ISBN13 978-975-342-421-9
13x19,5 cm, 336 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Giriş, s. 15-27

Türkiye'de son yirmi yıl içinde kadın sosyal bilimciler şu soruya yanıt arıyor: Osmanlı Türk modernleşmesinde kadınların rolü ne oldu? Bu soruyu ben, Cumhuriyet'in kuruluş yıllarını temel alarak, kadınlar yönünden sormak istiyorum. Kadınlar, Cumhuriyet reformlarının, Batılılaşma, çağdaşlaşma projesinin edilgen göstergeleri ve simgeleri olarak kalmayı kabullendiler mi? Yaygın kanının aksine, bu reformların yapıcıları olarak ulus devletin inşasına katılmak, siyasal özne olmak istediler mi? Kadınlar hakları için mücadele ettiler mi yoksa siyasal, medeni ve vatandaşlık hakları Mustafa Kemal Atatürk (1881-1938) tarafından mı verildi? Kadınlar Cumhuriyet'in kuruluşunda siyasal failler / eyleyiciler / aktörler olabildiler mi? Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında toplumsal cinsiyet hiyerarşisi nasıl kurgulandı? Bu çalışmamda bu sorulara Nezihe Muhiddin'in (1889-1958), Kadınlar Halk Fırkası (KHF) ve Kadın Birliği'nin (TKB) etkinlikleri çerçevesinde yanıt aramaya çalışacağım.

Bu incelemenin konusu olan Nezihe Muhiddin on dokuzuncu yüzyılın sonlarında doğmuş(1) ve ilk toplumsal etkinliklerine II. Meşrutiyet döneminde başlamış bir Osmanlı Türk kadın hakları savunucusu, düşünür ve eylemci, kadın tarihimizde iz bırakmış önemli bir şahsiyet. Muhiddin, kültür düzeyi ve analiz kabiliyetiyle öne çıkan bir siyasal stratejist, bir feminist, bir mefkûreci, iyi bir hatip, karizmatik bir kişilik ve bir yazar.(2) Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında kadın hakları için mücadele eden Nezihe Muhiddin'i incelerken, kadınlar yönünden varolan "siyasetin" alanının genişletilmek istendiğine ve bu kategoriye kadınların aktörler olarak dahil edilme çabasına tanık olacağız. Buna karşılık Kemalistlerin "kadın" kategorisinden kadınları nasıl dışlamak istediğini, yani ülkemizin tarihinde toplumsal cinsiyet hiyerarşisinin nasıl kurulduğunu anlamaya çalışacağım. 1923-1927 yılları arasındaki dönem, bu bağlantı ve özellikleri sergilemesi bakımından özel bir önem taşıyor.

Son yirmi yılda, feminist kadın tarihyazımında, kadınların görünmeyen tarihlerini görünür hale getirmek ilk hamleyi oluşturdu. Bu, aynı zamanda Scott'un tanımladığı gibi "kadınlar hakkında –dolayısıyla da toplum hakkında– yeni bir bilgi"nin de üretilmesi süreciydi. Scott'un kavramsallaştırmasıyla toplumsal cinsiyet (gender) cinse dayalı farklılıklara ilişkin bilginin ta kendisidir. Bu bilginin mutlak ya da doğru olarak görülmekten çok göreceli olduğu dikkate alınmalıdır. Scott bilginin anlam ve kullanım içinde "iktidar ilişkileri –yani egemenlik ve itaat– tarafından yapılanmış bir araç rolü oynadığını" savunur. Bu anlamda "bilgi toplumsal örgütlenmeden ayrı düşünülemez." O halde toplumsal cinsiyet, cinse dayalı farklılıkların toplumsal olarak kurgulanmasıdır. Scott kadınlar ve erkekler arasındaki eşitsizliklerin ortaya çıkarılması ve bu durumun değişmesi talebinden yola çıkarak "toplumsal cinsiyet hiyerarşilerinin nasıl yapılandığını, nasıl meşrulaştırıldığını, varlığını nasıl sürdürdüğünü ve bu hiyerarşilere karşı duruşların nasıl gerçekleştiğini" çözümlemek ister. "Feminist tarih yapma" amacıyla Scott, dünyayı yorumlama sürecinde aynı zamanda onu değiştirmeyi de hedefleyen teorik bir yaklaşımı benimser. "Apaçık / aşikâr olduğu kabul edilen terimlere" eleştirel yaklaşır. Böylece "tarihin öyküsü" kadın ve erkeklere ne olup bittiği ve onların tepkilerinden ibaret bir öykü olarak kalmaz. Bunun yerine tarih, kadınlara ve erkeklere ait kimlik kategorilerinin öznel ve kolektif anlamlarıyla nasıl oluşturulduğuyla ilgilenen bir bilim dalı haline gelebilir. Scott, "tarihte toplumsal cinsiyetin tanısını koyabilmek için" metinlerin "düz ve tematik okunmasının" yeterli olmadığını öne sürer. Bunun yerine farklı bir yorumlama biçimi gerekir. Bu yaklaşımla, cinse dayalı farklılıklar hakkında özgül bir bilgi olan ve görelileştirilmiş bir kavram olarak toplumsal cinsiyet, kadınlar ve cinse dayalı farklılıklar hakkında yeni bir bilginin üretilmesi için analitik bir araç haline gelir. Scott'un yaklaşımı bizi "tarih hakkında ve hiyerarşilerin ve farkın –içerme (inclusion) ve dışlamaların (exclusions)– nasıl kurgulandığı üzerine düşünmeye" ve feminist politikaların kuramlaştırılmasına doğru yönlendirir. Bu çalışmada Scott'un tezlerinden yola çıkarak kadın tarihine, yalnızca şimdiye değin üstü örtülmüş olayların, "unutulmuş kadınların" ortaya çıkarılması olarak değil, aynı zamanda kadınların nasıl siyasal aktörler olmak istediklerini, politikayı nasıl kurguladıklarını anlamak üzere yaklaşmayı deneyeceğim. Politik alanın "apaçık" ve kendiliğinden varolan bir alan değil, bilgi ve iktidar aracılığıyla tanımlanan, kurgulanan bir alan olduğunu görmeye çalışacağım.

Araştırmamda, tek partili rejimin / sistemin kuruluşu ve yerleştirilmesini (1923-31) inceleyen Mete Tunçay'ın çalışması ve Taha Parla' nın tarihsel Kemalist / Atatürkçü(3) ideolojinin ve siyasal kültürün karizma / otoriterlik / demokrasi eksenlerindeki eleştirel çözümlemeleri yol gösterici oldu. Tunçay'ın incelemesini tamamladığı yıllarda Scott, tarihsel çözümleme kategorisi olarak toplumsal cinsiyeti henüz önermemişti, ancak yine de Tunçay'ın yararlandığım çalışmasında –ve Türkiye'nin yakın tarihini konu alan çoğu Batılı araştırıcının yapıtında– yalnızca analitik bir kategori olarak toplumsal cinsiyetin değil, düpedüz kadınların görünmezliğini koruduğuna işaret etmem gerekiyor.

Öte yandan, Türkiye'de çağdaş sosyal bilimcilerin araştırmalarında, Cumhuriyet reformlarının kadınlara sağladığı haklar ve kadın hareketiyle ilişkisi üzerine tartışmalar önemli bir yer tutuyor. Parla'nın sergilediği "atacılık" fenomeni ve karizmatik / otoriter şef sisteminin en yaygın olarak meslek sahibi ve eğitimli kadınlar zümresince benimsendiği ve / veya en çok bu kesimin bu sistemi kabullenmeye zorlandığı anlaşılıyor.(4) 1930'lardan başlayarak bugüne gelen bir çizgide, kendilerini "Atatürkçü" olarak niteleyen toplumun önde gelen kadın şahsiyetlerinin ve onların öncülüğündeki Kemalist / Atatürkçü kadın derneklerinin(5) tarihsel Kemalizmi / Atatürkçülüğü tartışılmaz tek doğru siyasal ideoloji olarak topluma ve kadın kitelelerine sunuşuna tanık olduk. Kadınlar arasında, Atatürk'e ve Kemalistlere kendi koşulları içinde olumlayarak-eleştirerek yaklaşmak yerine, ululama ve yüceltme kültürü, kişi kültü, kahramana tapma zihniyetini yaygınlaştırma çabalarının bir ölçüde etkin olduğu ileri sürülebilir. "Atacılık kişi ötesi bir siyasal kültür özelliği, demokrasi ve demokratik kişiliğin gelişmesini önleyen, belirleyici, kalıcı bir psikolojik-siyasal öge" olarak, Cumhuriyet döneminde kadın siyasal yazınını, normlarını, tutum alış kalıplarını ve eylemliliğini (1980'ler feminist hareketine değin) etkiledi.(6) Bu çizginin bir devamı olarak kadın sosyal bilimcilerin birçoğu, Türkiye'de kadınların hakları için mücadele etmediğini ve kadın haklarının Atatürk ve Cumhuriyet idaresi tarafından "verildiğini" öne sürerek bu yöndeki resmi söylemin yaygınlaştırılmasına katkıda bulunmuş olabilirler.(7)

Başta Şirin Tekeli olmak üzere, 1980 sonrası yeni kuşaktan, kimileri feminist, kadın sosyal bilimciler Cumhuriyet rejimi ve kadın hakları meselesini sorgulamaya başladı. Türkiye'de 1980 sonrasında akademik alandaki feminist çalışmaların gelişmesine paralel olarak yeni açılımlar, çözümlemeler ve eleştirel yaklaşımlar gelişti.(8) Türk modernleşmesinin kadınlar yönünden çözümlemesi yapıldı, bu alandaki kalıp görüşler aşıldı ve günümüze değin gelen "kadınlara hiç mücadele etmedikleri halde haklar verildi" söyleminin arkasındaki simgesel / işlevsel/ araççı nedenler mercek altına alındı.

Şirin Tekeli'nin ortaya koyduğu gibi, 1930 yılında Türkiye'de kadınlara belediye seçimlerine katılma hakkının tanınması, tek parti yönetiminin dünyaya kendisini "demokratik" olarak gösterme amacıyla bağlantılıydı. Aynı şekilde 1934'te kadınlara tanınan siyasal hakların esas olarak simgesel boyutu öne çıkıyordu. Yeşim Arat'a göre, Cumhuriyet'in kuruluş döneminde, kadınların yalnızca "Cumhuriyetin kız çocukları" olarak siyasal alana çıkmaları mümkün olmuştu. Ancak, kadınların siyasal katılımı üzerinde yoğunlaşan Tekeli ve Arat'ın eleştirel çözümlemeleri, TKB hareketine ilişkin yeterince veri / yorum içermediği için bu çalışmalarda kadınların hak mücadeleleri yer almadı. Görebildiğim kadarıyla, 1980'lerin ortalarına değin, Nezihe Muhiddin, birincil kaynaklara dayanarak incelenmedi.

Ülkemizde kadın tarihi araştırmaları 1980'li yıllarda gelişti. Osmanlı kadın dernekleri üzerine, Kadınlar Dünyası dergisi ve Müdafaa-i Hukuk-i Nisvan Cemiyeti üzerine, yeni feminist etkinlikler üzerine yapılan çalışmaların ülkemizde kadınların tarihine katkıları oldu. Keza, Emel Aşa ve Aynur Demirdirek Osmanlı kadın dergilerini inceledi. Kadın Eserleri Kütüphanesi'nin desteğiyle bir grup kadın tarihçinin hazırladığı İstanbul Kütüphanelerindeki Eski Harfli Türkçe Kadın Dergileri Bibliyografyası (1993) sosyal bilimcilerin ve araştırmacıların dikkatini birincil kaynaklara çekti.

Nezihe Muhiddin sosyal bilimler alanına ilk kez Zafer Toprak'ın çalışmalarıyla Kadınlar Halk Fırkası'nın kurucusu olarak tanıtıldı. Serpil Çakır, Nezihe Muhiddin'i Ulviye Mevlan (1893-1964) ile karşılaştırarak değerlendirdi. Ayşegül Baykan, Nezihe Muhiddin'i Türk Kadını (1931)(9) kitabından yola çıkarak feminist tarihyazımı bağlamında inceledi.

Nezihe Muhiddin ve Birinci Dalga Cumhuriyetçi Feminizm

Bu kitap bir Osmanlı Türk kadın hakları savunucusunun, Nezihe Muhiddin'in Cumhuriyet'in kuruluş yıllarında kadınların siyasal ve sosyal hakları için Türk Kadınlar Birliği çatısı altında 1924-1927 yılları arasında verdiği mücadeleyi ve buna karşılık cumhuriyetçi rejimin kadınların etkinliklerini sindirme ve yönlendirme stratejilerini sergilemeyi amaçlıyor. Tarihimizden ismi silinmiş önemli bir kadın şahsiyeti, Nezihe Muhiddin'i ulaşabildiğim veriler boyutunda günümüze taşımak isterken amacım, yalnızca unutulmuş / unutturulmuş bir feministin yaşamöyküsünü yazmak ya da "kadın kahramanları" ortaya çıkarmak değil. Muhiddin'in tarihten dışlanmasının nedeni bireysel, kişisel çatışmalar değildi. Bu çatışmanın tarafları Cumhuriyet'in erkek kurucular kuşağının hükümeti / siyasetçileri ile cumhuriyetçiliği benimseyen, Osmanlı Türk kadın hareketinin feminist eylemci ve düşünürleriydi. Değinmeden geçmemeli: CHP'nin sözcüsü durumundaki Yunus Nadi (Abalıoğlu, 1880-1945), Falih Rıfkı (Atay, 1894-1971) gibi Kemalist erkek gazeteci, yazar ve aydınlar da kadın / feminizm aleyhtarlığıyla bu çatışmada önemli rol oynadılar.

Kadınlar Halk Fırkası ve Kadın Birliği'nin kurucu ve eylemcilerinin(10) öncülüğündeki Birinci Dalga Cumhuriyetçi feminizm ile Kemalist iktidarın çatışması, radikal dönüşümlerin otoriter yöntemlerle uygulandığı yıllara rastlıyor. Bu aynı zamanda tek partili otoriter Kemalist rejimin kurulduğu ve yerleştirildiği bir dönemdir. Parla, "Cumhuriyetçi, milliyetçi, laik bir ulus-devletin kurulması ve korunması" olarak tanımladığı Kemalist inkılabın içeriği, niteliği, yöntemleri ve bedellerini sorgularken, "nasıl bir cumhuriyetçilik, nasıl bir milliyetçilik ve nasıl bir laiklik" sorularını gündeme getirir. Bu çalışma bir yönüyle Parla'nın sorularına, feminist bir yaklaşımla kadınlık ve kadınlar yönünden yanıt arama çabasıdır. İlerde niceliksel verilerle yapılacak incelemeler bu alanda derinlemesine bilgi ve açılımlar sunabilir. Türkiye'de resmi / egemen Kemalist ideolojiyi ve siyasal kültürümüz üzerindeki derin izlerini değerlendiren Parla'nın tahlilleri Nezihe Muhiddin ve TKB olgusunu anlamada önemli açılımlar sunuyor. "Cinsiyet farklarına ve imtiyazlarına" karşı mücadelesinde kendisini "sesi gür çıkan bir kadın" olarak nitelese de Nezihe Muhiddin'in özellikle 1925'ten sonraki Takrir-i Sükûn döneminde, günün ağır baskı koşulları sonucu sözünü eksilttiğini, özsansür uyguladığını görüyoruz. İktidarca itibarını kaybettirmek üzere karalamaların başladığı 1927'den sonra Muhiddin'in dili ve sözü iyice azaltılmış, indirilmiş bir dile dönüştü. Bu bakımdan, onun etkinliklerinin / görüşlerinin feminist bir değerlendirmesini yapmak ancak, kuruluş yıllarının üzerindeki siyasal mistifikasyon perdesini aralama, önyargılara karşı durabilme, klişeleri sorgulama, çarpıtmaları ve yanlılığı yakalama ile mümkün olabilir.

1923-27 yılları arasında olagelenler, Nükhet Sirman'ın, bu kitabın ilk versiyonu olan yüksek lisans tezi çalışmam (1998) sırasında işaret ettiği gibi, Cumhuriyet yönetimi altında özel alan-kamusal alan ikiliğinin kurgulanması ve kadınlar-vatandaşlık paradigması üzerine de önemli ipuçları barındırıyor. Bu olgular, Cumhuriyet rejiminin erkek-merkezli, cinsiyetçi parametrelerini ve anti-feminist yapısını; milliyetçi söylemin sınırlarını anlamaya, yorumlamaya ve eleştirmeye yol açabilir. Bundan sonraki adım, bu yapısal özelliklerin kadınlar yararına nasıl değiştirileceği, dönüştürüleceğini düşünmek olabilir.

Bu noktada, çalışmalarımızda dönemsel olarak ortak bir payda elde etmek ve dilde ortaklaşmak için, kadın tarihimizde bir dönemlendirme önerisi yapmak istiyorum. Kuşkusuz bu öneri eleştiriye ve olası değişiklik önerilerine açık. Ziyaeddin Fahri Fındıkoğlu, 1869'da Terakki gazetesinin kadın ve aile meseleleriyle ilgisine ve feminist yayınına dikkat çekiyor ve dergiye gelen kadın mektuplarından örnekler veriyor. Tezer Taşkıran (1905-1979) da 1868'de Terakki gazetesinin "kadın lehinde"ki yayımına dikkat çeker. Çakır'a göre, Osmanlı kadınları önce 1868'de Terakki gazetesine ve 28 Haziran 1869 tarihinde Terakki'nin ek olarak yayımladığı Terakki-i Muhaderat'a gönderdikleri imzasız mektuplarla basında ve toplumun gündeminde belirdi. Daha sonra (1875-1895) yayımlanan kadın dergilerinde, imzasız mektuplar imzalı yazılara dönüştü. 1895-1908 yılları arasında ise Osmanlı Türk münevver kadınlığının düşünsel birikiminin en önemli göstergesi olan Hanımlara Mahsus Gazete yayımlandı ve bu yayında kadınlar kendilerini kimlikleriyle(11) ifade ettiler. İmzasız kadın mektuplarının yayımlandığı 1868'den başlayıp Türk Kadınlar Birliği'nin "kendini feshettiği" Mayıs 1935'e değin süren dönemi birinci dalga feminizm (1868-1935) olarak adlandırmak şimdilik doğru görünüyor. Bu dönemlendirme şemasında '80 sonrası feminizm, "ikinci dalga feminizm" olarak yerini alıyor. Uzun bir zaman diliminde yer alan birinci dalga feminizmini tarihsel üç evrede düşünebiliriz: Erken Dönem, II. Meşrutiyet Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi. Birinci Dalga'nın bu evreleri / aşamalarını açımlarsak:

1. İlk kadın mektubunun basında yer aldığı 1868'den II. Meşrutiyet'e (1908) değin olagelen hareketliliği "Erken Dönem Osmanlı hareket-i nisvanı (1868-1908)",

2. II. Meşrutiyet ve Milli Müdafaa dönemlerindeki feminist etkinlikleri "II. Meşrutiyet Dönemi Osmanlı feminizmi (1908-1922)",

3. Cumhuriyet'in kuruluş yıllarındaki düşünsel ve eylemsel etkinlikleri "Birinci Dalga Cumhuriyetçi feminizm (1923-1935)" olarak çerçevelemek mümkün.

Osmanlı hareket-i nisvanı (kadın hareketi) üzerine düşünürken üzerinde durmak gereken önemli bir toplumsal olgu, Osmanlı kölelik sistemi ve kadın kölelerin yaşama, çalışma koşulları ile hukuki, ekonomik durumlarıdır. Kadın köleler üzerine araştırmaların azlığı Osmanlı kadın hareketi ve kölelik olgusu arasındaki ilişkiyi de "meçhul" kılıyor. Osmanlı kadın tarihi üzerine ülkemizdeki çalışmalarda kölelik olgusu ve diğer sosyal kurumlarla bağlantısı görünmezliğini koruyor; bu eksiklik beraberinde metodolojik yanlışları da taşıyabilir. "Osmanlı kadını" kategorisi, yalnızca etnik ve dinsel farklılığı değil, köle / "özgür"/ kölesahibi olanlar ayrımlarını da içeriyor. Kölelik sisteminin yaygınlıkla yürürlükte olduğu Osmanlı toplumunda kadın kurtuluş mücadeleleri, emeğine, kimliğine ve "cinsel hizmet" kategorisi altında bedenine, benliğine(12) de el konulan ve cinselliği meta haline getirilen (Zilfi 1999) cariye / kadın kölelerin haklarını içeriyor muydu? Kadın köleler bu harekete katıldılar mı? Bu sorular yanıt bekliyor.

Bu kitapta, KHF kurucuları ve TKB Grubu'nun verilerine dayanarak Birinci Dalga Cumhuriyetçi feminizm ve kadın haklarına yönelik Kemalist reformlar üzerine aşağıdaki önermeleri tartışacağım. Burada savunulan tezlerin bu alandaki yeni çalışmalarla bir irdeleme sürecinden geçtikten sonra geçerlilik kazanacağını umuyorum. Yanlışlanmaya açık olduklarını da belirtmeliyim:

1. Birinci Dalga Cumhuriyetçi feminizmin temelleri Erken Dönemin "kadınlık mefkûresi" ve II. Meşrutiyet feminizmine dayalıdır. Osmanlı toplumunda, kadınlık mefkûresinin savunucularının öncülüğünde, Erken Dönem (1868-1908) Osmanlı-İslam hareket-i nisvanının ivme kazandırdığı kadın uyanışı ve hareketlenmesi güçlü bir akım halini aldı. Kadınlık mefkûresi kadınların, insan addedilme, sivil yaşama katılabilme, toplumun üyeleri olarak kamu alanında yer alma, toplumsal konumlarının yükselmesi taleplerini ve çözüm önerilerini yani kadınlık ideallerini betimliyordu. Erken Dönem, kadınlığın kurtuluşu için ideolojik birikimin yaratıldığı, kadınların kamu alanında, basında var olma mücadeleleriyle (Zihnioğlu 1999) kadınlığın gücünü kanıtladıkları yaklaşık yarım yüzyıllık bir evreydi. Kadınların kurtuluş mücadelesi, yeni kuşak kadınların katılımıyla II. Meşrutiyet (1908-1918) ve Milli Müdafaa (1918-1922) dönemlerinde yükselerek sürdü.

Cumhuriyet'in kuruluş yıllarına geldiğimizde, Osmanlı Türk hareket-i nisvanının taşıyıcısı olan yeni kuşak feministler siyasal / içtimai / iktisadi haklar, tam vatandaşlık hakları ve siyasal güce katılım talebiyle örgütlendi. Cumhuriyet'in ilkelerine dayanarak kadınların siyasal ve toplumsal haklara kavuşmasını isteyen, kendilerini cumhuriyetçi olarak tanımlayan güçlü bir kadın cephesi / muhalefeti oluştu. Nezihe Muhiddin bu yıllarda, feminist görüşleri ve etkinlikleriyle, Kadınlar Halk Fırkası (1923) ve Kadın Birliği (kuruluşu 1924) çevresinde toplanan "sufrajet" eylemcilerin ve baskı grubunun öncü kişiliğiydi. Nezihe Muhiddin'e göre, kadınsız inkılap olamazdı; kadınların ulusal inşa sürecine katılması inkılapların tamamlanması için önkoşuldu. Kadınların Cumhuriyet yönetimine katılımı ve kadın hakları yönünde toplumsal dönüşümün "kadın eliyle" gerçekleşmesi için mücadele etti. Bu siyasanın iki yönlü sonucu olacaktı: Hem kadınlık yükselecek, hem de kadınların katılımıyla ulusal inşa gerçekleşecekti. Ancak feminist mücadele, Kemalist tek parti iktidarının yönlendirmesi sonucu bastırıldı, Nezihe Muhiddin kişisel olarak karalandı, kadın hakları öncüleri (TKB Grubu) sindirildi ve kadınlar siyasal alandan dışlandı.

2. Cumhuriyet rejimi "kadınsız" kadın hakları inkılabını gerçekleştirdi. Görünüşteki kadın haklarından yana söylemine karşın Cumhuriyet'in kurucu kuşağı, kadınları ulusun yaratıcıları, etken bireyler, siyasi failler / eyleyiciler olarak görmedi. Kemalistlere göre kadınlar yeni rejimin siyaset-dışı, edilgen seyirci ve destekleyicileri olmalıydı. Patriyarkal ve indirgemeci bir yaklaşımla kadınların toplumdaki rolü "vatana asker / evlat yetiştiren anneler" olarak tanımlandı. Cumhuriyet Halk Fırkası, yasal / toplumsal uygulamalarıyla kamu ve özel alan ikiliğini kadınlar aleyhine oluşturdu; böylece kadın haklarının sınırlarını belirledi ve kadınlara bu sınırları "gönülden" kabul ettirmek için öncü kadınların ve örgütlerin üzerinde baskı uyguladı. Yeni rejim, kadın haklarını dış dünyaya karşı güçlü demokratikleşme simgelerinden biri olarak kullandı. Bu yoldaki reformlarının kazanımını feministlere değil, "ulu önder ve halâskâr"a (Atatürk) ve Kemalizme mal etti; bu yönde "kadınlara haklarını biz verdik" söylemini yerleştirdi. Bu dayatmayı kabullenen TKB'deki bir grubun, denetimli olarak etkinliklerini sürdürmesine izin verdi. "Kadınlar hakları için mücadele etmedi" tezinin hâkim olduğu Kemalist tarihyazımı ile öncü cumhuriyetçi feministlerin toplumun belleğinden silinmesi sağlandı.

3. "Cumhuriyet kadını" kavramı üzerinde feministler ile Kemalistler arasında bir çekişme yaşandı. Kavram TKB Grubu'nun temel tartışma noktalarından biriydi. Kemalistler resmi / egemen / otoriter ideolojiye uygun olan "Cumhuriyet kadını" tiplemesini topluma dayattı. Kemalistlerin Cumhuriyet kadını tiplemesi, Mustafa Kemal Atatürk'ün liderliğini kayıtsız şartsız kabullenen, ona tapma derecesinde bağlı olan bir "çocuk kadın" ya da "yetişkin olmayan kadın"dan ileri gidemedi. İktidara göre "Cumhuriyet kadını"nı Afet Hanım (İnan, 1908-1985) temsil ediyordu.

4. Bu olgular Kemalist ideoloji / siyaset / rejimin anti-feminist ve otoriter yapısını sergileyen göstergeler. Nezihe Muhiddin'in düşüncelerinin, Kadınlar Halk Fırkası'nın kurulma girişiminin (1923) ve TKB Grubu'nun 1923-28 yılları arasındaki etkinliklerinin dökümü, TC'nin kuruluş yıllarında kamu alanı ve özel alanın cinsiyetçi / ayrımcı temelde yapılanışını; otoriter yöntemlerle kamu alanının erkek-egemenliğinde, cinsiyetçi bir alan olarak kuruluşunu açığa çıkarıyor.

Cumhuriyetçi kurucu kuşak, Osmanlı ve İttihat ve Terakki geleneğini bütünüyle reddetmeden ve ortadan kaldırmadan amaçlarına ulaşamayacağına inandığı için, bugüne değin sürüp gelen katı bir yok sayma siyasası uygulamıştı. Son yıllara değin II. Meşrutiyet döneminin tüm boyutlarıyla incelenmemesinde bu doktriner ve yanlı yaklaşımın etkisi olduğu görünüyor. Kadınlar Halk Fırkası'nın ve Kadın Birliği'nin kurucuları kendilerini "müdafaa-i hukukçu" yani İstiklal Savaşı'nda ülkenin bağımsızlığının savunucuları olarak gören eylemcilerdi. Kadın haklarının savunusu ve "memleket meselelerinde yer almak" olarak belirledikleri siyasal stratejileri uyarınca, eylem ve etkinlikleri 1923 ile 1928 yılları arasında kesintisiz olarak sürdü. Nezihe Muhiddin ile birlikte mücadele eden, isimlerini bugünkü kuşakların duymadığı TKB Grubu, bu öncü kadınlar, veriler elverdiğince sahneye çıkacak. Ne ki, KHF kurucuları / TKB Grubu üzerine ayrıntılı bir çalışma bu kitabın sınırlarını aşıyor. Bu eksiklik TKB'ye emeği geçen inançlı ve kararlı feminist kadın üyelerin kadın hakları için mücadelelerinin azımsandığı anlamına gelmemeli.

Yöntem Üzerine

Osmanlı İslam ya da Osmanlı Türk kadın tarihini araştırmak ve verilere ulaşmak isteyenlerin önüne çıkan iki engelden birincisi, birincil kaynakların çoğu zaman dağınık ve özensizce saklanmış olması, süreli yayınların eksik, kayıp sayfa ve sayıların yanı sıra hemen kullanıma elverişli olmamasıdır. Hükümetlerce, Cumhuriyet öncesi dönemin belgelerine yakın zamana kadar gösterilen, yok etme derecesine varan ilgisizlik Arap harfli günlük gazete ve yayınlara tam olarak ulaşmayı zorlaştırıyor. İkinci olarak, Osmanlı Türkçesi'nin yazı karakteri ve dil özellikleri tarihimizi ulaşılmaz kılıyor. Artık kullanılmayan, yaşamayan bir dil olan Osmanlı Türkçesi'nin tüm inceliklerine, kullanıldığı dönemin jargonuna ve göndermelerine hâkim olup belgeleri doğruya yakın bir şekilde okumak için ağır, meşakkatli ve uzun süren bir veri toplama dönemi gerekiyor. Çeviriyazının hiç yanlışsız yapılması ise ulaşılması gereken önemli bir hedef olarak görünüyor. Oysa, Osmanlı arşivlerindeki yazılı ya da basılı tüm belgeler, yayınlar çeviriyazıyla toplumumuza kazandırılırsa "saklı tarihimiz" gün ışığına çıkabilir. Bugün Türkiye'de tarih araştırmacılarının "çeviri tarih" olgusuyla baş etmesi gerekiyor. 1928 öncesi tarihimiz yabancı, uzak, sessiz bir tarihtir.

Burada, kadın tarihinin metodolojik sorunlarına da değinmem gerekiyor. Bunlardan biri "nam-ı müstearlar" ya da takma adlar meselesi. Müstear isimlerle yazmak önceleri, Osmanlı hükümdarı II. Abdülhamit'in (1842-1918; h. 1876-1909) yayın alanındaki ağır sansürüne karşı geliştirilmişti.(13) Basın ve edebiyat tarihimizde çok yaygın olan kadın ya da erkek müstear isimlerle yazı yazma(14) geleneği bugün kadın tarihimizin paradigmalarından birini oluşturuyor. Kadın ismini kullanarak kadınlık üzerine yazı yazan çok sayıda erkek yazar var. Kadınların da takma adlarla yazdığını biliyoruz. Bu isimlerin çok azı saptanmış, pek çoğu araştırılmayı bekliyor. Müstear isimlerin açıklanması, gerçek kimliklerinin saptanması hayli yüklü, zorlu ama zorunlu bir çalışmayı gerektiriyor. Bu çalışmada değineceğim müstear isimler / takma adlar meselesine açıklık getirmek ve bu konuda tam bir "haritanın" çizilmesi ise tarihçilerin yoğun çabalarıyla mümkün olabilir. Erkek yazarların müstear kadın isimleriyle kadınlık üzerine yazmasının nedenlerinin tahlili ise başlı başına bir inceleme konusu olabilir. Bu tahlil kadın tarihimizin önemli bir boyutunun, "erkeklerin feminizminin" kavranmasını sağlayacaktır.

Muhiddin'den geriye el yazması, defter, not defteri, günlük, fotoğraf vb. özgün malzeme(15) kalmamış – ya da saklandıkları yerlere ben ulaşamadım. Nezihe Muhiddin'i tanıyan Taha Toros(16) ve Cemal Kutay(17) ile görüşmelerim Muhiddin'e yakınlaşmamda yararlı oldu. Muhiddin'in ailesine ulaşamadığım için, yukardaki iki isim dışındaki tanıklarla görüşmem mümkün olmadı ve özel yaşamına ait çok az bilgiyle yetindim. Kitabın son bölümlerinde göreceğimiz gibi, çeşitli çevrelerin Muhiddin'e yönelttiği oklar trajik bir biçimde en yakın çevresinde de etkili olmuş ve bu önemli kadın şahsiyet ile ilgili bilgiler sonraki kuşaklara aktarılamamış. Muhiddin'in 1909-1928 yıllarını kapsayan etkinlik yıllarındaki tüm makalelerine ulaşmam da mümkün olamadı. Muhiddin'in edebi çalışmaları dışındaki, siyasal yaşamına ilişkin veriler, yer yer aşırı serimleme ve bağlam dışılık düzeyine ulaşsa da bu kitapta sergilenecek. Veriler Muhiddin'in erişebildiğim makaleleri, anı, anlatı gibi birincil kaynaklar ile günün gazete-dergi haber ve yorumlarından oluşuyor.

Başvurduğum birincil kaynaklar olan Nezihe Muhiddin'in ve diğerlerinin metinlerini okurken görüşlerin, savların ve düşüncelerin hangi bağlam içinde, kime karşı ve kime hitap ederek yazıldığına, izleyicilerinin kimler olabileceğine, nasıl ifadelendirilip anlamlandırıldığına, ifadelerin altındaki ses tonuna ve bunlar gibi özelliklere dikkat ettim. Bir tarih öğrencisi olarak, yorumlarımı metinlerden çıkarsadığım bu bilgilerle desteklemeye çalıştım. Sözün kime karşı, kim için ve nasıl oluşturulduğu sorularına yanıt bulma çabası, Nezihe Muhiddin'in düşüncelerini ve eylemlerini çözümleme ve yorumlamada yol gösterdi. Bu bakışla, incelediğim Cumhuriyet'in kuruluş döneminin, o devrin insanları için ne anlama geldiğini görmeye / duyumsamaya çalıştım.

Hicri / Rumi tarihleri Miladi tarihe çevirmede Dağlı ve Üçer'in bu konudaki çalışmasından yararlandım. 1918 yılı öncesi belgelerin, ayraç içinde Miladi yılı karşılıklarıyla birlikte Rumi tarihleri veriliyor. Bu kitaptaki Arap harfli metinlerden yapılan doğrudan alıntılarda çeviriyazı kurallarına kısmi olarak uyuldu. Az bilinen sözcüklerin bugünkü karşılıkları ayraç içinde verildi.

Bu noktada, metindeki imlanın farklılıklarına işaret etmem gerekiyor. Bu çalışmada kullandığım kaynakların bir bölümü Latin alfabesine geçildikten hemen sonraki yıllarda yayımlandığı için Osmanlı Türkçesi'ndeki Arapça / Farsça sözcüklerin imlasında belirli sorunlar göze çarpıyor. Bu bakımdan 1928 sonrası metinleri, imlalarıyla, düzeltmeye tabi tutmaksızın, yanına eklediğim "ab (aynen böyle)" işaretiyle alıntıladım. Nezihe Muhiddin'in Türk Kadını kitabından yapılan alıntılarda, yeni Türkçe baskısındaki sayfa sayıları ilave edildi.(18)

Dilsel bağlamda, incelenen dönemde kullanılan deyiş, terim ve isimlendirmeleri okura iletmeyi tercih ettim. Bunun nedeni, o günün terminolojisinin bizler için daha aydınlatıcı, kesinleyici ve kanıtlayıcı olmasıydı. Bu arada incelenen dönemde, 1908 ile 1927 yılları arasında basında ve dilde belirli standartlaşmalar ve doğal olarak imla ve yazılış kurallarında değişmeler olmuştu. Ben birincil kaynaktaki yazılışa uyarak isim vb. aktarmayı uygun buldum. Aynı biçimde ülkemizin isimler tarihinde de 1934'te kabul edilen soyadı kanunu ile değişmeler olduğu için incelediğim zaman dilimlerinde isimleri kullanıldığı gibi bırakmayı, karışıklık yaratmamak için yanında parantez içinde –varsa– sonradan alınan soyadını belirtmeyi yeğledim. Örneğin Mustafa Kemal Atatürk(19) 1934 öncesinde "Mustafa Kemal" olarak yer aldı. Bu kural Nezihe Muhiddin'e uygulanmadı, metinsel tutarlılık bakımından, evlilikle değişen soyadı ayraçta belirtildi. Bu ilkeler "Dizin"de de sürdürüldü. Dizin'de şahıs isimleri hem ilk adlarına göre, hem de varsa soyadına göre iki kez yer alıyor. Bu kuralın dışına bazı kuruluş adlarında çıktım. Başlangıçta Meclis-i Millî denilen daha sonra "Büyük Millet Meclisi" adını alan Türkiye Büyük Millet Meclisi için TBMM kısaltmasını kullandım. Bir başka sorun, incelenen TKB'nin gerek beyannamesinde, gerekse cemiyetin bir dönem yayın organı olan Kadın Yolu'nda(20) ve basında yaygın olarak farklı adlarla, Kadın Birliği, Türk Kadın Birliği veya Türk Kadınlar Birliği, kimi zaman da Hanımlar Birliği olarak anılmasıydı. Bu noktada bir eşleme yapma gereğini hissederek, metinde cemiyeti kurarken kendilerine uygun gördükleri isim olan Kadın Birliği'ni ve TKB kısaltmasını kullanmayı tercih ettim, aktarılan kaynak ve alıntılarda ise cemiyetin adı, doğal olarak, kullanılan biçimiyle yer aldı.

Notlar


(1)Muhiddin'in yaşı hususunda iki farklı bilgi var. Tuncor (1996), Toros (1976) ve Oruz (1958), 1889'u doğum yılı olarak gösterirken kendisi 1893'te doğduğunu ifade ediyor (bkz. "Nezîhe Hânım Da‘vâsı", Cumhuriyet, Sayı 1226, 7 Teşrin-i Evvel 1927, 3). Yukarı
(2) Muhiddin'in roman, öykü vb. kurgu eserlerindeki edebi düzeyinin yorumu ve eleştirisi bu çalışmanın sınırlarını aşıyor. Muhiddin'in ulaşabildiğim kurgu yapıtları şunlardır: Şebâb-ı Tebâh, İstanbul, Muhtar Halid Kitabhanesi, 1327 [1911]; Benliğim Benimdir, İstanbul, Sudi Kitabhanesi, 1929; Periler Mağarası, İstanbul, Numune Matbaası, 1932; Kevser Nine, İstanbul, Anadolu Türk Kadını, 1934; Bozkurt: Küçük Mehmet'in Romanı, İstanbul, Muallim Fuat Anadolu Türk Kütüphanesi, 1934; Ateş Böcekleri, İstanbul, Hilmi Kitabevi, 1936; Bir Aşk Böyle Söndü, İstanbul, Sertel Basımevi, 1939 (2. Baskı: Bir Aşk Böyle Bitti, İstanbul, Vatan Basımevi, 1943); Avare Kadın, İstanbul, Arif Bolat Kitabevi, t.y. (1943); Bir Yaz Gecesiydi, İstanbul, Tan Basımevi, t.y. (1943); Çıngıraklı Yılan, İstanbul, Arif Bolat Kitabevi, t.y. (1943); İzmir Çocuğu (Geçen Cihan Harbi Mütareke Seneleri), İstanbul, Hilmi Kitabevi, 1943; Kalbim Senindir, İstanbul, Yeni Sabah Basımevi, t.y. (1943); Sabah Oluyor, İstanbul, Arif Bolat Kitabevi, t.y. (1944); Florya, t.y. (operet, İstanbul'da 1936'da Tepebaşı Tiyatrosu'nda sahnelendi, müziği Sezai Asal tarafından bestelendi; Taha Toros, görüşme). Yukarı
(3) Kemalizm terimini, Taha Parla'nın çok iyi açıkladığı gibi, resmi ve egemen bir siyasal ideoloji anlamında kullanıyorum. Keza Kemalistler terimini Parla'nın anılan kaynaklardaki tanımıyla kullanıyorum. Bu çalışmada, aksi belirtilmediği takdirde, Parla'nın yaptığı "Kemalizmler" ayrımını dikkate alarak, 1923-1938 tarihsel Kemalizmini referans çerçevesi olarak alıyorum. Yukarı
(4) Bu konuda nicel bir araştırma yok, ancak Tunçay tek parti döneminin ilk yarısında eğitime yüklenen siyasal propaganda işlevine ve bu doktriner yaklaşımı hoşgörmeyenlerin bulunduğuna değinir. Yukarı
(5) Atatürk inkılaplarına bağlılık ve yaygınlaştırma amaçları çoğu Kemalist kadın derneğinin tüzüğünde açıkça belirtilmiştir.. Yukarı
(6) 70 yılı aşkın bir döneme ait bu geniş literatürün ve tutum alma kalıplarının birkaç temsilci örneğini vermek için, bkz. Türk Kadın Birliği Kadın Sesi Cumhuriyetin 10uncu Yıldönümünü Kutlular, 1933; Kadın Dernekleri Federasyonu ve Gönüllü Kuruluşlar, 1983 ve İffet Halim 1933, Oruz 1986. Yukarı
(7) Afet İnan'ın bu konudaki açıklamaları şöyledir: "Türk kadınının seçim meselesi ile ilgili tarihinin üzerinde duracağım... Bu devrenin olaylarına tanık olmam dolayısıyla kişisel anlamda yer alacak, diğer taraftan B.M. Meclisi tutanakları ve kanun metinleri tarihi belgelerimizi teşkil edecektir... Türkiye'de kurulmuş olan kadın teşekkülleri diğer memleketlerde olduğu gibi, bir siyasi hak isteme ve bu bakımdan bir uğraşıma girişme yolunu tutmamışlardır. Ancak bu teşekküllerin müspet tarafı aydın kadınlarımızı bir araya toplayıp fikri bir gelişmeye vesile olmuş ve toplum içinde Kızılay gibi, veyahut diğer hayır derneklerinde toplu olarak çalışma olanağı sağlamıştır. Milletlerarası kadın dernekleriyle olan ilişkilerde siyasi haklarımızın kazanılmasına yarayacak bir çalışma olmamıştır... Kurtuluş Savaşı sırasında yine kadınlarımız tarafından siyasi hak isteği ortaya atılmamıştır." (İnan 1970). Yukarı
(8) Anılan sosyal bilimcilerin araştırmalarının yayımlandığı Kadın Bakış Açısından 1980'ler Türkiye'sinde Kadın (Tekeli 1970) yeni kadın kuşağının kimlikleri ve düşünceleri için önemli bir kaynaktır. Yukarı
(9) Bundan sonra Türk Kadını. Yukarı
(10) Bundan sonra Kadınlar Halk Fırkası'nın kurucularını "KHF kurucuları" olarak; Kadın Birliği'nin 1924'te kuruluşundan sonra ise "TKB Grubu" olarak adlandıracağım. Yukarı
(11) O dönemde soyadı kanunu kabul edilmediği için kadınların ilk isimlerinin yanına babalarının, evlendiklerinde ise eşlerinin adı gelirdi. Hanımlara Mahsus Gazete'de kadın imzalı erkek yazarların varlığı (müstear isimler) ve bunların kimler olduğu konusu ise araştırılmayı bekliyor. Yukarı
(12) Bkz. Nezihe Muhiddin, Benliğim Benimdir, İstanbul, Sudi Kitabhanesi, 1929. Yukarı
(13) N. Hikmet Banoğlu sansürlü yıllarda basının durumunu anlatır ve bu hususa değinir: "Gazetelerde çalışan ve yazanlar daimi takip altında bulunduklarından bazı gazeteler bir hilei şer'iye bulmuşlar, yazılara müstear isim koymaya başlamışlardı. Bu, hafiyelerin [II. Abdülhamid'in hafiyeleri kastediliyor] işini bozduğundan 7 Ağustos 1881 tarihinde İstanbul'da çıkan Türkçe ve yabancı dil gazetelerine şu tebliğ yazılmıştı: 'İstanbul'daki gazetelerin imzasız veya müstear adlarla mektuplar, varakalar neşretmeleri katiyen memnu olup bu resmî ilân hilâfına o suretle mektup, varaka neşrine cesaret edecek gazetelerin imtiyaz sahiplerine ilk defa tenbihat yapılacak, tekerrüründe gazetesi muvakkat olarak tatil edilecek, üçüncü defada ise gazete tamamen lağvedilecektir'". Yukarı
(14) Bu alandaki önemli bir belge, II. Meşrutiyet devrinde ve sonraları gazetecilik yapmış olan Münir Süleyman Çapanoğlu'nun (1896-1973) "Türk Basınında Nam-ı Müstearlar" adlı kitabı yayımlanmamış, "el yazısı olarak" kalmıştır. Oğlu Cem Çapanoğlu'na söz konusu el yazması kitaptan yararlanmama izin verdiği için teşekkür ederim. Cem Çapanoğlu Mart 2001'deki görüşmemizde bu kitabı yayıma hazırladığını ve Gazeteciler Cemiyeti tarafından yayımlanacağını belirtti. Kadın imzalarıyla yazan erkek yazarlara birkaç örnek verirsek: Münir S. Çapanoğlu'nun, "Pervin Safa", "Şaziye Süleyman" adlarıyla çeşitli kadın dergilerinde yazıları yayımlandı. Celal Nuri (İleri, 1881-1938), "Afife Fikret" adıyla Ati ve İleri'de yazdı. Yukarı
(15) Görebildiğim kadarıyla özgün belge olarak yalnızca Taha Toros Arşivinde Nezihe Muhiddin'in el yazısıyla yazdığı Osmanlıca mektubu ve akrabası olan Mizyal Karaçam Şengil'de orijinal bir fotoğraf bulunmakta. Ayrıca Taha Toros'un belirttiğine göre, İzmir'de araştırmacılara malzemeleri vermek istemeyen ve kendisinin yayımlayacağını söyleyen bir bayanda, aileden kalan belgeler arasında Nezihe Muhiddin'in kimi mektupları ve notları bulunuyor. Umarım bu belgeler pek yakında gün ışığına kavuşur. Yukarı
(16) Taha Toros (görüşme), Kasım 1997. Yukarı
(17) Cemal Kutay (görüşme), Şubat 2000. Yukarı
(18) Bu alıntı formatını örnekleyelim: Türk Kadını, 29: 89. Buradaki ilk rakam(lar) 1931 baskısındaki, noktalama işaretinden sonraki rakam(lar) ise 1999 baskısındaki sayfa numaralarını gösteriyor. Yukarı
(19) "Atatürk" soyadı, TBMM'de 24 Kasım 1934'te bir kanun ile kabul edildi: "'Kemal' özadlı Cumhurreisimize Atatürk soyadı verildiği hakkında Kanun'un kabulü." Bu yasanın hemen ardından, 17 Aralık 1934'te "Atatürk soyadının veya bunun başına ve sonuna söz konarak yapılan adların hiçbir kimse tarafından öz ve soyadı olarak alınamayacağına dair Kanun" TBMM'de kabul edildi. Yukarı
(20) Kadın Yolu: İstanbul'da, 16 Temmuz 1341 (1925) ile 1 Ağustos 1927 tarihleri arasında 30 sayı yayımlanan, Nezihe Muhiddin'in sahibi olduğu aylık dergi. 4. sayıdan sonra adı Türk Kadın Yolu olarak değişti ve sahipliğini Türk Kadınlar Birliği üstlendi. Görebildiğimiz kadarıyla 21. sayısından itibaren sahibi yeniden Nezihe Muhiddin oldu. Yukarı

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X