Önsöz, s. 15-30.
Bundan birkaç ay önce, düşüncelerimin nerelere kadar uzandığını gayet iyi bilen, bu düşüncelerin çoğunu paylaşan ve Darwin'in beni hâlâ cezbettiğinin farkında olan oğlum, bana üzerinde "Darwin Sizi Seviyor" yazılı bir çıkartma vermişti. Oğlumun, oldum olası hayranlık duyduğum ve kısmen de korktuğum bir ironi ve komik bir sinizm anlayışı vardır; bana gelince, böyle bir çıkartmayı arabama yapıştırmanın yol açacağı bariz saldırganlık açıkçası beni biraz huzursuz etmişti. Fakat ABD'de yirminci yüzyılın ilk yıllarına damgasını vuran saldırgan ve kitlesel bir din yönelimi dışında beni nihayetinde bu çıkartmayı arabama yapıştırmaya götüren başka nedenler vardı. Bu çıkartmanın beni en başta kendine çekmiş olan ve yirmi yıllık çalışma sonrasında hâlâ çekmeye devam eden Darwin hakkında, belki komik, en azından ironik bir şekilde sahici ve önemli bir şey ima ettiğini fark etmiştim.
İşte bunu fark ettikten sonra bu kitabı yazmadaki asıl niyetlerimden uzaklaşıp onları farklı doğrultularda geliştirmeye karar verdim. Darwin'in bilimsel teorisinin o tuhaf kültürel tarihi hakkında, nasıl birçok kültürel, siyasi ve ideolojik projeye dayanak olarak kullanıldığı hakkında kafa yormak istiyordum. Birbirine zıt ideolojik ve ahlaki konumlar alan birçok kişi kendilerini sahici Darvinciler olarak görmüştü. Yapmaya çalıştığım şeyin bir parçası (ki bu parça kitabın yazdığım şu son halinin merkezi bir yerinde duruyor), Darwin'i bazı popüler Darvinizm tasavvurlarından, özellikle de kurduğu teorinin ahlaki ve estetik değeri bütünüyle inkâr etmeyi (zira bu fenomenleri doğalcı bir şekilde açıklamaya girişir) ve herkesin birbirinin kurdu olduğu türden bir kapitalizmin en kötü veçhelerini özü itibariyle onaylamayı gerektirdiği şeklindeki görüşe karşı savunmaktı.
Genel amacım ise, başka bir yerde ortaya koyduğum bir argümanı, yani bilimsel ve felsefi teorilerin belirli siyasi ya da toplumsal konumlarla hiçbir içsel bağı olmadığı argümanını geliştirmekti. Tasavvur edildiği zaman ile yerin her türlü felsefi veya bilimsel fikre rengini vereceğini en başından teslim ederek, Darwin'in fikirlerinin daha sonradan birbirinden açık bir şekilde farklı kültürel ve siyasi konumlar tarafından nasıl da benimsendiğini göstermek istiyordum. "Darvinizm" tarihi, bir fikir başka düşünürler tarafından başka bağlamlarda benimsendiği zaman, o fikrin çok farklı şekillerde kullanılmasının muhtemel olduğuna, Darwin'in kendi bağlamından ziyade daha yeni bağlamlara cevap verdiğine ikna etmişti beni. Fikirler alanındaki bu olumsallık ya da arızilik, eski fikirlerin yeni bağlamlarda ideolojik açıdan farklı imaları yükleneceği anlamına gelir. Darwin'in fikirlerinin (ve her türlü felsefi fikrin) siyasi ve ideolojik imaları kurucu değil olumsaldır. Bir yandan, en hükmü geçen örneğimi kullanmam gerekirse, Darwin'in düşünüşü ile "bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" iktisadı arasındaki derin bağlantıya dair, özellikle de Darwin'in Malthus'u okuması üzerinden ikna edici bir argüman geliştirilmiştir (ki bu düşünce en iyi Darvinci akademisyenlerin birçoğu tarafından olumsal değil, kurucu olarak görülür),(1) diğer yandan da, onun teorisinin anarşizm ve sosyalizm gibi birbiriyle bağdaşmaz konumları desteklemek üzere kullanılmış olduğuna dair bol miktarda kanıt vardır.
Evet, Darwin'e göre bu dünya vahşi bir dünya olabilir, ama örneğin Kropotkin'e göre Darwin'in fikirleri anarşizm ve karşılıklı yardımlaşma için güçlü bir teorik zemin sunuyordu. Darwin'in teorisinin yönelimi açısından anarşist olarak yorumlanmasının doğru olduğunu söylemeye çalışmıyorum elbette, ama zeki anarşistler tarafından kullanabileceğine hiç şüphe yok ve kullanılmıştır da. Açıktır ki Darwin'in kendi deneyiminin siyasi bağları teorinin gelişimi için önemlidir ama teorinin "temeline yerleştirilmiş" değildir, zira bu teori kültür boyunca ve gelecek kuşaklara doğru serbest ve gelişigüzel bir şekilde dolaşmıştır. Yakın zamanlardaki bazı mükemmel biyografi yazarlarının yaptığı gibi, Darwin'i kendi toplumsal, kültürel ve siyasi bağlamının özgüllüklerini kavrayarak anlamayı faydalı bulabiliriz, fakat başka Darwin versiyonlarını anlayıp tanımak için de sonraki teorisyenlerin bağlamının özgüllüklerini anlamamız gerekecektir.
Oğlumun verdiği çıkartmanın projemde yol açtığı sapma elbette ilk başta niyetlenmiş olduğum Darwin kullanımları üzerine düşünme tasarısıyla yakından bağlantılı. Bana çıkartmanın en ilginç imaları olarak görünen meselelere yönelik olarak bu kitabın ana düşüncesini oluştururken, kendimi Darwin'in teorisinin kültürel yorum açısından gerçekten nasıl da esnek olduğunu (özellikle de İkinci Bölüm'de yapmaya çalıştığım gibi) göstermek zorunda hissediyorum. Ama Darwin yorumlarının tarihi, kendi amaçları uğruna Darwin'i yanlış yorumlayan bir dizi entelektüelin tarihi değildir. Daha ziyade, bu entelektüellerin neredeyse hepsi, Darwin'in yazılarında kendi konumlarına cevaz verecek iddiaları meşru bir şekilde bulmuşlardı (neredeyse ideolojik imkânlar için İncil'in halen didik didik edilmesi gibi; gerçi Darvinciler Darwin'in teorilerini gitmek istedikleri yere götürürken onun düşüncesinin bütün bağlamı içinden düşünme konusunda çok daha dikkatliler). Bir başka deyişle, örneğin Kropotkin, Darwin'in "varolma mücadelesi" teorisinde "dişleri ve pençeleri kana bulanmış doğa"dan ziyade "yardımlaşma"nın esas olduğu konusunda önemli kanıtlar bulurken sağlam temellerden yola çıkıyordu. Darwin'in gerçekten yazmış oldukları, neredeyse geliştirilmiş olan yorumların tümünü en azından kısmen haklı çıkarmaya elverişlidir.
Ama çekişme dolu bugünlerde Darwin üzerine çalışırken, tarihin üretmiş olduğu az ya da çok meşru Darwin yorumlarını Weberci bir tarafsızlıkla kayda dökmek için gerekli olan akademik uzaklığı muhafaza etmek bana bilhassa zor geldi. Aslında bütün bilgilerin tarihsel açıdan olumsal olduğunu, ama aynı zamanda bilginin (her ne kadar daha sonra başka olumsallıklara tutturulsa da) kendisini ilk baştaki olumsallıklardan kaçınılmaz olarak kurtaracak şekillerde yayıldığını düşündüğüm için, Darwin'de yine başka bir dizi kültürel ima buluyor olmam beni rahatsız etmiyordu. Asıl sorumluluğumun Darwin'in gerçekten yazmış olduğu şeyleri taltif etmek olduğuna inanıyordum. Bu kitabın genel argümanının bir parçası da, herhangi bir Darwin yorumunun Darwin'in kendi sözlerine ve onun yaşamı ile çalışmalarında bulunabilecek kanıta karşı böyle bir sorumluluğu olduğudur. Olumsallık olgusu, teorinin ya da bilginin geçerliliğine dair şu veya bu şekilde bir iddiada bulunmaz. Olumsallıktan kaçmanın hiçbir yolu yoktur ve her ne kadar eleştiri eğilimi, olumsallık keşfedilir keşfedilmez teorinin geçerliliğinden şüphe edileceğini varsaymak olsa da, olumsallığın her bilginin koşulu olduğunu ve aslında o bilgiyi geliştirme imkânına cidden katkı sağlayabileceğini ileri sürmek istiyorum. Darwin'in olağanüstü derecede yaratıcı ve faydalı olan teorisi, bilimsel çalışmasının güçlükleri ile kültürel varlığının baskıları içinden doğarak gelişmiştir.
Bugünlerde ideolojik bir çatışma içine düşmeden Darwin'in teorisinin imaları hakkında iddiada bulunulabileceğini düşünmek saçma olur. Bugün ABD'de insanları ayağa kaldırmadan "Darwin" sözcüğünü telaffuz etmek bile neredeyse imkânsızdır. Darwin, Türlerin Kökeni Üzerine'nin yayımlanmasından yüz elli yıl sonra bile hâlâ New York Times'ın ilk sayfasına çıkabiliyor. Türlerin Kökeni'nin okunmasını mecburi tuttuğum bir dersteki kadın öğrencim bana bir gün, metro yolculuğunda Darwin'i okurken kitabın kapağını örtmek zorunda kaldığını, çünkü evrim teorisine ve Darwin'e düşman olan insanlar tarafından sık sık taciz edildiğini söylemişti.
Darwin ve onun fikirlerinin düşünsel tarihi hakkında yazarken kendimi giderek rahatsız halde bulmamın tek sebebi, evrim teorisine dair alışılmış Amerikan direnişleri değildi – bu sadece bir teori, denir ve okul yönetimleri kendilerini kurtarmaya çalışır. "Akıllı tasarım"ın (şöyle böyle) bilimcileri arasındaki daha ince tezahürleri ile birlikte gözü kararmış Darwin karşıtlığı, kamusal yaşamlarımızın hemen hemen her yerine sirayet etmiş olan korkutucu dinsellik ve özellikle de köktendincilik dalgasının semptomundan ibarettir şu an. Darwin'in gerçekten ne söylemiş olduğu konusundaki cehaleti bir kenara bırakırsak, bu fiili patlamanın önemli bir kısmının, birçok kişinin modern Batılı toplumun yurttaşlarına sunduğu gerçek bir manevi boşluk hissi olduğunu iddia ettiği şeye karşı bir tepki olarak ortaya çıktığını fark ettim. Akıl, bilim, ampirik doğrulama, teknolojik zaferler (ve korkular), "anlam"a dair neredeyse evrensel bir özlem gibi görünen şeyi tatmin etmeye yetmemiştir. Dünya, kendi doğal benliğinin yanı sıra, başka bir şey ifade etmelidir. Açıklama, rasyonel meraktan başka bir şeyi tatmin etmek, bir anlama, bir ahlaki düzenlemeye, doğal dünyanın rahatsız edici olumsallıklarının ötesindeki nihai bir adalete işaret etmek zorundadır.
Ben ise, Darwin okumayı en başta heyecan verici, büyüleyici bir deneyim addeden biri olarak yazıyorum.(*) Türlerin Kökeni, bana dünyanın kapılarını açan, dünyayı anlamla dolduran, bende doğal dünyaya dair bir hayret ve büyülenme hissini esinleyip yoğunlaştıran kitaplardan biridir. Yıllar boyunca Darwin hakkında bir şeyler duyduktan sonra, Türlerin Kökeni'ni kişisel sıcaklık, muazzam bir şevk, hayret ve heyecanla dolu, ama elbette olguları doğru bir şekilde elde etmeye, kesinlik, doğruluk ve açıklıkla "tek ve uzun bir argüman" kurmaya yönelik bütünsel (ve etkileyici) bir bağlılığın bu heyecanı kontrol altına aldığı bir kitap olarak görmüştüm. Max Weber'in, bilim ve bilimsel açıklamanın gelişmesiyle, bütün doğal fenomenlerin bir gün rasyonel ve doğal bir şekilde açıklanabileceği inancıyla birlikte doğan "büyüsüzleşme"nin bir sonucu olduğunu ileri sürdüğü "manevi boşluğun" benim gözümde pek de Darvinci bir temeli yoktu.
Darvinci açıklamanın yaşamı zenginleştirici enerjilerine karşıt olarak, manevi boşluk hissinden kaynaklanan (büyük ölçüde Darwin karşıtı ve örtük olarak bilim karşıtı) yeni dinselliğin neredeyse her şekilde tehlikeli olduğunu düşündüm. Bu dinsellik kendisini yeterince açık bir şekilde yirminci yüzyılın sonlarındaki tapınmacılıkta göstermiş ve şimdilerde çağdaş iletişim araçlarından istifade etmek için akıllıca ve stratejik bir şekilde geliştirilen, yeni yüzyılın korkutucu köktenciliklerinde siyasi ve finansal iktidarla birlikte yeniden ortaya çıkmıştır. Dünya Ticaret Merkezi'nin başına gelen köktenci felaket, en azından bana, Aydınlanma emelleri içinden doğan Amerikan anayasasının temelindeki demokrasi ve özgürlük yapılarını hızla ve şiddetli bir şekilde aşındırıyor gibi görünen köktenci bir yanıta yol açtı. Bu emellerin ne gibi kusurlarla malul olduğunu ve gerek Batılı olmayan kültürleri gerekse Batılıların manevi ihtiyaçlarını kabul etmede yetersiz kaldığını anlamış olsak da, köktenci alternatifler de besbelli ki felaketten ibarettir.
Darvinizmin kültürel ve ideolojik kullanımlarının tarihi kısmen, yüz elli yıl boyunca kültürün ve çok sayıdaki ciddi entelektüelin, Darwin'in teorisinin soyut bir okumasının ima edebileceği bir sorunu, dünyanın potansiyel olarak anlamdan arındırılması sorununu nasıl ele aldıklarının tarihidir. Darwin'in teorisinin neredeyse bütün kültürel istismarlarında söz konusu olan şey anlam ve değer sorunuydu: Doğalcı bir şekilde tasvir edilen dünya, ahlaki, estetik ve toplumsal değerlere bağlılığı sağlayabilir miydi? Nitekim "Darwin'in kullanımları" üzerine tasarlamış olduğum kitap, on dokuzuncu ve yirminci yüzyılda bilim doğalcı açıklamanın menzilini genişletirken modernlikteki "büyülenme"nin kaderi hakkında düşünmeye dönüştü.
Bu durumda, Darvinci doğalcılık perspektifinden bakarak, rasyonel, bilimsel açıklamaya düşkün rasyonelleşmiş bürokratik bir toplumun (tıpkı modern kapitalizmdeki toplumlar gibi), anlamı ve değeri dünyadan kaçınılmaz olarak defettiğine inanan Max Weber' in son derece güçlü ve ikna edici bir şekilde biçim verdiği büyüsüzleşme anlatısını yeniden düşünmeye karar verdim. Böyle bir kapı dışarı etme bugün hepimizi tehdit etmekte olan akıldışılık, yerelcilik (provincialism) ve şiddet patlamasının en azından kısmen de olsa sorumlusu gibi görünüyor. Darwin'in bizleri bütün bunlardan kurtarabileceğini düşünecek kadar çıldırmadım tabii ki, fakat onun hakkında ve bu yeni antiseküler fenomen hakkında düşünürken, yaklaşık olarak yirmi yıldır okumaya devam ettiğim Darwin'in, tamamen sekülerleşmiş bir dünyada değer ve anlam imkânı lehine bir argümana merkez alınabilecek mükemmel bir şahsiyet olabileceğini fark ettim. Bu kitapta kendimi onun diline, fikirlerine ve hatta bir ölçüde hayatına dayanarak bir başka Darwin "kullanımı"na, bir başka yoruma hasrettim. Tıpkı bütün diğer yorumlar, diğer bütün kullanımlar gibi, burada sunacağım "Darwin" de tarihsel ânın olumsallığından doğuyor, ama söylemiş olduğum gibi, olumsallık olgusunu argüman ve yorum için bir engel olarak değil bir yardım olarak görüyorum.
Darwin büyüsüzleşme anlatısında hayati bir şahsiyet olmuştur elbette, fakat benim onu okuma deneyimim en başından beri bütünüyle büyüleyici olmuştu. Bu kitapta, daha kesin ve faydalı bir şekilde, Türlerin Kökeni'ni soluk bile almadan ve dikkatimin tümünü vererek ilk okuduğum zaman karşılaştığım ilham ve heyecan verici Darwin'i bulabilmek için onun düşüncesi ve çalışmasını baştan başa süzmeyi öneriyorum. Nesrinin ve tasvir ettiği doğal fenomenlerle olan ilişkisinin –burada biraz duygusallaşmama izin verin– doğaya ve bu dünyaya dair yoğun bir sevginin tezahürleri olduğunu öne süreceğim; oğlumun biraz sinik çıkartmasını, bu çıkartmayı üreten zeki mucitlerin –her kimseler artık– düşündüklerinden çok daha ciddi ve çok daha önemli bir şey olarak görmüş olmamın sebebi de budur.
Şu halde benim derdim, angaje bir sekülarizm modeli olarak, sekülarizm ve doğalcılığın büyü bozan bir yavanlığı beraberinde getirmek zorunda olmadığının kanıtı olarak seçici bir şekilde okunmuş bir Darwin ortaya koymak. Her ne kadar tarihsel Darwin'i biraz süzgeçten geçirmeyi gerektirecek olsa da, baştan aşağı, köklü bir şekilde seküler, ama aynı zamanda duygusal, estetik ve ahlaki açıdan büyüleyici bir vizyon için, kusursuz olmasa da potansiyel bir model olarak Darwin'e bakmayı haklı çıkaracak pek çok kanıtın olduğuna inanıyorum. Önerdiğim "süzgeçten geçirme" işlemi, onun temel iddialarından bir yolunu bulup kurtulmak ya da eserleri ve düşüncesindeki kimi unsurları es geçmek, burada temsil etmeye çalıştığım model ile gerilim içinde olan öğeleri görmezden gelmek için tasarlanmış değil. Tek yapmak istediğim şey, Darwin'in hayatı ve yazılarındaki belli veçhelere, yazılarına süzülen belli kişisel özelliklere ve özellikle de mecazi ve insanbiçimci stratejilerine dikkat çekmek.
Yetersiz alternatiflere –dünyayı aşkınsal ifadelerle açıklayan ve bu dünya deneyimini aşkın dünya deneyimi karşısında ikincil kılan dinsel görüş, ya da biyolojiyi salt mekanizmaya indirgeyen doğalcı görüş– karşıt olarak, benim önerim, dünyanın nasıl işlediği ve insanların şu anki hallerine nasıl geldikleri konusunda mutlak bir şekilde doğalcı bir bakış açısına sahip olsa da, insanın dışındaki doğada "öteki dünya" değerlerine karşı dünya dostu bir alternatif sunabilecek enerjiyi, çeşitliliği, güzelliği, aklı ve hassasiyeti bulan bir Darwin.
Darwin'in diline yönelik edebi bir dikkat, bizatihi doğanın ötesine asla geçmesi gerekmeyen bir büyülenme imkânını ortaya koyar. Elbette Darwin'in dünyasında ve hatta onun en aşırı, en katı şekilde doğalcı olan takipçilerinin dünyasında, geride yeterince "gizem" bulunmaktadır (gerçi karşılaşıldıklarında genellikle "sorun" haline gelir bunlar). Fakat ben burada, Keats'in "negatif kabiliyet" mefhumunu tersine çevirip yeniden kullanmak gerekirse, bütün gizemlerin sorundan çözüme doğru ilerlediği (nihayetinde imkânsız) dünyada bile büyülenmiş halde kalabilecek olan bir tavır, bir düşünme ve hissetme hali arıyorum. Belirsizlikler olmaksızın büyülenmiş olmak, kesinlik içinde sabırlı olmak, doğal terimlerle açıklanabilir bir dünyayı gizemlerle yüklü bir dünya kadar heyecan verici bulmak – Darwin'in hayatını ve çalışmalarını sürükleyen doğalcı ideal budur işte. Bu kitabı yazmaya girişmemin ardında da bu ideal yatıyor.
Bir başka deyişle, büyülenmenin bize verdiği manevi sevinçlere ancak bir tür erekselliği ve ilahi yaradılışı yeniden kurabildiğimizde ulaşabileceğimizin iddia edildiği bu dünyada bile Darvinci büyülenmenin işbaşında olduğunu öne sürüyorum. Hal böyle olunca, öncelikle Darwin'in ne kadar farklı şekillerde kullanıldığının ayırdında olarak, diğer kullanımlardan daha tarafgir ve çarpıtılmış olmayan, en az kendisinden öncekiler kadar geçerli ve itiraf etmem gerekirse, onlardan çok daha sağlıklı bulduğum bir başka kullanım daha önermekte kendimi özgür hissediyorum. Nitekim bu kitabın argümanı da, bilimin asıl açıklayıcı sözcü görevini sürdürdüğü ve derin duyguların rasyonellikteki erdemlerin biçimini değiştirdiği seküler bir dünyada büyülenme imkânına dair bir argümana dönüştü.
Ama bazen Darwin'in yazılarındaki duygusal nitelik ile doğal dünyayla olan ilişkisi ve ayrıntılı doğalcı argümanları arasında bir gerilim vardır; ben de kendi alternatif Darvinci anlatımım için yeterli kanıtlar ortaya sermek üzere, onun düşüncesinde ve hayatında büyüsüzleşme anlatısına onay verir gibi görünen öğeleri doğrudan ele almayı gerekli gördüm. Bir kere, Adrian Desmond, James Moore, Janet Browne ve Robert Young gibi bilim tarihçilerinin bizlere son yirmi-otuz yıldır sunmakta oldukları, fevkalade bir şekilde tarihsel bağlamına oturtulmuş Darwin'i tanımak zorundaydım. Fakat Darwin'in teorisi ile kültürel argüman arasındaki ilişkinin anlatısını yeniden okuma ve yeniden yazma projem, dar anlamda tarihsel değildir. Bilimsel düşüncenin tarihsel olarak bağlamına oturtulmasının son derece önemli bir faaliyet olduğuna inanıyorum, ama benim burada hedeflediğim şey bu değil. Darwin'i kendi tarihsel ânı içinde görerek, ama aynı zamanda yaptığı şeylerin o anın sınırlarını nasıl aştığını da anlamaya çalışarak onu deyim yerindeyse yeniden icat etmenin bir yolunu aradım bu kitapta. Bu kitabı Darwin'i olumsal ve tarihsel varlığının bütün o karmaşıklığı içinde temsil ettiğim yanılsamasına kapılarak yazmadım ve Desmond, Moore ve Young gibi mükemmel düşünce tarihçilerinin küçümsediği aziz biyograficilerinin saflarına katılmış gibi mi görünüyorum diye de huzursuzum doğrusu. Bu kitap bir azizin hayatı ve eserlerine dair bir kitap gibi görünüyorsa, işlevini yerine getirmiyor demektir. Bu kitap boyunca, Darwin'in düşüncesi ve hayatının, önyargıları ve varsayımları çoğu zaman son derece itici olabilen kültürel bir bağlamın içine derinden yerleşmiş olduğunu ve aynı zamanda, onun eserlerinde sevgiden yoksun ve sevilmeye değmez pek çok argüman olduğunu da açık hale getirmeye çalışıyorum. Dile getirmeye çalıştığım iddianın bir parçası da şu (ki bunu en dolaysız şekilde cinsel seçilim hakkındaki bölümde ortaya koyuyorum): Darwin'in fikirleri, kültüründeki varsayımların ve değerlerin içine tamamen çekilmiş olmasından doğarak gelişmişti. Bu fikirler su götürmez bir şekilde tarihseldir, tarihsel kurgulardır ve doğdukları ânı aşarak yaşamaya nasıl devam ettiklerini düşünmeye de ancak tarihselliklerini göz önünde bulundurarak geçebilirim.
Bu kitapta, üzerinde odaklanmakta olduğum Darwin'in eksiksiz, tarihsel Darwin olduğunu ya da benim en çok değer verdiğim erdemlerin Darwin'in de en çok üzerinde durduğu erdemler olduğunu ima etmeye çalışmıyorum. Üzerine basa basa iddia etmek istediğim şey ise, tartıştığım Darwin'in gerçekten orada olduğu ve ona kulak verilmesi gerektiğidir. Karmaşık, Viktorya dönemine bağlı, üst sınıfa mensup bir beyefendinin az çok ırkçı ve cinsiyetçi vizyonundan, William Connolly'nin "tanrıcı olmayan bir büyülenme" adını verdiği modelin ana hatlarını süzüp çıkartmaya çalıştım. Dünya, yaşanacak kadar büyük bir yerdir. Darwin, ne olursa olsun, bütün o acıları, hastalıkları, kayıpları ile birlikte yeryüzünü ve hayatını tasvir etmeye adadığı doğal dünyayı sevmişti; onda bir değer ve anlam bulmuştu; dünyanın en üstün başarısı olarak gördüğü insani değer hissinin, maddi yeryüzünden doğduğunu ileri sürmüş ve bu kaynağın söz konusu hissi küçültmediğine, aksine yücelttiğine inanmıştı. İşte ben de bu anlamda kendimi gerçek bir Darvinci sayabilir ve Darwin'in sizi sahiden sevdiğini söyleyebilirim.
Bu kitabı kaleme alıp en çok ihtimam gösterdiğim Darwin'i temsil etmeye çalıştım, çünkü tutkulu, dünyayı seven bir sekülerliğe, doğanın ve kendi doğalarımızın işleyişlerinin anlaşılmasına kendimizi adamaya ihtiyacımız var. Tarihçilerin kendisinde bulmakta olduğu bütün o zaaflar ve sınırlarla birlikte Darwin, bütün bu şeyler hakkında bizlere sağlam bir şekilde, dürüstçe ve duygularını elden bırakmadan konuşan o büyük şahsiyetlerden biri olarak öne çıkıyor. Darwin'e (ya da en azından onun kimi yönlerine) dair yakın bir okuma, aklın ve duygunun harmanlanması imkânına, bilimin potansiyel insanlığına elimizi uzatmamızı ve doğanın sıradan hareketlerindeki hayret edilecek özellikleri anlamamızı sağlayabilir.
Bu projenin yetişkinliğimin büyük bölümünde üzerinde çalıştığım Viktoryenizmin etkisini taşıdığının farkındayım. Bana kalırsa bunun kötü bir şey olmadığı çok açık. Sekülarizm ve bilimin yol açtığı sarsıcı haberlerle karşı karşıya kalan pek çok Viktoryen, yalnızca dinin sağlayabileceği zannedilmiş olan değerleri muhafaza etmenin yollarını aramıştı. Bu projeleri, dini değerleri doğrudan doğruya seküler bir dünyaya aktarabileceklerine olan inançlarının (şimdi aşikâr olan) naifliğinden kaynaklanıyordu – Pozitivistler, George Eliot'ın hayran olduğu ama üyesi olamayacağı kadar zeki olduğu bir nevi kilise kurmuşlardı aslında. Her halükârda, bu proje suya düşmüş olsa da, bana göre seçkin bir şekilde başarısızlığa uğramıştı. Eğer George Eliot bunu başaramamışsa, eğer John Stuart Mill başarılı olamamışsa, ben de pek ileriye gidebileceğimi ummuyorum elbette. Fakat bu konu elden öyle kolaylıkla bırakılamayacak kadar önemli bir konudur. Boğazı günbegün sıkılıyor olsa da sekülerlik ölmüş olamaz. Benim kendi deneyimimde sekülerlik, içinde yaşanabilir bir doğanın koşulu olmuştur. İnançlı bir Katolik olan Charles Taylor'ın şu sözlerine tamamen katılıyorum: "Sekülarizm modern demokrasi için isteğe bağlı bir ilave değildir; onun mümkün olan tek halini yürütmekten başka seçeneğimiz yoktur."(2)
Siyasi olarak hayatta kalmanın gereklilikleri bir yana, burada bir başka sekülarizm imkânını vurgulamak istiyorum: Weber'in "rasyonelleşmiş" bir dünyada mümkün olamayacağını iddia ettiği hayret ve neşe deneyimi. Kuş gözlemleme sahasında –ki elimden geldiğince kuşları seyretmeye çalışırım– ve Darwin'i okurken, dünyanın anlamla dolu olduğunu, son derece etkileyici ve harikulade olduğunu hissettim (dünyanın zaman zaman ürkünç ve tehlikeli olduğunu da söylemeden geçmeyelim). Darwin bana bunun hakkında çok şey öğretmiş ve benim için seküler bir büyülenmeye doğru nasıl ilerlenebileceğini gösteren bir model haline gelmiştir: kuşları ya da Doğu Arizona'nın sarp kayalıklarının karşısında günün ağarışını, Maine'deki kayalık sahillerdeki gelgitleri, bir bebeğin insanın kalbini durduracak bir hızla büyümeye, etrafındaki nesneleri, insanları tanımaya, konuşmaya, dengeli bir şekilde hareket etmeye başlama ve kendi ayakları üzerinde duran bir kişi haline gelme sürecini seyretmenin verdiği olağanüstü neşeyi, bu dünyanın sahiden de büyülü bir yer olduğuna ilişkin bir kavrayışa tercüme eden bir model.
Bu dünyaya bağlı olmamızın –sadece kuş seyretmekten keyif alan kişiler için değil– ahlaki ve toplumsal açıdan önemli olduğuna inanıyorum ve bu noktada, Jane Bennett'ın elden bırakmak istemediğim The Enchantment of Modern Life (Modern Hayatın Büyüleyiciliği) adlı kitabındaki argümanlara değer vermeye başladım. Bu dünyaya özen göstermemiz önemlidir, kendi kontrolümüzün dışında olan o kayıtsız dünya bize yabancı değildir. Farklı, çeşitli ve umulmadık yaşam biçimlerine değer vermenin bir yolunu bulmamız önemlidir ve bu yolu ararken de her yaşam biçiminin yeryüzündeki nimetler üzerinde meşru bir hakkı olduğu konusunda anlaşabilmeliyiz. Ama bu tür büyülenme anları bizleri modern yaşamın acılarından kısa bir süreliğine de olsa kurtardığı için değil, neşeye kapıları açtığı ve böylece dünyadaki hayatı oluşturan bütün o korkunç şeylerle –rasyonelleşmiş bürokrasilerin verdiği sıkıntılar bir yana, bombalar, katliamlar, tecavüzler, korkutucu derecede etkili yalanlar ve bazı insanların Darwin'in bize yegâne armağanı olduğunu zannettiği vahşi dünyadaki mücadelenin olağan zorluklarıyla– olan ilişkilerimizde bize yardımcı olduğu için önemlidir. Önemlidirler, çünkü bizleri farklılıklarımız konusunda yumuşatabilir, farklılık içinde yaşamanın gerektirdiği uzlaşıya erişmek için bakış açılarımızdaki mutlaklığı feda etmemizi sağlayabilirler. Dünyada yaşanan korkunç olayların farkındayız; dolayısıyla, çoğu zaman kendini mahvetmekle ve bizleri tehdit etmekle meşgul gibi görünen dünyaya özen göstermenin bir yolunu bulmamız her şeyden daha önemlidir. O halde, Darwin gibi bir şahsiyette, dünyaya olan tutkusunun her şeyi görmeye, aklının alacağı kadar şeyi bilmeye ve bildiklerini bizlere anlatmaya sürüklediği birini görebilmemiz önemlidir.
Bundan dolayı, "Darwin Sizi Seviyor" lafı oğlumun bana çıkartmayı gülümseyerek verdiği zaman kapıldığına emin olduğum ironilerin ötesinde benim için gayet ciddi bir nitelik taşıyor. Bu belki de fazla akademik kaçabilecek bir kitap için riskli bir başlık; zira başlığın kendisi, ironileri ve mübalağalarıyla, yirmi birinci yüzyılın yurttaşlarına son derece önemli bir şey söylüyor. Ben bundan eminim.
Bundan sonraki bölümlerde Darwin'in yazıları ile hayatındaki önemli olaylar arasında gidip geliyorum. Darwin'in büyük eserlerinin diline işlemiş duyguyu anlayıp tanıma girişiminde, bu eserlerin tarihsel ve Darwin'in hayat öyküsündeki bağlamını bilmenin önemli olduğuna inanıyorum. Bir insan olarak Darwin hakkında konuşurken ise, onu bir kahraman ya da bir aziz gibi sunulacağı bir anlatı içine yerleştirmeyi amaçlamıyorum. Diğer yerlerde de olduğu gibi, hayatının ve çalışmalarının öyle kahramanvari nitelikler taşımayan, kültüre bağlı mahiyetini vurgulamak istiyorum. Bir insan olarak Darwin hakkında yapılan çalışmaların neredeyse tümünde, esas olarak hoş bir adam olduğu belirtilir (gerçi yakın zamanlarda yayımlanmış biyografilerde karakterindeki zaaf ve sınırlara da işaret ediliyor), bense dünya-tarihsel önemi olan bir kişi hakkındaki bu nispeten alışılmamış olguya aşırı dikkat çekmek istemiyorum. Bununla birlikte, kişisel hayatındaki bazı veçheleri tartıştım; çünkü genel argümanım, derin duyguların ve şeylere dair bir değer hissinin bilimsel "mesafe" ve "rasyonelliğe" eşlik etme imkânını da beraberinde getiriyor. Faal bilimciler, bedeli her ne olursa olsun bilginin peşinden delicesine koşan, bilgi uğruna başka yaşamları riske atabilecek ve zekâ ile ahlaki angajmanı birbirinden bütünüyle ayrı tutan bilimciye dair bir kültürel karikatür karşısında kendilerini aşağılanmış hissederler muhtemelen. Darwin'in konusuna olan tutkusu, ona olan "aşkı", "organizmayla duygusal bir bağ kurması" ya da incelemekte oldukları doğal fenomenlere derin bir kişisel yatırımda bulunması gereken bilimciler arasında pek de alışılmamış bir şey değildir. Fakat Darwin'e gelirsek, teorisi için kanıtların ve argümanların peşinden amansızca koşmasının bu işe yaptığı tamamen insani ve kişisel yatırımın daima bir parçası olduğunu, bu çabanın en derin etik ve kültürel bağlılıklarıyla her zaman yakın bir ilişki içinde olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Her bölümün belli bir bağımsızlığı olsa da, bunların her birinin, en çok sevdiğim yazarı alıntılamam gerekirse, "tek ve uzun bir argüman"ın birer parçası olmasını istedim. İlk bölümde, "büyüsüzleşme" fikrine özellikle dikkat çekerek kitabın ana düşüncesini kurmaya çalışıyorum. Bu bölüm Darwin hakkındaki kilit nitelikteki toplumsal tartışmalardan bazılarını tanıtıyor, Darwin'e yöneltilen ana suçlamaları ortaya sermeye girişiyor ve bir yandan "büyüsüzleşme" sorununu açıklarken, diğer yandan da bilimsel olarak açıklanabilir bir dünyada "büyülenme" imkânını olumlayan bir karşı argüman öneriyor. "Sizi seven", büyülenmiş bir Darwin'e dair makul bir görüş oluşturmak için, İkinci Bölüm'de Darwin'i yeniden yorumlamama karşı, onun çalışmalarında sadece kültürel önyargıların kanıtlarını bulan ya da örneğin öjeniye, "bırakınız yapsınlar" iktisadının en zalim versiyonunu örtük bir şekilde onaylamaya veya Sosyal Darvinizme gidebilecek fikirleri vurgulayan, bulabildiğim argümanların çoğunu gözden geçiriyorum. Ayrıca, Weber'in teorisine kanıt sağlayabilecek bir şekilde, bütünüyle rasyonalist, bilimsel bir konumun tamamen yeterli olduğu üzerinde ısrarla duran Richard Dawkins gibi bir bilimcinin/eleştirmenin bakış açısını da tanıtıyorum. Ardından, Üçüncü Bölüm'de, Darwin'in teorilerine "bırakınız yapsınlar" iktisadının dışındaki konumları savunmak için çoğu zaman nasıl başvurulmuş olduğundan bahsediyorum. Bu bölümün önemli olmasının başka sebepleri de var, ama şunun altını çizmek gerekir ki Darwin'in teorisinin belirli yönleri sayesinde, sağlam ve ilginç ama aynı zamanda ideolojik bakımdan farklı konumların nasıl alınabildiği bu bölümde açıklanıyor. Dördüncü Bölüm, ideolojik imalarına gerek bilimcilerin gerekse kültür eleştirmenlerinin sık sık meydan okuduğu konumlar olan sosyobiyoloji ve evrimci psikoloji hakkındaki modern çekişmelere özel bir dikkat göstererek tartışmayı devam ettiriyor. Tam olarak evrimci biyolojiye ait olanlar dışında, bundan önceki hiçbir "kullanım" Darwin'in kendi argümanlarına bu kadar özbilinçli bir şekilde dayanmamıştı. Bunlar Darwin' in teorisini insanlık durumunun ve insan davranışının açıklanmasına kadar genişleten şimdiye kadarki en cüretkâr girişimlerdir ve dolayısıyla "büyüsüzleşme" anlatısının en bariz ve en tehdit edici uzantılarıdır. İnsan zihnine, davranışına ve kültürüne dair kasıtlı olarak indirgemeci bu yorumlarla uğraşmadan, Darwin'in "büyülenme" güçleri hakkında makul bir şekilde konuşmaya başlamak mümkün değil.
Darwin'in fikirlerinin büyü bozabilen veçhe ve kullanımlarını vurgulayan bu bölümleri geçtikten sonra, dünyaya büyüsünü yeniden kazandıran Darwin'e dair bir görüş oluşturmak için bir ön adım olarak, sonraki bölümde Darwin'in yaşamöyküsündeki bir âna bakıyorum. Nihayetinde teorisine varacak olan perspektifinin gelişmesinin bir kısmını izlerken ve belki de hayatındaki en derin duygusal kriz olan, on yaşındaki kızı Annie'nin ölümüne ışık tutarken, rasyonel ve görünüşte şiirsel olmayan mizacı ile biliminin son derece kişisel kullanımları arasındaki bağlantının altını çizmek istiyorum. Burada, onun bilimsel içgüdülerinin hayatındaki büyük krizlerin önemini hiç de azaltmadığı (ya da bu içgüdülerin dikkatini bu krizlerden uzaklaştırmasına sebep olmadığı) üzerinde bilhassa durarak, dili, hayatı ve teorisi arasındaki bağlantıları dolaylı olarak anlatmaya çalışıyorum. Altıncı Bölüm'de, ana teorilerinden biriyle ilişkili olarak argümanın bu yönü geliştiriliyor. Burada, Darwin'in kendi kültürünün üzerinde düşünülmeyen teamül ve varsayımlarını neredeyse tamamen paylaşmasının, düşüncesinin niteliği ve geçerliliğini zayıflatmadığını; bilakis, cinsel seçilim teorisini üreten yaratıcı ve düşünsel bir çalışmanın koşulu haline geldiğini göstermeye çalışıyorum. Dilinin hissi mahiyetine, hayatın, duyguların ve kişisel, kültürel angajmanın teorisinin gelişiminde nasıl işlediğine en dikkatli şekilde nihayet Yedinci Bölüm'de bakabiliyorum.
Ve bu son bölümde, Darwin'de derin bir şekilde insani olan, değer ve duygu ile yüklü ve aynı zamanda tamı tamına dürüst olan bir bilme şekli bularak, onun bilimsel sekülerliğindeki büyüleyici güce dair en kapsamlı görüşümü ortaya koyuyorum. Darwin'in nesrinde, bilim dünyasında ve ideoloji dünyalarında (tabii bunlar birbirinden ne kadar ayrılabilirse) önem taşımayı sürdüren düzanlamlardan fazla bir şey bulmaya çabaladım. Darwin'in mecazları, nesri, duygusal enerjisi ve zevkleri benim gözümde en az teorileri kadar önemli. Gillian Beer'e katılıyor ve aslında bu mecazların ve cisimleştikleri retorik yapıların, nesrinden gayet adilane bir şekilde çekip çıkarılan teorilerine derinden biçim verdiğine inanıyorum. Büyülenmiş bir Darwin'e dair ortaya konacak argüman bu tür şeyler üzerine bina edilmelidir; bu can alıcı girişim için en azından yeterli bir ilk adım attığımı ve o nükteli, ironik çıkartmayı daha ciddi, daha inanılır ve her şeyden önce daha faydalı bir şeye dönüştürebilmiş olduğumu umuyorum.
Notlar
(1) Gregory Radick, konu hakkındaki ilginç ve etkileyici bir makalesinde, "ayrılmazlık" adını verdiği, bir argümanın gelişimini yönlendiren olumsal koşulların o teoriden ayrılamayacağı tezi lehine bir iddia ortaya atıyor. Demek ki Malthus ile Darwin'in doğal seçilim teorisi arasındaki bağlantı bu teoriye içkindir. Mantıksal açıdan bakıldığında, bu argüman gayet ikna edicidir ve belirli anlamlarda doğru olmalıdır. Diğer taraftan, aslında pek çok düşünürün doğal seçilimi Malthus'tan ayırmış olduğu da tarihsel bir olgudur. Bunun şüphesiz doğru yorumu, bu tür doğal seçilim kullanımlarının bazı önemli açılardan gerçekten Darvinci olmadığıdır. Ama ben bu düşünürlerin pek çoğunun yine de Darvinci olduklarını iddia ettiğini söylemeye çalışıyorum. Üstelik bir başka sorun daha var. Radick haklı olarak, modern evrim teorisyenlerinin bugün teoriyi şöyle kavradıklarını söylüyor: "Kaynaklar kıt olsa da olmasa da seçilim olur. Önemli olan tek şey, nüfus dahilinde uygunluk (fitness) farkları olmasıdır." Bu kitabın sorusu, doğal seçilime dair yeni anlayışın Darvinci diye adlandırılıp adlandırılamayacağıdır. Ben burada şunu öne süreceğim (ki bu kitabın hayli bir kısmı da bu görüşe dayanıyor): Bu anlayış, yararlı herhangi bir anlamda, içeriği değişmiş olsa bile hâlâ Darvincidir. Doğal seçilim fikrini kabul eder ve Malthusçu "mücadele" mefhumunu, dolaysız mücadele üzerindeki vurguyu azaltsa da, Malthusçu modele dayanmaya devam eden uygunluk farkı mefhumuyla değiştirir. Şu halde, vurgulamış olduğum olumsal güçlerin kurucu doğasına dair geliştirilen argümanı anlayıp ona inansam da, tarihin terimleri değiştirip meseleyi karmaşıklaştırdığı üzerinde ısrar ediyorum. Kurucu, temel anlamda Darvinizm olamayacak pek çok görüşün tarihsel olarak Darvinci olduğu iddia edilmiştir. Bkz. "Is the Theory of Natural Selection Independent of Its History?", The Cambridge Companion to Darwin, Jonathan Hodge ve Gregory Radick (haz.), Cambridge: Cambridge University Press, 2003, s. 143-67. Özellikle bkz. s.157-9. Yukarı
(*) Bu kitapta sıkça geçeceği için "büyü" ile başlayan sözcüklerin, terimlerin nasıl karşılandığını şimdiden açıklamakta fayda var. Kitabın ana düşüncesinde önemli bir yeri olan "büyülenme" sözcüğü kaynak metinde enchantment'a karşılık geliyor. Bu sözcüğün karşıtı da Weber'in Entzauberung kavramı – ki bu kavram İngilizcede demagification ya da demysterization değil, disenchantment olarak yerleşiklik kazanmış (ve kaynak metinde de öyle kullanılmış). Bütün bu türevler arasında bir uyum sağlamak için "büyü" ad gövdesini kullandık: Büyüleyici (enchanting), büyülenme (enchantment), yeniden büyülenme (re-enchantment) ve değişimli olarak büyüsüzleşme, büyüsünü kaybetme, büyüsünden arınma (disenchantment). –ç.n. Yukarı
(2) Charles Taylor, "Modes of Secularism", Secularism and Its Critics, Rajeev Bhargava (haz.), New Delhi: Oxford University Press, 1998, s. 53. Taylor bu önemli makalesinde bazı sekülarizm türlerini birbirinden ayırır; temel ve farklı dini inançların siyasi açıdan tutarlı ve barışçıl bir idare içinde nasıl işleyebileceğini çözmeye yoğunlaşır. Ancak asli, "ortak olarak benimsenen bir temel"e ihtiyaç duymadan işleyen bir sekülarizmin iş görmesinin beklenebileceğini iddia eder. Vardığı sonuç ise şudur: Sekülarizm, hayatta kalmak için, "örtüşen mutabakat" adını verdiği şeye uygun olarak işlemek zorundadır; böyle bir sekülarizm modern demokratik devletlerin bekası için mutlak olarak elzemdir (ki ben de buna tamamen katılıyorum): "ya farklı grupların uygar bir şekilde bir arada yaşaması, ya da barbarlığın yeni biçimleri. Sekülarizm işte bu anlamda modern çağda isteğe bağlı değildir" (s. 48). Yukarı