ISBN13 978-975-342-717-3
13x19,5 cm, 368 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Birinci Bölüm, Beyne Açılan Bir Pencere, s. 11-25

El yıkama bir ameliyathane ritüelidir ve ben bu ritüel pratiğimi biraz kaybettim. Dirseklerin aşağıda dursun ki, su kirli bölgelerden temiz bölgelere doğru değil de dirseklerinden aşağı aksın, diye hatırlatıyorum kendime. Ovala, iyice ovala. Ellerimi üç dakika daha yıkamam lazım, sonra ameliyathaneye girişim muhteşem olacak.

Pek sık tekrarlamadığım için düşüne düşüne yapsam da, bu temizlik ritüeli bir cerrah için otomatik olarak yerine getirilen, en fazla bisiklet kullanmak kadar düşünce gerektiren bir ritüeldir. Bir cerrah, hasta hakkında düşünmek, vakanın yeni yönlerini müşahede etmek, tercihleri sorulduğunda hastanın neler söylediği üzerinde düşünmek için sessiz sakin bir on dakika harcar. Bu tür beyin cerrahilerinde, hastanın beyninin kendine has özelliklerine göre, ameliyat esnasında birçok değişiklik yapmak gerekebilir. Çoğunlukla ameliyat esnasında, hastanın sonraki hayatını etkileyebilecek ciddi kararlar almak da gerekebilir. Hastanın epilepsi nöbetlerini tamamen bertaraf etmek ile dil ve bellek yeteneklerini korumak arasında çelişkide kalındığı olur. Beyin ve sinir cerrahisinde bu tür konularda başvurulan ilkelerden biri "Dil yeteneğinde kayıp olmasındansa biraz nöbet kalması yeğdir" ilkesidir. Bugün ilerleyen saatlerde, Neil'in beyninin bir kısmı alınırken de böyle bir değerlendirme gündeme gelebilir.

Lavabonun yanında bir pencere var. Oradan ameliyathanenin içinde neler olup bittiğine bakıyorum. Steril örtülerle oluşturulmuş büyük, mavi çadırı görüyorum, çadır Neil'in vücudunun büyük bir kısmını kaplamış. Onu ameliyat öncesi yapılan konferansta gördüğümü hatırlıyorum: bir hasta ve yirmi meraklı doktorun katıldığı bir konferans. Olağan "hasta başına düşen doktor" oranının çok üzerinde bir oran bu, buralarda bile. Konferans, benim gibi beynin normalde nasıl çalıştığını merak eden insanları bir araya getirmişti, ama en çok da bu tür konferansaları kaçırmayan epilepsi uzmanları doldurmuştu salonu.

Konferanstan önce, Neil'le yazarlardan konuşurken, kendisinin de bir çeşit uzman yazar olma yolunda ilerlediğini söylemişti bana: Gazetelerin "okur yazıları" bölümüne emniyet kemeri takma konusunda yazılar yazıyormuş. Epilepsisine neden olan kafatasındaki kırık, on beş yıl önce alışveriş için markete yaptığı o kısa mesafeli araba yolculuklarından birinde direksiyona çarpması sonucu oluşmuş.

Ameliyatlık epileptiklerin çoğu gibi Neil'in de ameliyat konusunda motivasyonu hayli yüksekti. Gün boyu sürecek bir ameliyatın, hemen her hafta nöbetle cebelleşmenin yanında hiç kaldığını söylemişti bana. Ayrıca beynimin nasıl çalıştığını hep merak etmişimdir, bu sayede biraz bir şeyler öğrenebilirim belki, diye de eklemişti.

Epileptikler diğer zihinsel rahatsızlığı olanlar gibi değildir, sorunları hakkında az çok fikir sahibidirler. Nöbetler geçicidir, nöbetler arasındaki zamanlarda pek sorun yaşanmaz. Bir nöbet genellikle zarar vermez size, tabii o sırada araba veya uçak kullanmıyorsanız. Nöbetleri ciddi bir sorun haline getiren tekrardır. Genellikle dört epileptikten birine antikonvülsan (kasılma önleyici) ilaçlar fayda etmez. Epilepsiye neden olan "kasılma merkezi" bölgesi belirlenebilirse ve bu bölge yararından çok zararının dokunduğu bir yerdeyse, bazen cerrahi yolla alınabilir. Sorunlu bölge tespit edilmek üzere beyin yüzeyini açmadan önce bir sürü test yapmak gerekir. Hasta iki saat içinde ayılır, yalnızca lokal anestezinin etkisi altındadır artık; ona verdiğimiz beyin egzersizlerini yapar, biz de bu esnada beynini inceleriz.

Bir dakika. Kapıyı unutma. İnsanlar genelde iki taraflı açılıp kapanan kapıları elleriyle iterek açarlar. Cerrahlarsa bu tür kapıları omuzlarıyla açmaya alışmışlardır. Ellerini uzatmazlar. Cerrahların yeni yıkanmış elleri steril tutma tekniğini öğrendiğimden beri tıp fakültesinde sağımı solumu kolaçan ederim. Ellerini yıkamamış dahi olsalar cerrahlar kapıları omuzlarıyla açarlar. Bir konferans salonuna giren insanları izlerseniz, kimin cerrah olduğunu bu omuz hareketinden hemen anlayabilirsiniz.

Fırçayı hiçbir şeye dokunmadan çöpe at. Ayak kumandalı evyenin musluğunu dizinle kapa. Açılır kapanır kapının penceresinden ameliyathaneden birilerinin çıkıp çıkmadığını kontrol etmek için içeri bak. Sırtını kapıya daya. Bekle. Derin bir nefes al. Nefes ver. (Hayır, bunlar kontrol listesinde yok, ama sahneye çıkmadan önce herkes böyle yapıyor.) Kapıyı sırtınla ittirip aç, yavaşça dönüp kapı kanatlarının birleştiği yerden içeri gir. Sahnenin solundan başka bir oyuncu içeri giriyor.

İçeri girdiğimi kimse fark etmemiş gibi görünüyor.

Bugün ameliyathane kapısının üzerinde özel bir işaret asılı: "Sessiz olun lütfen. Hasta uyanık." Bu işaret, anestezinin etkisi altındaki hastalarla çalışan ameliyathane görevlilerinin kendi aralarında yapmaya alışık oldukları sohbetleri önlemek için konmuş. Lokal anestezi altındaki hastaların hemşirelerin geçen haftaki veya yandaki ameliyathanede ameliyat olan hastadan bahsettiklerini anlayamayabilecekleri uzun yıllar önce fark edilmişti.

Yine de burasının sessiz bir kütüphaneyi andırdığı pek söylenemez. Ameliyathane sesten geçilmiyor. Boşa çalışan emme makinesinin çıkardığı gurultular, kalp monitörünün düzenli bip sesleri, bir sürü elektronik aletin içindeki fanların koro halinde çıkardığı monoton sesler; hareketli bir ofisteki gibi arka planda duyulan sesler değil bunlar, duvarlarda ve diğer katlarda yankılanıyorlar. İçeride yalnızca bir telefon var ve numarası kayıtlı değil. Burada telefon çok az çalar, çaldığında da bazen sirküle hemşire açar ve kısa bir soruya cevap verir.

Az önce telefon çaldı ve iki yıllık stajyer hekim eldivenlerini çıkarıp ameliyathaneyi terk etti; stajyer şefi acil bölümünde yardımına ihtiyacı olduğunu söylemiş. Stajyer telefonun yanından ayrılırken beni fark etti, şaşırmış gibi bir hareket yaptı, ameliyathane kapısından çıkarken de bana el salladı. Acilde neler oluyor acaba?

Bekleme odası ameliyathaneye göre çok daha sakin kesinlikle. Her zamanki ortamım değil burası. Tamamen yabancısı sayılmasam da, dirseklerim henüz ıslakken, dirseklerimden sular damlarken ne zaman içeriye girsem, ameliyathane Alice'in Harikalar Diyarı gibi gelir bana. Bırakın cerrahlığa, doktorluğa bile en ufak bir ilgim yoktu. Fizik bölümüne başladım, ama çok geçmeden beyne ilgi duyarak yolumu değiştirdim. Fincanı tutarken eline nasıl komut verirsin? Zihnin seni aldattığında beyninde ne tür terslikler olur? Alışveriş listesini nasıl yazarsın veya mesleğine nasıl karar verirsin?

Genelde masa başında, düzensiz biçimde üst üste konmuş tıp dergileri yığını arasında çalışırım, bir-iki bilgisayar dergilerin altına saklanmış olur çoğunlukla. Arkeolog arkadaşlarım ofisimi gördüklerinde güler ve bu katmanlardan aşağı doğru ilerledikçe fizik katmanına ulaşılıyor galiba, diye takılırlar bana. Arkeolog, dilbilimci ve bilgisayar mühendisleriyle ortak ilgi alanlarımız hakkında sık sık konuşurum. Psikologlar ve primatologlarla da bu meseleleri değerlendiririz; geçenlerde bir şempanze için, zamanı doğru tahmin etme yeteneğini ölçmeye yarayan bir bilgisayar oyunu hazırlamıştım.

Çoğunlukla beynin işlevleriyle ilgili teorik modeller yapıyorum; son zamanlarda da, "zihnin altıgen mozaiği" adını verdiğim bir elektrik örüntüsünü incelemekle meşgulüm. Beyin cerrahı ve psikiyatrist arkadaşlarım çok ilginç bir sorunu olan bir hasta olduğunda beni çağırırlar, bunun dışında hastalarla pek işim olmaz. Ben nöropsikoloğum. Benim ihtisas alanım beyin (nasıl çalıştığı, nasıl bir evrim geçirdiği).

O halde ameliyathanede ne arıyorum? Ben "destek vermek", gerektiğinde yardımcı olmak, elektronik aletlerde zaman zaman meydana gelen ufak tefek sorunları halletmek üzere geldim buraya. Burada bulunmamın sebeplerinden biri de, beyin ve sinir cerrahı beynin yüzeyinin haritasını çıkartırken hastayı dikkatle incelemek; serebral korteks (beyin kabuğu), insan ile maymunu ayıran en büyük fark ne de olsa. Bizim serebral korteksimiz maymunlardan dört kat fazladır.

Gerçek insan beynini görme şansını nadiren yakalıyorsunuz, özellikle de dil korteksi sizinle konuşurken. Sözcükleri bir şekilde hatırlar, bunları bir araya getirip cümle oluşturur, bu cümleler içinden hangisini yüksek sesle söyleyeceğini bulur ve konuşmayı sürdürmek için bunların hangisini bilinçaltında tutacağına karar verirken. Bütün bu kararlardan kendine has bir kişi (bu durumda Neil) ortaya çıkar.

Cümlelerin nasıl oluştuğunu inceleme şansı ise çok daha ender geçer elinize. İsimlerin nereden çıktığına veya nerede birbirlerine eklenerek cümleleri oluşturduklarına bakma, beynin hangi alanlarının okuma konusunda uzmanlaştığını görme, beyinde sözdizimlerinin bulunduğu noktaları, hatta belki de, dilbilimcilerin beyinde bulunması gerektiğini iddia ettikleri "derin yapı"yı bulma şansını kolay kolay elde edemezsiniz.

Ellerim havada bekliyorum; dirseklerim son damlayı damlatma tehdidi taşıyor hâlâ. Nihayet bekleme odası ile ameliyathane arasındaki koku değişikliğini fark ettim: Bekleme odasına hâkim olan koku sabun kokusuyken (sürekli el yıkandığı için), ameliyathaneye yeni yıkanmış çamaşır kokusu hâkim; bu koku, yeni açılmış temiz örtü ve cerrah gömleklerinden geliyor.

Sterilizasyon hemşiresi beni görüyor, ama beyin ve sinir cerrahına birtakım havlular vermekle meşgul. Nihayet, verdiği havluların cerrahı bir süre idare edeceğine karar verdikten sonra, steril bir havlu alıp bana veriyor. "Durun bakalım, yanlış hatırlamıyorsam siz yedi buçuktunuz." Eldiven numaram buydu gerçekten de. Bu kadar zaman sonra nasıl hatırlayabildi acaba? Eminim ellerime bakıp tahmin etmiştir.

Gömleğimi giyip eldivenlerimi taktıktan sonra, hiçbir şeye dokunmadan çevreye dağılmış olan ekipmanın etrafından dolanmalıyım. Ellerim meditasyon yapan bir rahip veya dikkatli bir poker oyuncusu gibi göğsümde, anestezistin hava tanklı gaz makinesinin etrafından dolanıyorum. Steril örtülerin arasından Neil'i görüyorum. Neil'in yüzünü yalnızca anestezist görebiliyor. Bense Neil'in kol ve bacaklarını görüyorum. Neil hareketli. Hiç şaşırmadım.

Geç geldiğim için, gayet münasip bir biçimde "açılış" olarak tabir edilen ilk sahneyi kaçırdım. Neil sağ tarafına yatmış, yani başının sol yanı yukarı bakıyor. Sorun Neil'in beyninin sol yanında. Cerrahın Neil'in epilepsi nöbetlerine neden olan beyin bölümünü görmek için kafatasından el büyüklüğünde bir parçayı alması gerekecek; böylece, sol gözüyle kulağının hemen üstünde beyne açılan bir pencere meydana getirecek. Kemiğin tek parça halinde çıkarılması gerekiyor, çünkü öğleden sonra bu parça Neil'in kafatasına tekrar yerleştirilerek bu pencere kapatılacak. Kafatasının açılması matkap ve testerelerle hallediliveriyor; ama bunlar marangozların gıpta edeceği türden iyi aletler, kafatasının altındaki katmanlara zarar vermeyecek şekilde tasarlanmış aletler.

Dolayısıyla, açma biraz gürültülü bir iş. Bu işlem boyunca Neil uyuyordu tabii. Bu işlem bitmiş artık, damardan verilen kısa etkili anestezik madde durdurulmuş, böylece Neil'in uyanması sağlanmış. Sonraki evrede Neil'in uyanık olması gerekiyor. Operasyonun bu evresinde onun canını acıtacak pek bir şey yok. Beynin yüzeyine dokunmak herhangi bir dokunma duyusu oluşturmaz. Beynin bu tür şeyleri algılamasını sağlayacak alıcıları yoktur, ama vücudun başka yerlerindeki alıcılardan mesajlar alır.

Arkeologlar George Ojemann'ın ofisini benim ofisimden daha eğlenceli bulurlardı herhalde. Her yerde üst üste yığılı bir sürü kitap, dergi var. ("Benim dosyalama sistemim de bu," diyor George. "Geri istediğin kitabı bana hangi yıl vermiştin?") Hasta kayıtlarını elbette başka yerde tutuyor, ki mevcut dosyalama sisteminin keyfini sürmesinin nedenlerinden biri de bu.

Nöroşirürji bölümünün ameliyathanesi, klinikteki çeşitli muayenehaneler, hasta koğuşları, röntgen filmlerinin asılıp vakalar üzerinde tartışmaların yapıldığı konferans salonları, bütün buralar, yeni bir çift ayakkabıyı hepimizden çabuk eskitebilen beyin ve sinir cerrahları için birer "ofis" niteliğindedir.

Burada, ameliyathanede beyin ve sinir cerrahı gemi kaptanı gibidir; gemiyi zorlu denizlerde yüzdürürken binlerce kişiye (gerçi şu an için yarım düzine demek daha doğru) emir yağdırır. Spot ışıkları bile cerrahı takdim eder gibidir; ama steril alan ile hastanın beynini gördükten sonra, cerrahın tesadüfen aydınlatıldığını fark edersiniz: Arkadan vuran spot ışıkları beyni, beyinden yansıyan ışık da cerrahın yüzünü aydınlatır. Yüzüne nur inmiştir, ama yansımış bir nurdur bu aslen.

Nihayet son engeli de aştıktan sonra George'un yanına yaklaşıyorum, "Birazdan elektrikli uyarıcı hazır olacak," diyor bana yavaşça. Steril elektronik kutuyu açma vaktinin geldiğini belirten bir işaret bu. Ameliyathane hemşiresine yanıma gelip yardım etmesini işaret ediyorum (kısa bakış fırlatma ve kaş kaldırma ameliyathanelerde önemli bir iletişim tarzıdır – ameliyat maskesi yüz ifadelerinin büyük bir bölümünü gizliyor zira).

"Neil," diyor George sesini biraz yükselterek, "burada her şey yolunda. İstiyorsan bir parça daha dön. Nasılsın?"

"İyiyim," diye boğuk bir ses geliyor steril örtülerin altından. "Ne yapıyorsunuz şimdi?"

"Durayı yerine sabitliyoruz, bir sonraki aşama için ortalığı toparlıyoruz. Sana rahatsızlık verecek başka şey olmayacak," diyor George. "Acı verecek noktaya biraz lokal anestezi yaptım, ama uzun bir süre duranın o bölümüne dokunmayacağız zaten." Dura, beyni saran sert "deri"; genellikle, hasta farkına bile varmadan bu zarı kesebilir veya çekiştirebilirsiniz, ama bazı hastalarda duraya, deri kesiklerine uygulanan her zamanki dozdan biraz daha fazla lokal anestezi uygulamak gerekebiliyor.

Sirküle hemşire elektronik kutuyu saran ilk ambalajı, alttaki ambalaja dokunmadan açıyor. Sonra geri çekiliyor ve kaş hareketleriyle "Bundan sonrası artık size ait" işareti veriyor. Göğsüme kavuşturduğum ellerimi ilk kez kullanıyor ve kutuyu koruyan ikinci ambalajı açmaya başlıyorum. Ameliyathanenin tavanındaki spotlardan biri, kutunun bulunduğu masanın üzerine vuruyor, eski ekmek kutularının boyunda ve içi alışılmadık şeylerle dolu kutu şeffaf şeffaf parlıyor.

Gerçekten de kutuda sadece iki tanıdık nesne var ve onlar da ameliyathanede yadırgatıcı duruyor: alelade bir klipsli kâğıt altlığı ve sivri uçlu sarı bir kalem. İkisi de steril elbette. Elektrikli uyarıcıyı buluyorum ve kabloları açıyorum. Bunu beynin katmanlarına elektrik akımı vermek için kullanıyoruz. Bir keresinde koluma beyinlerde kullandığımız akım gücünü (birkaç miliamper) uygulamıştım, tek hissettiğim şey hafif bir karıncalanmaydı. Acı hissetmemiştim.

Arkama, hastanın olduğu tarafa dönüyorum, George'un, kesiği steril tuzlu solüsyonla yıkayıp, sonra da solüsyonu makineyle emerek "ortalığı toparlayışı"nı seyrediyorum. Artık hiçbir yerden kan akmıyor gibi görünüyor. Ama beynin yüzeyine dağılmış halde birçok kan damarı olduğu için Neil'in beyni beyaz, pembe ve kırmızı görünüyor. Beynin çalışması için çok oksijen gerekir, bu yüzden, kalbin pompaladığı temiz kanın beşte biri beyne gider.

Neil'inki bana normal bir beyinmiş gibi geldi, ama ben uzman değilim. George da bir şey söylemedi daha. Beynin açıkta kalan kısmının sağına soluna nazikçe dokunuyor, özellikle de Neil'in sol kulağına en yakın bölgesine. Neil bir şey hissediyor mu? Hayır.

"Buraya kadar normal gibi," diyor George. Bazen yaralı doku sert olur, esnekliği hafif bayat bir lokumunki gibidir. Bu bölgede başlayan epilepsi nöbetlerini neyin tahrik ettiği belli değil. Buna bir tümör veya eski bir yara neden oluyor olabilir. Öğleden sonra mikroskopla bakınca başka bir şey de ortaya çıkabilir. Ama Neil'in uzun zaman önce geçirdiği kafatası kırığı nedeniyle eski bir yarayla karşılaşacağımızı düşünüyoruz biz.

"Santral sulkusu görüyor musun?" diye soruyor George bana. Neil'in açık beyin yüzeyine daha yakından bakıyorum, karakteristik bir örüntü arıyorum.

Amanın, ne santral sulkusu? Gözden kaçırmışım – hakikaten de küçük bir anormallik var. Beyin yüzeyi tepe ve vadi (bunlar girus ve sulkus olarak tanınıyor daha çok) düzenindedir, bu yapı yüzey alanını artırır; önemli bir yapıdır bu, zira beynin yaratıcı işlevleri yüzeye yakın "kortikal" katmanlarda yürütülür yalnızca. Serebral korteksin yüzey alanı ne kadar büyükse, beynin "işlem gücü" de o kadar büyük olur.

"Vadi"lerin içini pek göremezsiniz (silvius oluğu gibi olanları bayağı derindir), ama "tepe uçları"nın ne kadar geniş olduğunu kestirebilirsiniz. Buradaki bir tepe ucu çok geniş; santral sulkus adını verdiğimiz kıvrım Neil'de yokmuş gibi görünüyor, en azından cerrahi kesikle açılmış pencereden gördüğümüz silvius oluğunun yanında santral sulkus yok. Bunun özel bir anlamı yok muhtemelen; normalde beyinler arasında çok fazla yapı çeşitliliği görülebiliyor.

"Operasyon öncesinde yapılan konferansın sonuna kadar beklemeliydin," diyor George bana. "Nöroradyolog konferansın sonuna kadar bekledikten sonra, 'Bu arada, operasyon yaptığınız bölgede santral sulkusu göremeyebilirsiniz,' dedi. Orada bunu hiç kimse fark etmemişti, bunu bize ikide bir hatırlatacaktır eminim."

Manyetik rezonans görüntüleme (bu sihirli makineler beyninizi adeta dilimlere ayırır ve bunu röntgen filmi kullanmadan yapar), bunun gibi ayrıntıları ortaya çıkarma konusunda muhteşem bir teknik. MR artık operasyon öncesi çalışmaların vazgeçilmez bir parçası. Bu yöntem ameliyathanelerde yaşanan sürprizleri bir hayli azalttı, en azından operasyon esnasında yaşananları. George'un bu tip epilepsi ameliyatının yapılışını Arthur Ward'dan öğrendiği sıralarda, yani çeyrek yüzyıl önce, cerrahlar operasyon öncesinde ellerinde ana kan damarlarını gösteren iyi bir röntgen filmi olduğunda şükrederdi; ana kan damarlarının yolundan sapması, o bölgede tümör olabileceği şüphesini güçlendirirdi. Arthur'un ondan çeyrek yüzyıl önce Montreal'de bizzat Wilder Penfield'den epilepsi operasyonunun yapılışını öğrendiği dönemlerde ise cerrahlar büyük oranda körlemesine çalışırdı. Penfield bu işin öncüsüydü; onun motor ve duyu şeridi haritaları ders kitaplarında sık sık geçer, hastaların beyinlerini uyararak canlandırdığı anılarla ilgili tespitleri, beynin depoladığı anılarla ilgili popüler bilgilerin kaynağı olmuştur.

Şimdi beynin anatomisini tahayyül etmenin birçok yolu var. Devrim, 1970'lerin başlarında bilgisayarlı tomografi tarayıcılarıyla başladı. Sonra MR yöntemi ortaya çıktı ve görüntü çözünürlüğünü, beynin gri ve beyaz maddelerini görmemizi sağlayacak kadar artırdı. MR görüntülerinde kortikal yüzeyin tepe ve vadiler şeklindeki kıvrımlarını görebiliyoruz. Ama anatomi beynin işlevi konusunda size her zaman fikir vermez. Beynin ne derecede iyi çalıştığı konusunda da bir şey söylemez; asıl önemli olansa beynin çalışma durumudur. Operasyonda beyninin bir kısmını muhtemelen kaybedecek olan Neil'in durumunda da bu konu kesinlikle önemli; zira beyninin çalışma durumunun belirlenmesi, beyninin kalan kısmının daha iyi çalışmasının sağlanmasına olanak tanıyacak. Bu tür operasyonlar elli yıldır yapılıyor ve bunlardan sonra hastalar üzerinde yapılmış pek çok inceleme mevcut.

Elektrikli uyarıcı, iki boynuzu olan, kalem boyutundaki bir el fenerine benziyor. Tabii, elektronik cihaza bağlı kablo nedeniyle, kuyruğu da olan bir el feneri bu. Boynuzları, uçları yumuşak, küçük top şeklinde iki gümüş elektrottan oluşuyor. George bana dönüp uyarıcıyı elimden alıyor, hemşireyle birlikte hazırladığım elektrik donanımını kontrol ediyor.

"Neil, her şey yolunda mı?" diye soruyor sesini biraz yükselterek.

"Yolunda sanırım," diyor Neil, örtülerin altından. "Şimdi sırada ne var?"

"Şimdi, sana dün bahsettiğim şeyi yapacağız; elektrikli uyarıcıyla beynini uyaracağız," diyor George. "Bir şey hissettiğinde bana söyle."

George, iki gümüş elektrotu beynine yaklaştırıyor ve yavaşça korteks yüzeyine değdiriyor, sonra tekrar kaldırıyor. "Bir şey hissettin mi?"

"Hayır. Hiçbir şey hissetmedim," diyor Neil.

Bu arada ben de steril örtülerin altına daha rahat bakabilmek ve Neil'i daha iyi görebilmek için anestezistin gaz makinesinin yanından ileri doğru uzanıyorum. Neil sağ tarafına yatmış, kafası simit şeklindeki bir yastığa gömülü. Üzerindeki çadırın tepesi düz; sterilizasyon hemşiresi bir sürü alet edevatın durduğu tepsiyi koymak için böyle bir tertip yapmış; çadırın bir tarafı açık. Neil ona baktığımı görüyor, ona kaş hareketi yapıyorum sessizce.

"Hey! Biri elime dokundu!" diyor Neil. Ne anestezist ne de ben Neil'in elinin yakınındayız.

"Hangi elin?" diye soruyor George.

"Sağ elim, sanki biri elimin tersini süpürüp geçti. Hâlâ biraz karıncalanma var." Sağ el, beynin sol yanına sinyal gönderir; George da zaten uyarıcıyı somatik duyu korteksinin el bölgesine dokundurmuştu.

"Uyarıcının akımını biraz düşür," diyor George galerideki teknisyene. Ardından interkomdan uyarıcının akımının üç miliamperden iki miliampere düşürüldüğünü bildiren bir ses geliyor.

"Şimdi tekrar hissettim," diyor Neil. "Aynı yerde. Ama karıncalanma artık yok." Neil stratejimizi kapmaya başladı; ama MIT'ten mezun bir mühendis ne de olsa. Ayrıca son haftalarda beyinle ilgili birçok şey okudu.

"Bunu yüzümün bir yanında hissettim," diyor Neil. "Sağ tarafında. Yanağımın civarında."

"Sonrasında karıncalanma hissettin mi?" diye soruyor George.

"Hayır. Ama normal de değildi. Tuhaf bir histi." Bu beklenen bir şey; elektrikli uyarıcının yarattığı uyarılar tanıdık duygularla tarif edilemez genellikle. Hiçbir hasta bugüne kadar kalem ucuyla dürtüldüğü hissini yaşadığını bildirmemiştir örneğin.

Herkes Neil'i dinliyor. Hiç kimse konuşmuyor, bir tek ameliyathanedeki cihazların sesi duyuluyor. Neil tepkilerine ara veriyor. Herhalde George primer somatik duyu korteksi dışındaki bir alanı uyarıyor o sırada. Beyinde, kısa süreli uyarıldığında hastanın uyarıyı fark etmediği birçok bölge vardır.

George, steril alandan bana doğru bakıp başıyla işaret ediyor. Steril eldivenlerim steril göğsümde, biraz daha eğiliyorum ve Neil' in eliyle yüzüne dikkatle bakıyorum.

"Biri elimi oynattı!" diyor Neil. "Tuhaf bir şey hissettim, ama elimi oynatmadığıma eminim." George motor şeridini uyarmış olmalı. Neil'in eli olağan biçimde oynamamıştı. Önce bir şeye ulaşmaya çalışıyormuş gibi bir hareket yapmış, sonra avucu yukarı bakacak şekilde dönmüştü; parmakları bir şeyi kavrarmış gibi bir pozisyonda değildi. Motor korteks uyarıları işe yarar hareketler yaratmaz pek.

Motor korteks, somatik duyu korteksinin hemen önündedir.

George'u yanlış tanımıyorsam, şimdi Neil'in çenesini hareket ettirecek demektir.

Tam düşündüğüm gibi, Neil'in çenesinin gerildiğini ve ağzının sağ kenarının biraz çekildiğini görüyorum.

"Sanki dişçi ağzımın kenarını çekiyormuş gibi hissettim," diyor Neil uyarıdan sonra. "Ama öyle nazik bir şekilde çekiyormuş gibi değil." Hastalarda bu hareketlerin istemli yapıldığı hissi yoktur; hastalar hareketleri yapmak isteyip de yaptıklarını söylemezler. Bunlar istemsiz hareketlerdir, bu yüzden de koordineli değildirler.

"Başka bir şey olmadı," diyorum, aynı anda elin de hareket etmediğini ifade etmek için. George'un uyarıcıyı motor kortekste daha önce dokundurduğu iki noktanın ortasındaki bir yere dokunduracağı beklentisiyle Neil'in sağ elinin başparmağına odaklanıyorum.

Beklediğim oluyor ve Neil'in sağ başparmağı içeri doğru kıvrılıyor. Neil, birinin elini tekrar oynattığını söylüyor. Çene ile başparmak vücutta yan yana olmamasına rağmen, çenenin motor korteksi başparmağın motor korteksiyle bitişiktir.

"Çene hareketi görmedim," diyorum elektrik uyarısından sonra. İki motor korteksinin sınırına yakın yere uygulandığında, elektrik uyaranı her iki hareketi tahrik edecek kadar uyarı gönderebilir.

Neil'in sol kolu veya yüzünün hareket ettiğini de görmemiştim, ki böyle bir şeyin olması da beklenmiyordu zaten. Sol beyin uyarılırken vücudunun sol tarafının hareket ettiğini görseydim bayağı ilginç olurdu. Sol beynin vücudun sağ tarafıyla alakalı olduğu, eski Yunanlılar tarafından keşfedilmişti. Hipokrat, başın bir tarafında meydana gelen hasarın, çoğunlukla vücudun aksi istikametindeki tarafın felç olmasına veya nöbet geçirmesine neden olduğunu fark etmişti.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X