Mehmet Erkurt, "İki hayattan hangisi daha güzel?", İyi Kitap, Mart 2017
“Eskiden o kadar önemli biri olduğunu zanneden ben, sonuçta kimim ki? Koca yangında bir kıvılcım. Bunu daha önce fark etmemiş olmam ne büyük aptallık.”
Heraklitos’un bu serzenişi, insanlığın sonu gelmez aldanışı aynı zamanda. Evet, insan, kendisini koca evrende bir toz parçasına benzeten “eski” iktidara karşı değerini, en azından düşünce tarihinde bir kırılma yaratacak şekilde ortaya koydu. Ama ne zaman iktidara tırmandı, koca yangında tek bir kıvılcım olduğunu unutmakla kalmadı, kendi kıvılcımını çakma hırsıyla ortalığı yangın yerine çevirdi. Uzun bir süre daha çevirecek gibi.
Dinamik bir düşünce sistemini temel alan Heraklitos için de varlığın özü ateş. Yanan, dönüşüp dönüştüren ve sönen ateşi taşıyan varlık akıp değişirken, karşıtlar arasında bitmeyen bir savaş süregelir. Doğanın olaylarını da toplumun oluşumunu da bu karşıtların savaşına bağlar Heraklitos. Ancak büyük bir fark vardır toplum ve doğa arasında: “Doğa da böyledir (...) Sonunda ölüm yaşama el koyar. Ama doğanın oyununda öfkeye yer yoktur. Adaletsizliğe yer yoktur.”
Fransa’da yirmi yedi kitaba ulaşan “Küçük Filozoflar (Les Petits Platons)” dizisinin, Türkiye’deki yirmi ikinci kitabı Heraklitos'un Gizemleri, dizinin şu âna kadar altı kitabını yazmış felsefe doktoru Yan Marchand’ın kaleminden çıkmış. Nesrin Demiryontan’ın Türkçesinden okuduğumuz kitap, genç sanatçı Donatien Mary’nin rüyayla gerçek arasında dinamik geçişler yaratan desenleriyle canlanıyor.
Sonsuzluk yanılsaması
İnsanın “iktidar” hali, onun en güvenilmez, en istikrarsız, yıkıcılığa en meyyal hali. Çünkü insan bu iktidarı bir kez elde etti mi bırakmamak için elinden geleni yapıyor. Kaba kuvvetle sağlayacağı sürekliliğe güvenemeyeceği için de yolu bir şekilde kitleleri (ve hatta kendini) iknadan geçiyor. Yalan, başvurduğu en etkili silah. Çünkü kendisinin ve icraatının yegâne doğru olduğuna insanları inandırmak ve bir “sonsuzluk” yanılsaması yaratmak zorunda. En sağlam strateji de sönmeyen bir alevden, inancın gücünden beslenmek. Sırtını Tanrı’ya ya da tanrılara verip, kendi iktidarını benimsetmek.
Önce ne mi yapıyoruz? “Ağızlarına insan sözleri kondurmak için tanrılarımıza insan biçimleri veriyoruz.” Sonra, “doğayı kendi hazları[nın] daracık penceresinden” gören insanı yönetmek için, bu hazların ve ona eşlik eden özlemlerin, arzuların üzerine oynuyoruz. Nabza göre şerbet veriyor, halkın o anki durumuna göre kötürüm argümanlar üretiyor, geçici dostluk ve düşmanlık senaryoları yaratıyoruz. Bunları akla oturtamadığımız için de kendimizi bir yıkılmazlık, eşsizlik ve sonsuzluk yalanı içine yerleştiriyor, öyle pazarlıyoruz.
Heraklitos’un düşüncesinin iktidar için tehlikesi tam da bu noktada gösteriyor kendini. Çünkü ona göre hiçbir şey kalıcı değil. Hatta bu geçicilik, bazen onu görebilene acı bile veriyor.
Zorlu uyanış
Heraklitos, kendisine çizilen kaderi yaşayacak bir gençti. Nüfuz sahibi bir ailenin kızına âşıktı ve şansına, olası evlilikleri, iktidara oynayan her iki ailenin de menfaatineydi. Ama genç Heraklitos, Tanrıça Demeter’in ona “ölümsüzlük” bahşedeceği Eleusis’te hiç ummadığı bir uyanış yaşadı. Belki de kitabın anlatımındaki en büyük sorun, bu uyanış sürecinin kendisinde yatıyor.
Heraklitos’un, “geçiciliği” kavradığı aydınlanış sürecindeki aşamalar epey karmaşık ve hızlı. Dizinin genelinde, düşünsel ve mantıksal geçişlerin temposu zaten yüksek. Heraklitos’un zihinsel uyarıcı etkisi altında gördüğü halüsinasyonlar da eklenince, mantıktaki dönüşümün takibi hepten zorlaşıyor. Uyanıştan sonraki düşüncelerine vakıf olsak da o uyanışa neden olan süreci deneyimlemekten uzağız.
Farkında olmanın laneti
Benim neslimin fantastik edebiyatseverleri “Ejderha Mızrağı” serisine aşinadır. Adı anıldığında, gözlerden sessiz bir parıltının geçmesine neden olan başkarakter Raistlin Majere’ye hak görülen bir lanet vardır: Raistlin her şeyi zamana bağlı bir dönüşüm içinde görür. İnsana ya da yiyeceğe bakarken, o ânın güzelliğine ya da hazzına odaklanamaz. Önceyi ve sonrayı aynı anda görür. Olmamışlığı ve geçkinliği… Çürümeyi ve yok oluşu… Özdeki sıradanlığı ve zamana bağlı geçiciliği görme “laneti”, kuşkusuz, Raistlin’e Heraklitos’tan miras.
“Doğa karşıtlar arasında hiç durmayan bir hareket ama biz doğayı çıkarlarımız doğrultusunda dondursun diye Demeter’e yakarıyoruz,” diyor Heraklitos. Karşıtlıklar savaşıyor onun gözleri önünde. Dünyadaki herkesin, kendi düşüncesinin kesin doğruluğuna ve bu doğruluğun ebediyetine inandığını görüyor. Hekimler kendi yöntemlerine, müzisyenler kendi notalarına, zanaatkârlar kendi işçiliklerine, siyasiler de dile getirdikleri görüşlere sıkı sıkıya bağlılar. İki zıt görüş ya da uygulama birbiriyle çatıştı mı ortak bir zemin arayışına gidilmediğini görüyor Heraklitos. Verimli bir çatışma değil, diğerini ezip iktidarını kurmaya çalışanların kavgası bu. Kimse de ancak zıttıyla bir arada var olabileceğinin farkında değil. Herkes, inat ettiği doğrunun hapsinde. Ve Heraklitos kaçıyor. Çünkü bu toplum, onun için işkence. Kaçıyor, izliyor ve yazıyor.
“Eğer boyun eğersek, her şeye sahip olacağız ama kendimiz olamayacağız, karşı çıkarsak her şeyi kaybedeceğiz ama kendimiz olacağız. İşte benim kaderim,” diyor sonunda. Olmak ve sahip olmak arasındaki gelgitte kaybeden kimdir? Sahip olamayan mı? Yoksa sadece olamayan mı? Bu soruyu her okur kendi içinde cevaplamalı. Cevabı ararken de çevresine, siyasilere ve medyaya bakması, ona epey fikir verecektir. Baktığı yerde gördükleri kafasını karıştırırsa, Heraklitos’un şu sorusundan da destek alabilir: “… insan kime saygı duyar? Kurbanlık koyun gibi tek söz etmeden sürüklenene mi, yoksa akıntıya karşı yüzene mi? Sonları aynı olsa da, bu iki hayattan hangisi daha güzel?”