Murat Uyurkulak:
"İlk romanım erkekti, ikincisi kadın ve eşcinsel"
Berrin Karakaş, Tempo, Mart 2006
Genç kalemlerden Murat Uyurkulak, üç yıl önce yine Metis’ten çıkan Tol'un ardından şimdi de Har'ı yazdı. Harıl harıl bir gecede okunacak kadar seri ve belki de kırk gecede bitmeyecek kadar derin kitap Har'ı, yazarıyla konuştuk.
       Har’da neler olup bitmiyor ki... Eski bir sinemada buluşup, belki biraz “Tutunamayanlar” kategorisine giren Yamuklar’ın yaşadıkları, kutsal katlardan konuklar, askerde telef olanlar, kıyametten kurtulanlar... Sonuç itibariyle Har, uzun zamanlar yazıyla ve şiirle haşır neşir olmuş Murat Uyurkulak’ın üç senedir yaşadığı Diyarbakır’dan yazdıkları. İstanbul’dan Mısır’a her türlü memlekete uğrayan Har’ın derinlerinde daha neler neler sakladığına gelince;

Kitapta bahsettiğiniz yazar Sonyamuk siz misiniz? “Boktan intikam kitabı” satırlarınızda bahsettiğiniz de ilk kitabınız Tol mudur acaba?

Evet, Sonyamuk benim. Ve evet, boktan intikam kitabından kastım da Tol.

Allah’ı “Büyük A” olarak yazmak akıllıca. Kitapta; “Gerçek isimlerden uzak dur, zira büyük A’nın gücüne gider” derken Tefail, acaba siz de buna inanıyor musunuz? Allah diye yazsaydınız ne olurdu acaba?

Tefail’in söylediği hiçbir şeye inanmam. Har’da söz söyleyen hiç kimsenin sözüne de inanmam. ‘Allah’ diye yazsaydım Büyük A’nın gücüne gideceğini de sanmıyorum. Neyse, uzatmayayım. Dilime öyle geldi, öyle yazdım. Mesela kitabın ilk versiyonlarında Mısır, Mısır’dı, Feramiye değil. Muazzamsenar, Müzeyyen Senar’dı. Fakat Tefail, Numune, Lizara, Büyük A ve Netamiye daha en başta olduğu gibiydi. Ve o kadar sevdim ki onları, geri kalan her şeye uygun bir lakap bulmaya çalıştım. Sonra da Tefail bana kızdı ve bize o sözleri söyledi.

Kitapta Xırbo dediğiniz Kürtler olsa gerek. Kitabın finalinde; “Ya ayrılırlarsa?” diye sorup, cevabı “Yine de kardeştirler” diye veriyorsunuz ama ayrılırlarsa ne olacağı konusunda ne düşünüyorsunuz?

‘Ya ayrılırlarsa?’ sorusunun, metinde bir cevabı var aslında, “Olsun, yine de kardeştirler!” şeklinde... Ama mesele sadece o değil... Ben böyle mevzularda kendimi tutamam ve illa ki en sıkıcı ve haşin tarafından siyaset yaparım... Ve madem ki siz bana ‘sonrasına’ dair bir kehanet sorusu sordunuz, kesin ve net bir şekilde icabet edeyim, fikrimi tane tane dile getireyim: Bu ülkenin atmosferini, savaştan menfaati olanlar belirliyor... Ve böyle devam ederse, son yirmi yıllık şiddeti ve çatışma halini bile arar hale gelebiliriz... Kürtlerin bir halk olduğu gerçeği tanınmalı, bir halk olmaktan kaynaklanan bütün hakları (kültürel, siyasal vs.) anayasal güvence altına alınmalı, asıl bölücülük aksinde ısrardır... “Ama bu ülkede Çerkez de var, Laz da var, Boşnak, Pomak, Arap, Arnavut, Kumuk, Ubıh da var, bu işin sonu nereye varır sonra” diye mevzuyu bulandırmanın âlemi yok... Mesele açık: Kürtler bir halk olarak kimliklerinin, varlıklarının ve haklarının tanınmasını talep ediyorlar... Lazların, Çerkezlerin, Boşnakların... bunu talep edip etmemesi, Kürtleri ilgilendirmiyor... Demem o ki, bu topraklarda eğer birlikte yaşayacaksak, bunun tek yolu halklar arasında eşitliği ve karşılıklı saygıyı içeren bir anayasal çerçeve... Böyle bir çerçeveye yana yakıla karşı çıkanların o pek mesele ettiği ‘ulusal bağımsızlık’ ve Amerikan emperyalizmine karşı direniş de ancak bu şekilde mümkün olabilir...

Diyarbakır-İstanbul. Kitabın yazıldığı iki kent, nasıl etkiledi sizi?

Bence bu ülkenin resmi başkenti Ankara ise, gayrı resmi başkentleri İstanbul ve Diyarbakır. Ben İzmirli’yim, Ankara’da yaşadım, Türkiye’nin çok kentini gördüm, fakat İstanbul ve Diyarbakır kadar kadim, ufuk açıcı ve tesirli kentlere rastlamadım. Tesirli, zira karmaşık, çok dilli, çok mekânlı, çok çelişkili kentler. O karmaşayı ve o çelişkili hali Har’da da bulabilirsiniz.

Kitapta kıyamate doğru, birahane kapanıyor önce, sonra kerhane vs. Neden öyle?

Bu çok zor bir soru... Çünkü birahane ile kerhanenin kapanmasının, kıyamet söz konusu olduğunda, birbiriyle alakası yok. Benim fikrime göre kerhaneler oldukça ve çoğaldıkça kıyamete yaklaşırız, meyhaneler oldukça ve çoğaldıkça uzaklaşırız. Kadın bedenine saldırmak en büyük günahlardan biri. Bu saldırının bir ucu kerhaneler ve pornografiyse, öbür ucu da kozmetik, diyet ve estetik cerrahidir. Kadınlar bedenleriyle birlikte özgürleşmezse, cayır cayır yanacağız hepimiz. İçki ise sevaptır. İçen adamdan zarar gelmez. Çünkü sarhoşluk insanın ufkunu ve kalbini açar, dünyanın fani olduğunu hatırlatır. Ülkenin ve dünyanın canına okuyanlara bir bakın, hepsi ayık. Küçük Bush içkiyi bırakmamış olsaydı, bu kadar çok cinayet işleyemezdi bence.

Her karakter o kadar bir şey ki, çözmeye çalışıyor insan sonrasında. Kitabın finalindeki cüce kim mesela? “Batı; fiberkablolar, gökdelenler, metrolar... Doğu sıcak altı mayışıklığında şeker kamışı” olmaktan ne zaman kurtulacak sizce?

Gerçekten, nereden çıkmış o cüce? Sonradan kim olduğunu anlıyoruz, ama ‘neden cüce’ diye sorarsanız bir cevabım yok. Cüce cüce işte. Doğu’ya gelince, şunu söylemek isterim: Bize dünyanın yuvarlak olduğunu öğretiyorlar, sonra da Doğu-Batı diye bir mefhumdan söz ediyorlar. Sözgelimi tam Tokyo’nun ortasında durduğunuzda, Afganistan Batı, ABD doğu değil mi? Neyse, benim aklım ermez... Benim ‘Doğu halkları nasıl kurtulur?’ sorusuna, orayı burayı havaya uçurup insanların kafalarını kesmekten, İslamiyet’i şiddete, laikliği baskıya tahvil etmekten farklı, net bir cevabım var: Doğu kadınları ezmekten vazgeçsin, kadınların özgürleşmesine geçit versin, başındaki şeyhleri, ağaları, beyleri, kralları, patronları kendi gücüyle alaşağı etsin. Doğu’nun eşit, özgür, kardeşçe Sosyalist Cumhuriyetler Federasyonu’nu yaratsın. Doğu böyle kurtulur, gerisi boş (ya da ‘Bush’ mu demek lazım). Ondan sonra kim neye nasıl inanmış, yaşam tarzını nasıl belirlemiş, kimseyi alakadar etmez.

Bütün yamuklar bir araya gelse, biter mi dertler sizce?

Biter.
       
       Tol için erkek demişsiniz Post Express’teki söyleşide. Har için ne diyeceğiz?

Kadın ve eşcinsel diyebiliriz. Militarizmin ve ona içkin ‘errrkekliğin’ karşısında durmaya çalıştığını söyleyebiliriz.

Doğu-Batı mevzuu da Har’ın derdi belli ki fazlasıyla, Türk romanının önemli meselesi. Oğuz Atay, Ahmet Hamdi Tanpınar gibi isimler arasında sizin Doğu-Batı meseleniz nerede duruyor?

Birazcık kıyısında duruyorsa ne mutlu bana. Bu meseleye Atay ve Tanpınar gibi tutkuyla ve kalp ateşiyle yazarak kafa yoracak kadar samimi ve kuvvetli bir adam olabilseydim keşke. Ama değilim. Hayatın içerisinde turlarken Atay’ın küfrettiği kadar küçük hesapçı, Tanpınar’ın yüklendiği kadar da hafif meşrebim. Fakat bunun hesabını sadece benden değil, hayatımızı kerhaneye, tımarhaneye, darülacezeye ve mezbahaya çeviren militarizmden ve kapitalizmden de sorun.
Okuyabileceğiniz diğer Murat Uyurkulak söyleşileri
▪ "Çeviride edebi ustalık"
Murat Uyurkulak, Milliyet Sanat, Aralık 2004
▪ "Ak sakallı bir dede ‘topla bu öyküleri’ dedi - Murat Uyurkulak"
Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 26 Mayıs 2011
▪ "İyi edebiyat kuyruklu yıldız gibi"
Merve Apaydın, beğenmeyen okumasın, 19 Ocak 2015
▪ "Deliler, şairler ve devrim"
Nazan Özcan, Milliyet, 27 Ekim 2002
▪ "Tol: İlk intikam alındı..."
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 5 Ocak 2003
▪ "Öfkenin dışa vurumu 'Tol'"
Hikmet Erden, Müjde Arslan, Yeniden Özgür Gündem, 22 Mart 2003
▪ "İktidara ikna olamamak"
İrfan Aktan, Postexpress, Sayı 32, Aralık 2003
▪ "Etrafınıza bir bakın, sizce de kıyamet kopmuyor mu?"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 29 Ocak 2006
▪ "Bir kıyamet romanı..."
Orhan Güneşdoğmuş, Gündem, 19 Şubat 2006
▪ "Har'ı Seven Yalımına Katlanır"
Hamza Aktan, Bianet, 25 Şubat 2006
▪ "Har’ın siyasi boyutu yok, çünkü baştan aşağı siyasi"
Erdem Öztop, Hürriyet Gösteri, Şubat-Mart, 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X