelemeler yapılmamaktadır. Anlatılan ve açıklanan konular daha çok yöresel, belirli yerlerde meydana gelmiş ve belirli kişilerin başından geçmiş olan hadiselerdir. Ordu içinde astsubaylardan, üsteğmenlerden, tabur komutanlarından ösz edilirken okuyucu belirli bir zamandaki ve belirli bir yerdeki olayların içinde yer alan belirli silahlı kuvvetler mensuplarını gözönüne getirmektedir.

Bu çerçevede kitap içerisinde genelleme yapılmadığı, özel bazı kişiler ve konularla ilgili açıklamalarda bulunulduğu, kısaca TCK 159. madde ile aranan genellik, soyutluk ve objektiflik esaslarının bulunmadığı, buna karşılık özellik, somutluk ve subjektifliğin bulunduğu tespit edilmektedir.

3- Türk ordusunun Doğu Anadolu’daki olaylarda kahramanlık göstermediği, kirli olması gibi belirlemeler aslında genel ve soyut ve objektif bir özellik taşımasına rağmen bu tür ifadeler içinde bile hemen Güneydoğu Anadolu’daki çatışmalar içerisindeki kuvvetlerin akla gelebilmesi büyük bir ihtimal olarak ortaya çıkmaktadır.

4- Kitapta yer yer belirtilen özel tim, Yeşil, jandarma, çete gibi terimler de, bizce hep Güneydoğu’daki olaylarla yakından ilgili bir takım değerlendirmelerdir. Bu değerlendirmelerin Türk Ordusu, Türk Silahlı Kuvvetlerinin toplumumuzdaki ve Türkiye Cumhuriyeti’ndeki büyük etkinliğini sarsamayacağı içinde yaşadığımız son olaylarla da ortaya çıkmıştır. Gerçekten, toplumumuzda son bir yıl içinde yaşadığımız olaylar, köy korucularının özel timlerin, Jitem’in belirli tod adı ile anılan kişilerin (Yeşil) tartışılan unsurlar haline geldiğini göstermektedir. Bu tartışmalar Türk Silahlı Kuvvetlerinin saygınlığını ortadan kaldırmamakta, bilakis güçlenmesine olanak sağlamaktadır.

5- Kitap içerisinde hikayeler, röportaj şeklinde kaleme alınmış ve belirli bir edebi özelliğe sahip hikayelerdir. Bu açıdan kitapta realist üslubun yanısıra edebi bir çalışmanın yapıldığı ve anlatılan konular itibariyle belgesel bir özelliğin de bulunduğu kolayca ileri sürülebilmektedir. Bu tespiti yapmamızın sebebi kitabı baştan sona kadar okuyan Türk Silahlı Kuvvetlerine karşı bir olumsuz etkilenmenin meydana gelmesinden ziyade, Güneydoğu’da yaşanan olayların dramlarınınn sona ermesi yönünde bir duygunun vücuda gelmesidir. Kısaca kitabı okuyan okuyucuda Silahlı Kuvvetlere karşı olumsuz bir duygudan çok silahlı çatışmaların sona ermesi yönünde bir duygunun yerleştiği tespit edilebilmektedir.” ( Rapor sayfa 6-7)

VI- İFADE ÖZGÜRLÜĞÜ HAKKI KULLANILMIŞTIR
İfade özgürlüğünün ne zaman, nasıl ve hangi koşullarda sınırlandırılabileceği veya bir başka deyişle bu özgürlüğün kullanılmasının koşullarının neler olduğu AİHS’nin 10. maddesinin ikinci bölümünde gösterilmiştir.

Öncelikle ifade özgürlüğünün çerçevesi çizilirken 10.maddenin ikinci paragrafında yer alan aşağıdaki ölçütler önemlidir:

Bu özgürlüklerin kullanılması, ödevler ve sorumluluklar ile yürütülür.

Bu özgürlüklerin kullanılmasının sınırı söz konusudur.

Başka deyişle, kamusal makamlar, bu özgürlüklerin kullanılmasına müdahalede bulunabilirler.

İkinci paragrafta sıralanan “sınırlama”lar ise şöyle gösterilmiştir :

- ulusal güvenlik,

- ülke bütünlüğü,

- kamu emniyeti,

- suç işlenmesi veya düzensizliğin önlenmesi,

- genel sağlığın korunması,

- genel ahlakın korunması,

- gizli bilgilerin açığa vurulmasının önlenmesi,

- başkalarının şöhret ve haklarının korunması,

- yargı organlarının otorite ve tarafsızlığının sağlanması

Kamu otoriteleri ikinci paragrafta sayılan 9 ayrı ölçüt bakımından ifade özgürlüğüne müdahalede bulunma hakkına sahiptir. Görüldüğü gibi Sözleşmenin 10. maddesinin ikinci paragrafında sınırlama ölçüleri teker teker sayılmıştır.

Ancak maddenin 2. paragrafı kamu otoritelerinin veya devletin hangi durumlarda ifade özgürlüğüne müdahale edebileceğini özellikle göstermiştir. İfade özgürlüğü hakkının ihlal edildiği iddiasıyla hakkında yapılan herhangi bir şikayet karşısında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine savunma vermek zorunda olan devlet; “müdahalesinde” haklı olduğunu kanıtlamak yükümlülüğündedir. AİHM ifade özgürlüğünün ihlali iddiaları karşısında ikinci paragraftaki sınırlama ölçütlerine uygun müdahale olup olmadığını saptamak için sınırlama ölçütlerini aşağıdaki sıkı testlerden geçirmektedir.

“Sınırlama” veya “müdahale” için “yasa” olmalıdır.

Sınırlamanın meşru bir amacı bulunmalıdır.

Sınırlama demokratik bir toplum için gerekli olmalıdır.

Yasallık ilkesine uygun olarak getirilen “ceza” izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.

İfade özgürlüğünün sınırlanmasında uygulanması en güç ama davaların sonucunu kararlaştırmada belki en büyük rolü oynayan ölçüt “sınırlamanın demokratik toplum düzeni için gerekli olması” ölçütüdür.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 10. maddede yer alan ifade özgürlüğü kapsamını geniş yorumlamaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ; düşünce özgürlüğünün,demokratik toplumun temel dayanaklarından birini oluşturduğunu, bu özgürlüğün mutlak olmadığına da işaret ederek, bir takım sınırlamaların ve yaptırımların kanunla makul ölçüde gerçekleştirilebileceğini kabul etmektedir.

“Denetim görevi Mahkeme’yi “demokratik bir toplum”u niteleyen ilkelere azami dikkat göstermeye zorlamaktadır. İfade özgürlüğü, toplumun ilerlemesi ve her insanın gelişmesi için esaslı koşullardan biri olan demokratik toplumun ana temellerinden birini oluşturur. İfade özgürlüğü, 10. Maddenin sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen “haber” ve “düşünceler” için değil, ama ayrıca Devletin veya nüfusun bir bölümünün aleyhinde olan, onlara çarpıcı gelen, onları rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır. Bunlar, çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir, bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz. Bu demektir ki, başka şeyler bir yana, bu alanda getirilen her “formalite”, “koşul”, “yasak” ve “ceza” izlenen meşru amaçla orantılı olmalıdır.

Diğer yandan, ifade özgürlüğünü kullanan herkes, kendi durumunu ve kullandığı teknik araçlar tarafından alanı belirlenen “ödev ve sorumluluklar” yükümlenir. Mahkeme, bu davada olduğu gibi, “demokratik bir toplumda” “gerekli” olan “yasaklar”ın ve “cezalar”ın “ahlakın korunması”na yardımcı olup olmadıklarını araştırırken, kişilerin bu tür “ödevleri”nin ve “sorumlulukları”nın bulunduğunu görmezlikten gelemez.

50. Buradan çıkan sonuca göre Mahkeme’nin görevi herhangi bir biçimde yetkili ulusal mahkemelerin yerini almak değil, fakat ulusal mahkemelerin takdir yetkilerini kullanarak verdikleri kararların 10. Maddeye uygunluğunu denetlemektir. (....)”

Handyside kararından sonra Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi İspanyol Senatör Miguel Castells olayında Sözleşmenin 10.maddesini “basın özürlüğü” açısından yeniden yorumlamıştır.

İspanyol vatandaşı Avukat Miguel Castells Bask Bölgesinin bağımsızlığını savunan Herri Batasuna’nın listesinden seçilmiş bir senatördür. Haftalık “Punto y Hora de Eskalherria” dergisinin 4-11 Haziran 1979 tarihli sayısında “Muafiyet Rezaleti” başlıklı bir makalesi yayınlanmıştır.

İspanyol Senatörü Castells hakkında 3 Temmuz 1979’da hükümeti tahkir etmekten ceza davası açılmıştır. Yüksek Mahkemenin başvurusu üzerine Senato, 27 Mayıs 1981 tarihinde Senatörün yasama dokunulmazlığını oy çokluğu ile kaldırmıştır. Yüksek Mahkemenin Ceza Dairesi 31 Kasım 1983 tarihinde Castells’i Hükümeti hafif ( menos gareves) tahkirden bir yıl süreyle hapis cezasına mahkum etmiştir. Ayrıca kamu hizmetlerinden ve meslek icrasından mahrumiyetine de karar vermiştir. Koşulları dikkate alan Yüksek Mahkeme hapis cezasının yerine getirilmesini iki yıl süreyle ertelenmesine, diğer cezaların uygulanmasına karar vermiştir. Ancak diğer cezaların yerine getirilmesini Anayasa Mahkemesi ertelemiştir. Castells kararı 22 Kasım 1983 tarihinde temyiz etmiştir. Temyiz talebini Anayasa Mahkemesi reddetmiştir.

Castells 17 Eylül 1985 tarihinde Komisyona başvurarak, Sözleşmenin 6, 7, 10 ve 14. maddelerinin ihlal edildiğini ileri sürmüştür. Komisyon üç oya karşılık dokuz oyla 10. maddeye aykırılık bulunduğunu kabul etmiştir. Mahkeme 10.maddenin ihlal edildiğine karar vermiştir. 10. maddenin yorumunda ise, sadece lehte olduğu kabul edilen veya zararsız görülen veya ilgilenmeye değmez bulunan “haber” ve “düşünceler” için değil, Sözleşmenin 10. maddesinin aynı zamanda aleyhte olan, çarpıcı gelen ve rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanabilir ve geçerli olduğu diğer kararlarına atıfla açıklanmıştır. Bu ilkenin çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gereği olduğu kabul edilerek; bunlar olmaksızın demokratik toplum olmaz denilmiştir.

Mahkemeye göre ifade özgürlüğü herkes açısından önem taşımakla beraber, “halkın seçilmiş temsilcileri” için bu özgürlüğün özellikle önemli olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme parlamentodaki bir muhalefet üyesinin ifade özgürlüğüne müdahaleyi incelerken çok daha dikkatli davranarak, Parlamentodaki söz söyleme özgürlüğü yerine, haftalık bir yayın organını tercih ederek görüşlerini “yazılı basın” yoluyla açıklayan Castells’in karşılaştığı “müdahaleyi” “basın özgürlüğünün” korunmasına verdiği önemle açıklamıştır. Divan kararında

“Somut olayda şikayetçi fikirlerini senato kürsüsünden değil, ki bunu hiçbir müeyyideye uğrama korkusu olmaksızın rahatça yapabilirdi, kendi seçtiği dergide açıklamıştır. Ancak bu yöntemi seçmiş olması, kendisinin hükümeti eleştiri hakkını kaybettiği şeklinde anlaşılmamalıdır.

Hukukun üstünlüğünün hakim olduğu bir devlette, basının çok önemli bir yere sahip olduğu hiçbir şekilde unutulmamalıdır. Her ne kadar basının, karışıklıkların önlenmesi ve başkalarının şeref ve haysiyetlerinin korunması gibi bazı sınırları varsa da, ana görevi, siyasi sorunlar ve kamuoyunu ilgilendiren diğer konularda haber ve fikirleri yaymaktır.

Basın özgürlüğü topluma, siyasi liderlerin düşünce ve tutumlarını keşfetme imkanı sağlayan en önemli araçlardan birisidir. Basın özellikle politikacıların kamu oyunu ilgilendiren konularda yorum yaparak bunları yansıtma fırsatı verir. Basın böylece herkesin serbest tartışmaya katılmasını sağlar ki, bu demokratik toplum ilkesinin çekirdeğidir.

Kuşkusuz, siyasi tartışma özgürlüğü mutlak bir nitelikte değildir. Bir akit devlet bu özgürlüğü ceza tehdidi altında bazı kısıtlamalara tabii tutabilir. Ancak,akit devletlerce alınacak bu önlemlerin 10 uncu maddede öngörülen ifade özgürlüğüyle bağdaşıp bağdaşmadığını belirleme yetkisi Divana aittir.

Hükümet hakkındaki eleştirilerin caiz olan sınırları, özel kişilere, hatta politikacıya yapılan eleştiriye oranla daha geniştir. Bir demokratik sistemde hükümetin eylem, işlem veya hataları, sadece yasama ve yargı organlarının değil, basın ve kamuoyunun da ayrıntılı incelemesine tabidir. Ayrıca hükümet, medyadaki haksız saldırı ve eleştirileri başka yollarla önlemek varken, işgal ettiği hakim pozisyon dolayısıyla ceza davası açarak önlemeyi tercih etmiştir. Kamu güvenliğinin garantörü olarak yetkili devlet makamları, hakaret, kast veya kötü niyetle yapılan yayınları önlemeye yönelik olmak üzere, ceza niteliğinde olanlar da dahil gereken önlemleri almak yetkisine sahiptir. Ancak bunda hiçbir şekilde aşırıya kaçılmamalıdır.”

Mahkeme; ifade özgürlüğünü doğrudan ilgilendiren bu kararında “basın söz konusu olduğunda...” Handyside kararına atıfla 10.maddeyi aşağıdaki gibi yorumlamaktadır:

“...ifade özgürlüğü, demokratik bir toplumun esaslı temellerinden birini oluşturur; düşünce özgürlüğü 10.maddenin 2.fıkrası sınırları içinde, sadece lehte olduğu kabul edilen, zararsız veya ilgilenmeye değmez görülen haber ve düşünceler için değil, ama ayrıca, Devlete veya nüfusun bir bölümün aleyhinde olan, ona çarpıcı gelen veya rahatsız eden haber ve düşünceler için de uygulanır.

Basın söz konusu olduğunda, bu ilkeler özel bir önem kazanır. Bu ilkeler, önemli ölçüde toplumun yararına hizmet eden ve aydınlatılmış bir halk işbirliğini gerektiren adaletin dağıtılması alanına da aynı ölçüde uygulanır. Mahkemelerin boşlukta çalışmadıkları, genel kabul gören bir olgudur. Mahkemeler, uyuşmazlıkların çözümünde bir forum durumundadırlar ama, bu demek değildir ki, uzmanlaşmış dergilerde, genel basında ya da halk arasında uyuşmazlıklar önceden tartışılmaz.

Dahası, basın yayın organları adaletin usulüne göre dağıtılmasına tecavüz etmeyip, kamu yararının bulunduğu diğer alanlarda olduğu gibi, mahkemelerin önüne gelmiş sorunlarla ilgili haber ve düşünceleri vermekle yükümlüdür. Sadece basın yayın kuruluşları bu tür haber ve düşünceleri vermekle görevli değildir, halkın da bu haber ve düşünceleri edinme hakkı vardır...”

Sonuç olarak ifade özgürlüğü demokratik toplum düzeninin zorunlu ögesidir. Herkes bu özgürlüğün sahibidir veya herkesin ifade özgürlüğü vardır. Sözleşme ile bu özgürlük ayırımsız herkese tanınmıştır. Ulaştığı bilgileri alma, bu bilgileri değerlendirerek “ifade etme özgürlüğü”ne sahip olma hakkını kullanarak görüşlerini ifade eden kişinin karşısında bulunan herkesin sahip olduğu özgürlük de “ifade özgürlüğü”dür. Yazı yazarak görüşlerini günlük bir gazetede yayımlayan gazetecinin hakkı olan ifade özürlüğü, aynı anda gazete okuyucularının da özgürlüğüdür. Herhangi bir mitingde siyasal görüşlerini açıklayan bir politikacının hakkı olan ifade özgürlüğüne onu dinleyen herkes sahiptir. Başka bir deyişle; “ifade özgürlüğü niteliği gereği hem ifade edenin / sahibinin özgürlüğüdür hem de, o ifadenin yöneldiği adresin, kişinin/kişilerin özgürlüğüdür.” Lehe kabul edilen, zararsız veya ilgilenmeye değer görülmeyen görüş ve düşünceler veya haberler yanında; devlete aykırı gelen, rahatsız eden, nüfusun bir bölümü aleyhine olan veya bir kısım insanları şok eden, çarpıcı gelen tüm haber ve düşünceler için de Sözleşmenin 10. maddesindeki “ifade özgürlüğü” ayırımsız uygulanacaktır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi; düşünce özgürlüğünün, demokratik toplumun temel dayanaklarından birini oluşturduğunu, bunun sadece olağan karşılanan, zararsız ya da önemsiz görülen görüş ya da düşünceler değil, devlete ve toplumun belirli bir bölümüne aykırı gelen ,onları şoke eden, rahatsız eden düşüncelerin açıklanması açısından da geçerli olduğuna dair birçok karar vermiştir. Mahkeme bu özgürlüğün mutlak olmadığına da işaret ederek, bir takım sınırlamaların ve yaptırımların kanunla makul ölçüde gerçekleştirilebileceğini kabul etmektedir.

Yazar; “Önsöz” ve “Teşekkür” bölümlerinde amacını açıklıyor. Dolayısıyla kitapta tahkir ve tezyiften söz etmek veya devletin askeri kuvvetlerine hakaret etmek gibi kastı olmayan sadece tarihsel olaylardaki acıyı aktaran ve bir belgesel yaratan gazeteci yazar müvekkil sanığın cezalandırılması için suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmadığı açıktır. Bilirkişi raporu görüşümüzü doğrulamaktadır.

SONUÇ VE İSTEK
Açıklanan nedenlerle müvekkil sanık hakkında beraat kararı verilmesini ve toplatma kararlarının kaldırılmasını talep eder aksine görüşle cezalandırılmaları halinde müvekkil sanık hakkında 647 sayılı yasa hükümlerinin uygulanarak cezanın paraya çevrilmesini talep ederiz. Saygılarımızla

24.08.2000

Sanık Nadire Mater Vekili

Av. Fikret İLKİZ

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X