ISBN13 978-975-342-330-4
13X19,5 cm, 212 s.
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

KADIN ARGOSU SÖZLÜĞÜ DAVA DOSYASINDAN

Semih Sökmen'in İfadesi

Beyoğlu Asliye 2. Ceza Mahkemesi Başkanlığına,

İstanbul

Yayıncısı olduğum Kadın Argosu Sözlüğü başlıklı eser hakkında Muzır Kurulu tarafından verilen rapora itiraz ediyorum. Aşağıda maddeler halinde belirttiğim bu hususların, daha önce verdiğim Ağustos 2002 tarihli savunmamla birlikte değerlendirilmesini istiyorum.

1. Öncelikle bizler kimiz, kısaca bundan bahsetmek istiyorum. Çünkü Muzır Kurulu raporunu okuyunca, bizlerin bu konuda aslında bilirkişi diye görüşüne başvurduğumuz merciiden daha yetkin olduğumuzu, daha fazla şey bildiğimizi gördüm. Ben yayıncı Semih Sökmen, haliyle bir pornografi kralı değilim. 700 kitaba yakın koleksiyonu olan Türkiye’nin saygın yayınevlerinden birinin sorumlusuyum. Türkiye’nin son 10-15 yıllık kültür hayatında birçok kitabıyla etkili olmuş, ticari olarak da son derece başarılı bir yayınevinin yöneticisiyim. Yani benim –akla gelebilir diye söylüyorum– müstehcen kitap yayımlayarak para kazanmak diye bir meselem yok. İşlerim genelde gayet iyi. Pornografiye karşı ahlaki olarak hiç sempati duymadığım için zaten böyle bir şey yapmam; ticari nedenlerle de buna ihtiyacım yok. Filiz Bingölçe bir gazeteci. Başarılı olduğu bir işi var. Aç değil açıkta değil. Kendisini bu kitabıyla birlikte tanıdım. Bir insan olarak da, bir kadın olarak da hiç yadırgamadım. Bu sözlüğü yazma, bu deyimleri toplama işini büyük bir tecessüsle, keyif alarak, eğlenerek yaptığını, işine titizlendiğini, dilbilim konusunda isim yapmış başka kişilerle meselenin birçok veçhesini tartıştığını, fikir almak için onlara başvurduğunu biliyorum. Bu kişilerden biri ve önde geleni, zaten kitabımızın sunuşunu da yazmış olan Hulki Aktunç’tur. Hulki Aktunç, bir çok edebi eserin yanı sıra, “Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü”nün de yazarıdır. Ayrıca şu sıralar yayınlanmakta olan Andreas Tietze’nin “Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi” adlı 7 ciltlik sözlüğün de danışman sıfatıyla yayımlanma öncesinde son okumasını yapmaktadır. Bizler, mesleki olarak ne yaptığımızı ve ne yapmak istemediğimizi son derece iyi bilen insanlarız. Bu sözlüğü yayımlamakta hiçbir maddi kazanç sağlama kaygımız yoktur. Nitekim 3500 adet satmıştır. Yani genelde sözlüklerin tirajı gibidir. Yayıncılık ve okur camiasında da böyle tanınan insanlarız. Bu nokta önemli. Çünkü birazdan Muzır Kurulu’nun bu davayla ilgili görüş belirtmeye yetkin olmadığını, yanlış adres olduğunu ileri süreceğim.
2. Muzır Kurulu bu raporu, sanki mahkeme onlara kendi ahlaki değer yargılarını sormuşuz gibi ele alarak cevaplamıştır. Konumuz bu sözlükte maddelenen deyimleri duyduğumuzda fertler olarak ne hissettiğimiz değildir. Argodan hoşlanıp hoşlanmadığımız, ya da argoyu edepli bulup bulmadığımız değildir. Kuşkusuz argoyu yaygınlaştıralım mı, yoksa yasaklayalım mı diye de bir sorunumuz yok. Aynı toplumda yaşayan fertler olarak farklı ahlaki yargılara sahibiz. Bu da doğaldır. Ve bu hukuki yargı konusu olamaz. Bir örnek vereyim. 10 yaşında kız çocuğu sahibi iki baba düşünelim. Bu babalardan biri, kızının duyup anlamını sorduğu argo kelimeler üzerine kızını azarlasın, hatta cezalandırsın. Diğeri ise anlamını açıklasın. Bu kelimeleri öyle canının istediği gibi kullanamayacağını, kolaylıkla hata yapıp kınanabileceğini, vs. açıklasın. Ben şahsen bu ikinci babanın pozisyonunu daha sağlam bir ahlak olarak görüyorum.
3. Yine aynı şekilde, eğer ahlaktan söz ediyorsak, benim ahlakıma göre, varolan birşeyin varlığını inkar etmek, onu tanımamak, onu olduğundan başka bir şey olmaya zorlamak, ya da onu halının altına süpürmeye kalkıp gözlerden saklamaya çalışmak asıl ahlaksızlıktır. Aslında bu bana göre bir tür ikiyüzlülük, hatta adını koyalım, yalancılık egzersizidir. Çünkü argo varolan birşeydir. Yaşayan birşeydir. Bizim icat ettiğimiz, uydurduğumuz, ya da kurguladığımız bir şey değildir. Ama bu ikiyüzlülük egzersizi maalesef ülkemizde çok yaygındır. Çünkü uzun yıllardır topluma en yetkili ağızlardan bu öğretilmektedir. Ama olguların yerine, niyet ve temennilerimizin, kurgularımızın geçirilmesi, en iyi durumda Muzır Kurulu raporunda bir örneğini gördüğümüz gibi hamaset olarak kalacaktır.
4. Bilirkişi hiçbir şey bilmemektedir. Bilgisizlik nedeniyle kimseyi hor görmek istemem, kimsenin küçük düşmesini istemem. Ancak bilgisizlik eğer süslü, “bilimsel görünüşlü” lakırdıyla saklanıp, üstüne üstlük yüksekten konuşarak bilgiçlik taslanırsa, kimse beni bunu eleştirmekten alıkoyamaz. Muzır Kurulu raporu, iddiasını kanıtlamak için bir dizi kavram kullanıyor: “ortalama edep duygusu”, “normal ahlak görüşü”, “ahlak timsali olan Türk kadını”, “kültürümüzün özü”. Muzır Kurulu bu terimleri tarif edebilir mi? Bunların tümü, hernekadar sosyolojik tınlasa ya da okumuş insanların laflarını hatırlatan bir edayla söyleniyor olsa da aslında gayri-bilimseldir. Bunları ciddiye almamıza imkan yok. Edebin ya da edepsizliğin ortalamasını nasıl almalı? Normal ahlak varsa, normaldışı ahlak nedir? “Türk kadını” ne demek? Türkçe konuşan kadınlar mı demek? Yok değilse ne? Herşeyin başına Türk sıfatı getirmek milliyetçilik değildir. Sadece tembelliğin, bilgisizliğin, uyuşukluğun kılıfıdır. Hiçbir Muzır Kurulu üyesinin bu kavramların herhangi birini bilimsel olarak tanımlaması mümkün değildir. Muzır Kurulu, yanlış kavramlarla düşündüğü için yanlış sonuçlara varmaktadır: “Argo kelimelerden sözlük olamayacağı anlaşılmaktadır” sonucuna varıyor. Biliyoruz ki Türkçe’de de argo sözlükleri var, başka dillerde de… Ya da keza “kitabın bu haliyle bir sözlükten ziyade cinsel merakları gidermeye yönelik eser hüviyeti taşıdığı görülmektedir” diyor. Bu sözlükle cinsel meraklar nasıl giderilecek anlamak mümkün değil. Keşke bunu becerebilseydi. Ama o başka bir sözlük, ya da ansiklopedik sözlük olurdu. Adı da Cinsellik Sözlüğü olurdu. Ayrıca insanların cinsel meraklarını gidermek neden suç oluyor? Bunun yasalarımızda bir karşılığı var mı, diye soruyorum.
5. Muzır Kurulu, eserin bir sözlük olduğunu, maddeler halindeki deyimler ve anlamlarıyla, adı üstünde bir sözlük olduğunu unutmuş görünüyor. Yani ilgili yasa maddelerinde belirtilen suç için ortada açık ve net bir kışkırtma, yönlendirme, yani kast olması gerekir. Dünyanın hiçbir yerinde bu argo deyimlerle, insan bireylerinin cinsel olarak tahrik olması diye bir şey düşünülemez. Böyle bir iddia gülünçtür. Argo, küfür ya da hakaret değildir. Çünkü dilbilgisel olarak aynı atasözleri, deyimler, özdeyişlerin yaptığı gibi geniş zaman kipinde konuşur. Yani “ak akçe kara gün içindir.” derken olduğu gibi. Söyleyen ve söylenen vardır. Ama ifade ettiği hükmün nesnesi yoktur. Yani cümle birisine yönelmez, birisini hedef almaz. Bir genellemedir. Nesnesi olmayan suç olabilir mi? Argo, ancak belli bir bağlamda, belli bir olay içinde, belli bir şekilde kullanılarak hakaret halini alabilir, ve ancak o zaman o durumun özelliklerine göre suç oluşturacaktır. Ortada bir muhatap yoksa, hakaret niteliği oluşmamışsa, her argolu konuşan şahsı, “ortak edep duygusuna” uymuyor, ya da “genel ahlaka aykırı hareket ediyor” diye sokaktan yakalayıp mahkemeye getirmiyoruz. İsteseydik de bu imkansız olurdu. Ama bu tür mütalaalar, insana, birtakım diktatörlerin ya da anti-demokratik rejimlerin keyfi olarak koydukları kimi sokak yasalarını, sözümona medenileştirme yasalarını da hatırlatıyor doğrusu… Bir örneği bizde oldu. Sokaktan sakallı, sarıklı giyinenleri toplamak gibi.
6. Bu sözlüğe müstehcenlik iddiasını getiren asıl kelimeleri alt alta yazarsak, bunların toplam 20-25 adet olduğunu görürüz. Yani deyimlerin çoğu bu kelimelerle yapılmış deyimlerdir. Bu 20-25 kelimeye baktığımızda, bunların neredeyse tümünün erkek olsun kadın olsun, insan bedeninin bölümleriyle, özellikle de cinsel organlarımızla ilgili olduğunu görüyoruz. Bir örnek alalım: Ben kızımla konuşurken “popo”yu tercih edeceğimdir. Ama bir doktora elimle gösterip “arka tarafımda” ya da “kıçımda” da diyebilirim. Ama diyelim ki benim ağzıma “göt” kelimesi kolay kolay gelmez. Ama birçok Türk kadın ve erkeği bu kelimeyi tercih edecektir. Hatta “göt” diyenlerin büyük bir çoğunluğu “popo” kelimesini bilmeyecektir bile. Bu “Türk kültürü”nün hiç de Muzır Kurulu’nun sandığı gibi yekpare, farksız, tek bir bütün olmadığını gösterir. Bütün diğer sözcükler için de aynı şey geçerlidir. Hatta bunları kullanış, ya da kullanmayış biçimimiz kentli mi, taşralı mı, eski kuşak şehirli mi, yoksa yeni göçmen mi olduğumuz türünden kültürel farklılıklarımızın da işaretidir. Farkların olmadığını değil, tam tersine olduğunu kanıtlamaktadır. Üstelik beden parçalarını, cinsel uzuvları, bizden önceki kuşaklar adlandırmış ki bugün dilimizde bu kelimelere sahibiz.
7. Bu kelimelerin tümü, Kaşgarlı Mahmut’un Divanü Lügat-it Türk’ünde, Hulki Aktunç’un Türkçenin Büyük Argo Sözlüğü’nde, yeni yayınlanmaya başlayan ve henüz 1. Cildi çıkmış olan Andreas Tietze’nin Tarihi ve Etimolojik Türkiye Türkçesi adlı toplam 7 ciltlik yapıtında aynen, etimolojik yapısıyla, ve kullanımları için örnekler verilerek yer almaktadır. Hatta bu eserde klasik edebiyatta, divan şiirindeki bazı uç örneklerde, bugün bize amiyane gelebilecek bazı kullanımlar görülmektedir.. Ama ben başka bir kaynaktan örnek vereceğim: Dilbilimci Ömer Asım Aksoy’un “Atasözleri Sözlüğü”nden örnek vereceğim. “Ak don kara don hamamda belli olur”. Tabii Muzır Kurulunun ve sayın savcının müstehcen bulacağı deyim bu değil. Ömer Asım Aksoy parantez açarak aynı cümleyi, bir alternatif olarak “Ak göt kara göt geçit başında belli olur” diye vermektedir. Bu cümle bizim kitabımızda da bulunuyor. Bilineceği üzere Ömer Asım Aksoy’un sözlüğü okullarımızda da kullanılan bir kaynak kitaptır. Yani sayın savcının arzu edeceği şekilde, devlet tescillidir, resmidir. Ama biliyoruz ki, anayasanın tanıdığı düşünce ve ifade özgürlüğü hakkımızı kullanma temelinde, bizler de, devlet tescilli olmasa da yayın yapma hakkına sahibiz.
8. Sözlük hazırlayıcıları, Filiz Bingölçe’ninki gibi özel alan-sözlüklerine, kültürel-grup sözlüklerine büyük önem verirler. Çünkü böyle spesifik sözlükler, sözlü dildeki kullanımları, yerel ve kısmi kullanımları deşifre ederek, dillerin ana sözlükleri için kaynak oluştururlar. Muzır Kurulu’nun arayıp bulamadığı kamu yararlarından biri işte budur. Muzır Kurulu bütün dünya dillerinin benzer sözlükleri olduğunu bilmemektedir. Genel sözlükler bir yana, bu tür sözlüklere uç bir örnek vereyim. İngilizce “Uyuşturucu Kullanıcılarının Argosu”. Böyle bir sözlük yayınlamakla uyuşturucu kullanımını teşvik mi etmiş olursunuz? Nitekim biz yayıncılar, çevirmenler, dilciler Türkçe dışı eserleri okurken ve çevirirken sıklıkla o dillerin ana sözlüklerinde bulamadığımız kelime, deyim ve söyleyişleri bu tür uzmanlık sözlüklerinde buluruz. Yani bizler için okuduğumuzu anlamakta temel başvuru kaynakları olarak iş görürler.
9. Benim ahlakım bilmeme, yok varsayma üzerine değil, bilme üzerine temelleniyor. Bu yüzden kitabımızın merak ve tecessüse cevap vermesini de şüphesiz, kamu yararı olarak görüyorum. Ayrıca elbette bir yayıncının ya da yazarın “kamu yararı gözetmek” diye bir tasası olamaz. Biz birisi bize ödev versin diye beklemiyoruz.
10. İşin aslına bakılırsa, Muzır Kurulu’na memur edilmiş insanların kafasında “muzır”, “müstehcen” ya da “pornografik” olanın ne olduğuna dair bir fikir de yoktur. Daha doğrusu, tümüyle yanlış bir düşünceye sahiptir. Raporun satır aralarında okunabilen bir cinsellik soğukluğu var. Cinselliği, bilemediğim ya da burada tartışamayacağım nedenlerle hor görüyor gibi bir dili var. Yani kendini frenlemese neredeyse cinsellik müstehcendir, cinsellik ayıptır, diyecek. Müstehcen olan insanların maddi-manevi anlamda somut cinsel ilişkileri değildir. Cinsellik hakkında konuşulması da değildir. Tam tersine pornografi, gerçek cinselliğin olmaması, cinselliğin yaşanmaması, baskı altına alınması durumunun bir sonucu olarak, sahte bir şekilde, sahte araçlarla bu tür bir açlığın giderilebileceği iddiasıdır. Bu iddiada bulunan, yani aldatan şeydir müstehcen olan. Ama tanımı itibarıyla bir sözlüğün bunu yapması imkansızdır, çünkü böyle bir vaatte bulunmamaktadır. Muzır Kurulu mevcut ideolojik ezberiyle ödevini çok kötü yapmaktadır. Bizzat bu Kurul tarafından müztehcenlikle dava edilmiş üç kitap son iki yıl içinde mahkemelerde beraat etmiştir. Ayrıca bu kurul Başbakanlığa, yani yürütmeye bağlıdır, siyasidir. Yani siyasi iktidarın ahlak, toplum yapısı, vb. telakkilerine göbekten bağımlıdır.
11. Bizim sözlüğümüz, ilk kez 2000 adet basıldı. Sonra 2. Baskı yaptı. Bu basımdan da 1500 adet olmak üzere 3500 adet satılmış oldu. Yarısı hesabıyla 35 milyon Türk kadınına argo öğrettiğimiz , ya da argo kullanımını teşvik ettiğimiz iddiası, iddia doğru olsaydı bile, bu 3500 tirajla imkansız olacaktı. Çünkü kitabın tirajını nüfusa oranlarsak 1/ 10 000 ediyor. Binde bir diyelim. Yüzde 1 bile değil. Bu durumda, yani argo kullanan kadınların elbette 3500’den fazla olduğunu hepimiz bildiğimize göre, bizzat Türk kadınlarının, benim, yayıncının ve yazar Filiz Bingölçe’nin, ve hatta sayın savcının, ve hatta Muzır Kurulu üyelerinin ahlakını bozduğunu ileri sürmemiz gerekecekti. Ama kuşkusuz akıl sınırları içinde bunu söylememiz imkansızdır.
12. Yasa karşısında eşitlik temeldir. Başka argo sözlükleri mevcut olduğuna göre, genel Türkçe sözlüklerde de, farklı kapsam ve yoğunlukta olsa da, argo kelimeler mevcut olduğuna göre, neden bu sözlük yargılanmaktadır? Yoksa argo, “kadın” ile birlikte olduğu için mi? Yani belli bir siyasi görüşün, belli bir zihniyetin telakkisi temelinde “kadınlık durumu” bu ülkede hassas konu olduğu için mi? Diğer sözlüklerin erkekler tarafından yazıldığını düşünürsek, o zaman kelimenin tam anlamıyla, “cinsiyet ayrımcılığı” ile karşı karşıyayız demektir. Bu da anayasaya aykırıdır. Anlaşılan bizim sözlüğümüz boyundan büyük bir iş yapmaktadır. Türkiye’de yanlızca, kutuplardan birinin, İslamcı-Türkçü-muhafazakar kutbun iddia ettiği gibi türbanlı, başı örtülü, çarşaflı kadın imajına, ya da tam karşı kutbun, Laikçilerin tasavvurundaki gibi “edepli”, tayyörlü, hizmet erbabı, düzgün, normal, cinselliğini mümkün olduğunca saklayan, meslek insanı kadın imajına hiç uymayan, argo kullansın ya da kullanmasın, farklı kadınların varolduğunu kanıtlamakta, bu yüzden hırslandırmakta, kızdırmaktadır. Eğer böyleyse, benim için bu iki zihniyetin önyargılarını kırmak da kamusal bir yarardır. Argo kullanmak, ya da kullanmamak kültürel farklardan yalnızca biridir. Ama bu iki zihniyetin de Türkiye’de kadınlara, onlara dar gelen giysiler giydirmeye heves ettiklerini, hatta aralarındaki çatışmalarda sürekli kadınlığı kullandıklarını biliyoruz.
13. Bizler ne kadar liberal, özgürlükçü isek, biliyorum ki iddia sahipleri de o kadar tutucu, baskıcı, insanlara güvenmiyorlar, korkuyorlar. Ama yine biliyoruz ki, bu dava ahlaki değer yargılarımızın tartışılma, karara bağlanma yeri değil. Eğer öyle olsaydı hukuk olmazdı, şeriat olurdu. Hukuk olmasını, toplumu oluşturan fertlerin farklı inanç ve değer yargıları karşında nötr, bitaraf kalmasına, hukuğa aykırı davranışları açık ve net, hiçbir kuşkuya yer vermeyecek, kanıtlanabilir şekilde tarif edebilmesine borçludur. Bütün bunlara iddialar girdiği için girdim. Yoksa konuyla ilgisi olduğunu düşünmüyorum. Nitekim iddia makamının kitabı toplatma isteğini mahkeme iki kez reddederek, ilgili maddelerin bu duruma uygulanamayacağı kanaatini göstermiştir. En doğrusu, bu dava hiç açılmamış olmalıydı.
14. Dolayısıyla bu tür mülahazalardan ayrı tutularak karar verilmesini istiyorum. Biz bu suçlamaları hak etmedik. Bir sözlüğün isnat edilen bu suçlamaları yerine getirmesi imkansızdır. Bir kez daha bu davanın düşmesini talep ediyorum.
17 / 04 / 2003
Semih Sökmen

Metis Yayıncılık Ltd. Şti.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X