"Giriş" ve "Önsöz", s. 7-11
Giriş
Niye öykü biçimini seçtim? Bu, önceden planladığım bir şey değildi, kendiliğinden, belki de gerçek bir iletişim biçimine eskiden beri duyduğum özlemin sonucu olarak ortaya çıktı. Başlangıçta yapmayı düşündüğüm şey, basit karşılaşmaları betimlemekti. Benzeri deneyimlerden yola çıkan ve birbirleriyle doğrudan, açık, tabular ve ideolojik engeller tanımayan bir biçimde iletişime geçebilme isteği taşıyan insanların karşılaşmaları. İç dünyam giderek, tıpkı benim gibi çocukluktaki deneyimlerin önemine inanmış hayali kişilerle dolmaya başladı. Bunlar aracılığıyla düşüncelerimi, benim için zaten açık olan şeyleri kanıtlamak zorunda kalmaksızın geliştirebiliyordum. Bu aynı zamanda kendimi aşırı zorlamam gerekmediği anlamına geliyordu. Bu şekilde yazmak giderek daha fazla zevk vermeye başladı. Bu kişilerin konuşmasına izin verebiliyor, duygularına saygı gösterebiliyor ve bu yolla onlara, içinde kendilerini güvende hissettikleri bir mekân sağlayabiliyordum. Hatta artık yaşlı sayılabilecek ebeveynleri ile (tıpkı bir zamanlar benim gibi) konuşulması olanaksız sandıkları şeyleri konuşmayı bile göze aldılar. Konuşmalarımızın barışçı havası, yeni iletişim biçimleri deneme cesareti vermişti.
Yaşlandıkça daha sabırlı ve hoşgörülü olmaya başladım. İnsanlara, düşüncelerimin akışını izleyebilmek için gerek duydukları zamanı tanımam kolaylaştı. Bu uyumu göstermemde bana yardımcı olan şey, bildiklerimin, yirmi yıl öncesinin aksine, artık başkalarınca da paylaşılıyor olduğu gerçeği. O günden bugüne, gerek uzmanlar gerekse diğer insanlar, vardığım sonuçları kendi deneyimleri ile doğrulama olanağı bulmuş durumda. Artık kanıtlamam gereken bir şey yok.
Bununla birlikte hayatımın ancak ileri dönemlerinde fark ettiğim bazı şeyleri başkaları ile paylaşma isteğini hâlâ duyuyorum. Bu isteğin elinizdeki sonucu edebiyat olma iddiası taşımıyor. Burada söz konusu olan "sanat için sanat" değil. Öykülerimin temelini oluşturan, insanları bilgilendirme ve düşünmeye yüreklendirme yolundaki basit ve sürekli çaba aslında. Pek çok kadın gibi ben de, genç bir anneyken, gerek çocuğuma gerekse kendime ilişkin yeterince bilgili olmamanın acısını çektim. Daha bilgili olsaydım pek çok şeyi daha iyi yapabileceğimi, ama bunları artık telafi edemeyeceğimi bilmek çok üzücü.
Benim çektiklerimi başkalarının çekmemesi dileğinden doğdu bu öyküler. Okurlarımın yazdığı sayısız mektup, bu dileğin gerçekleşebileceğini doğrulamıştır. Tanıdığım kadınların çoğu, bugün hiç değilse daha fazla bilgilendirilmiş olmaktan sevinç duyuyor. Bu bilgi artışı, erişkin çocuklarıyla daha açık bir diyaloğa girmelerini ve torunlarını daha iyi anlayabilmelerini sağlıyor. Öykülerim zaten bilgili okura pek yeni bir şey sunmayacak belki ama böylesi okurların hâlâ azınlıkta olduğunu duydum. İnsanların çoğunluğu, çocuklukla bugüne dek pek az ilgilenmiş durumda.
Önsöz
Çoğumuz dünyaya, üzerimizde belirleyici izler bırakan bir aile çevresi içinde geliriz. Gençlik dönemimizde anne ve babalarımızı eleştirsek, hatta onlarla bağlarımızı koparsak bile bu ilk izlerin bizi zayıf ya da güçlü bir şekilde etkiliyor olmasını engelleyemeyiz. Hiç değilse kendimiz çocuk sahibi olduğumuzda bunun farkına varırız.
Çoğu insan bunun üzerine kafa yormaz. Kendi yaşamış olduklarını çocuklarıyla tekrarlar ve bunu da doğru bulurlar. Ancak bazıları için, tam da çocukları ya da eşleri karşısında en çok eksiklik duydukları şeyin, gençlik dönemlerinden bu yana özlemini çektikleri iç özgürlük olduğunu günün birinde şaşırarak fark etmek acı verici olur. Çıkmaz bir sokakta oldukları hissine kapılabilirler bu durumda. Çocukken yollarını bulamamışlardı, çevrelerine ve onun etkilerine boyun eğmekten başka çareleri yoktu. Yetişkin insanlar olarak ise önlerinde başka seçenekler vardır ama çoğunlukla bunun farkına varmazlar.
Köken, kalıtım ve eğitim tarafından, gerek olumlu gerekse olumsuz anlamda şekillendirilmişliğimiz ne denli güçlü olsa da yetişkin insanlar olarak bu izleri yavaş yavaş tanımaya başlayabilir ve otomat gibi hareket etmekten kurtulabiliriz. Bu izlerin ne denli farkına varırsak, çıkmaz sokaklarımızdan kurtulmamız ve yeni veriler edinebilmemiz o denli kolaylaşacaktır. Kurtuluş yolları tıpkı kişisel kaderler gibi birbirinden oldukça farklı ve çok sayıdadır. Bu kaderlerden bazıları okuyacağınız öykülerde anlatılmaktadır.
Bu öyküler, çocukluğun izlerinin bize yetişkinler olarak kendi kurduğumuz ailelerde nasıl eşlik ettiklerini göstermenin yanı sıra, bunların toplumsal yaşam örgüsünün her alanında nasıl ortaya çıktıklarını sergilemek için de yazılmıştır. Sondaki düşünceler bölümünde, nefretin oluşumunu daha iyi anlamanın mümkün olup olmadığı ve bunun nasıl gerçekleşebileceği sorusu üzerinde durdum.
Yetişkinlerin çocukluklarını hayatlarıyla bütünleştirme şekilleri kişiden kişiye farklılık gösterir. Ama bireyin kendi adına verdiği karar hangi yolla ve nasıl olursa olsun, çocuklukta alınan yaralara karşı günümüzde pek çok çevrede gelişmekte olan duyarlılık, toplum açısından bir kazançtır. Çocuklara karşı kötü davranışlar her dönemde varolagelmiştir ve günümüzde de yaygındır. Ama kurbanlar, başlarından geçenlerle hesaplaşmaya ve bunların sonuçları üzerine başkalarıyla konuşmaya yeni yeni başlıyor. Şimdiye dek neredeyse hiç değinilmeyen konular, pek çok insana yeni görüş alanları açan ve daha doyumlu bir hayat umudu vaat eden konuşmaların temel konusu haline geliyor.
Bunun farkına kısa bir süre önce, bir kitabı okurken vardım. Bu kitapta, tecavüz nedeniyle mahkûm olmuş 14 baba, cezaevinde katıldıkları iyi düzenlenmiş bir grup terapisinde kendi öykülerini anlatıyor. Yaşamlarında ilk kez dertleri hakkında konuşabildikten, kendilerini anlaşılmış ve kabul edilmiş hissettikten sonra bu insanların düşünce tarzlarında ne denli süratli bir değişikliğin gerçekleştiğini görmek cesaret vericidir. Bekleneceği üzere bu öykülerde, çocuklukta çekilen ve üstü, kendilerinden esirgenen sevginin yerini alan cinsel sömürü ile örtülmüş ciddi yoksunluklar söz konusudur.
Cesaret verici olarak nitelediğim şey, bu erkeklerin, salt aydınlatıcı konuşmalar sayesinde geçirdikleri değişimdir. Bu kişiler, çocukluklarında çekmek zorunda kaldıklarını bir kez bile olsun sorgulama ve hatta haksızlık olarak görme imkânı bulmaksızın otuz, kırk, elli yıl yaşamışlardır. Gayet doğal bir şekilde de kendi çektiklerini çocuklarına çektirmişlerdir. Aradaki bağlantıları açık olarak göremedikleri sürece kendilerini bu takıntıdan kurtarmaları mümkün değildi. Ancak şimdi, çocukluklarında yaşadıklarını kader olarak kabullenmeyi bırakıp haksızlık olarak görmeye başladıkları ve buna paralel olarak bundan üzüntü duymayı öğrendikleri için sorumluluk üstlenmeye muktedir ve buna hazır durumdadırlar.
Eleştiri yeteneği kazanmalarını sağlayan bu gelişme, bu insanları kendilerine acır duruma getirmeyip tam tersine kendi acıları sayesinde çocuklarına karşı eşduyum geliştirmelerini ve onlara hayat boyu taşıyacakları zararlar verdiklerini fark etmelerini sağlamıştır. Bu zararları olabildiğince gidermeye çalışıyorlarsa da, pek çoğunun kalıcı olduğunu biliyorlar. Tabii ki ancak birkaçı bu çıkmazdan kurtulmayı başarabilmiş durumda, diğerleri için henüz söz konusu değil bu.
Benim kitabımdaki kişiler hayal ürünü. Zaman içerisinde öyküler, son yıllarda öğrenmiş ve anlamış olduklarımı kolay izlenebilir bir biçimde geliştirmeme olanak tanıyan bir öz dinamik kazandılar. Kitapta betimlenen kişiler kesinlikle örnek olmak durumunda değildir. Sadece yaşamış olduklarını, bununla nasıl başa çıkmış ya da çıkamamış olduklarını anlatıyorlar. Kaderlerinin ve çevrelerinin betimlenmesinde formaliteleri en aza indirip bunun yerine kişiler arasındaki ilişkileri ayrıntılı şekilde ele almayı tercih ettim.
İnsanın hayatını nasıl yoluna koyacağının reçetesi yoktur. Hedefler ve bunları gerçekleştirme olanakları kişiden kişiye değişir. Çocukluğumuzda potansiyelimizin tümünü geliştirmemiz her zaman mümkün olmadıysa da, eski korku, güvensizlik ve yoksunlukların kalıntıları hâlâ bizimle olsa da, bilincimizin genişlemiş olması pek çok şeyi daha iyi bir hale getirmemize olanak tanır. Bunda, sevgi ve saygı içerisinde büyüme, çocukluklarında kaygısızca zevk ve neşe duyma şansına sahip olmuş ve bu yüzden de ilerki yaşlarında daha kolay ve mutlu bir hayat sürebilmiş duyarlı insanlarla temasın rolü de küçümsenemez.
Öykülerimde bu insanlara örnek olarak, ilk etapta Daniel, Michelle, Margot, Luise ve hatta Gloria sayılabilir. Dinlemeyi bilen, karşısındakinin kaderini paylaşabilen, açık, anlamak isteyen kişilerdir bunlar ve genelde görüştükleri kişilerin bazılarına kıyasla daha az yanılsama ile karşı karşıya kalmışlardır. Çocukken sevgi görmüş oldukları için hayatları ile, yanılsamalarla büyütülen ve daha sonra kendi gerçekleri için mücadele vermek zorunda kalan kişilere, örneğin Claudia, Sandra, Anika, Helga ya da Lilka'ya oranla daha kolay başa çıkarlar.
Kitabın anlatı ve çağrışıma dayanan tarzı, beni asıl ilgilendiren noktanın, kişisel kaderlerin ötesinde, genel sorunlar ve esas olarak da şu soru olduğu gerçeğinin üstünü örtmemelidir: İlk acı ve sevgi deneyimleri insanların sonraki hayatlarına ve diğer insanlarla birlikteliklerine nasıl etki eder? Bu sorunun yanıtının kapsamı içinde kalacak kimi alt bölümlere ilişkin araştırmalar yapılmıştır. Örneğin rahimdeki yaşama, yeni doğanlara, süt çocuklarına ilişkin gözlemler, despotların biyografileri, soykırım istatistikleri, vs. Ancak bildiğim kadarıyla varolan verileri, eylemde bulunan insanların çocukluk deneyimleri açısından incelemeye yönelik bir araştırma kolu yok henüz. Öykülerimi ve düşüncelerimi böylesi araştırmaları heveslendirmek amacıyla kaleme aldım.