ISBN13 978-975-342-078-5
11x18 cm, 160 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Açılış Bölümü, s. 5-9

Kendine gelmesi yavaş ve zahmetli oldu. Bütün zamanlardan geçtiği bir yolculuktu bu. Rüya gördü. Her şeyin hayali başlangıcından, kalın uyku katmanları arasından ortaya çıktı. İlk sulu çamurdan tek hücreli bir hayvan belirdi. Tek hücreli hayvan kendisiydi. Kendi özünü taşıyan bir amip haline dönüştü. Sonra da kendine özgü bir bireyselliği olan bir balık oldu. Ve daha sonra bütün öteki maymunlardan farklı bir maymun. Ve sonunda bir insan.

Ne tür bir insan? Kendisini boz bulanık görüyordu: Bir elinde bir ışın silahını sımsıkı tutan, ayaklarının dibinde bir ceset yatan, yüzü olmayan biri. Bu tür bir insan.

Uyandı, gözlerini ovuşturdu ve daha çok şey hatırlamak için bekledi.

Hiçbir şey hatırlamadı. Adını bile…

Telaşla oturdu ve hafızasının geri gelmesini istedi. Gelmeyince, kimliğine dair bir ipucu bulmak umuduyla çevresine bakındı.

Küçük gri bir odada, bir yatakta oturuyordu. Bir yanda kapalı bir kapı vardı. Öteki tarafta ise, perdeyle ayrılmış bir bölümdeki minik bir lavaboyu görebiliyordu. Işık odaya gizli bir kaynaktan, belki de tavandan geliyordu. Odada bir yatak ve tek bir iskemle vardı. Başka hiçbir şey yoktu.

Çenesini eline dayadı, gözlerini kapattı. Bütün bildiklerinin ve bu bilgilerin çağrıştırdıklarının bir listesini yapmaya çalıştı. Bir insan, Homo sapiens olduğunu, Dünya'da ikamet ettiğini biliyordu. İngilizce olduğunu bildiği bir dil konuşuyordu. (Bu, başka diller de olduğu anlamına mı geliyordu?) Oda, ışık, iskemle gibi sıradan şeylerin adlarını biliyordu. Buna ek olarak sınırlı miktarda bir genel bilgiye de sahipti. Bir zamanlar bildiği ama şimdi bilmediği pek çok önemli şey olduğunu da biliyordu.

Bana bir şey olmuş olmalı.

Bu bir şey daha kötü olabilirdi. Biraz daha ileri gitmiş olsaydı bir dili olmayan, insan olduğundan, bir erkek, bir Dünyalı olduğundan habersiz, akılsız bir yaratık olarak da kalabilirdi. Ona bir şeyler bırakılmıştı gene de.

Ne var ki, elindeki temel gerçeklerin ötesini düşünmeye kalktığında, karanlık, korku dolu bir alana geldi. Girilmez. Kendi zihnini keşfetmek o yere (Nereye?) yapılacak bir yolculuk kadar tehlikeliydi. Benzetecek pek çok şey olduğundan kuşkulandığı halde hiçbir şey bulamadı.

Hastalanmış olmalıyım.

Bu, akla yakın tek açıklamaydı. Arılara sahip olduğunu hatırlıyordu. Bir zamanlar, şimdi ancak elindeki kısıtlı belirtilerden çıkarabildiği, hatırlama denen paha biçilmez servete sahipti. Bir zamanlar kuşlar, ağaçlar, arkadaşlar, aile, sosyal sınıf, belki de bir eş hakkında özel anıları olmuş olmalıydı. Şimdi bu konuda sadece kuramlar yürütebilirdi. Bir zamanlar, bu şeye benziyor, ya da bana şeyi hatırlatıyor diyebilirdi. Şimdi hiçbir şey ona hiçbir şeyi hatırlatmıyordu ve her şey sadece o şeye benziyordu. Tezat ve kıyaslama gücünü yitirmişti o. Şimdiki zamanı, geçmişin deneyimlerinin ışığında tahlil edemiyordu artık.

Burası bir hastane olmalı.

Elbette. Burada bakım altındaydı. Nazik doktorlar hafızasını kazandırmak, kimliğini iade etmek, muhakeme yeteneğine yeniden kavuşturmak, ona kim olduğunu ve ne olduğunu anlatmak için uğraşıyorlardı. Çok çok iyiydiler. Gözlerinden minnet yaşlarının akmaya başladığını hissetti.

Ayağa kalktı, küçük odasında ağır ağır dolaşmaya başladı. Kapıya gitti, kilitliydi. Bu kilitli kapı, güçlükle kontrol ettiği bir panik anı yaşattı ona. Belki de şiddete başvurmuştu.

Neyse, artık yapmazdı bunu. Göreceklerdi. Onu mümkün olan tüm hasta ayrıcalıklarıyla ödüllendireceklerdi. Bu konuda doktorla görüşecekti.

Bekledi. Uzun bir süre sonra, kapısının önündeki koridordan gelen ayak seslerini duydu. Karyolasının kenarına oturdu ve heyecanını kontrol etmeye çalışarak dinledi.

Ayak sesleri kapısının önünde durdu. Sürmeli bir kapak açıldı ve bir yüz uzandı içeri.

"Nasılsın?" diye sordu adam.

Kalkıp kapağa yaklaştı ve kendisine soru soran adamın kahverengi bir üniforma giydiğini gördü. Belinde, bir an sonra fark edilen, silah olarak algılanabilecek bir nesne vardı. Bu adam hiç kuşkusuz bir nöbetçiydi. Duygusuz, ifadesiz bir yüzü vardı.

"Bana adımı söyleyebilir misiniz?" dedi nöbetçiye.

"Kendine 402 de! Senin hücre numaran bu."

Bundan hoşlanmadı. Gene de 402, hiçbir şeyden iyiydi. Nöbetçiye "Uzun süreden beri mi hastayım?" diye sordu. İyileşiyor muyum?"

"Evet," dedi nöbetçi inandırıcı olmayan bir sesle. "Ö-nemli olan, sakin olmaktır. Kurallara uy! En iyisi bu."

"Elbette," dedi 402. "Ama neden hiçbir şey hatırlayamıyorum?"

"Usul böyle," dedi nöbetçi ve yürüdü gitti.

402 arkasından seslendi, "Dur! Beni böyle bırakamazsın, bana bir şeyler söylemelisin. Bana ne oldu? Neden bu hastanedeyim?"

"Hastane mi?" dedi nöbetçi, 402'ye dönüp sırıttı: "Buranın hastane olduğunu nerden çıkardın?"

"Tahmin ettim," dedi 402.

"Yanlış tahmin ettin. Burası hapishane."

402 öldürülen adamla ilgili rüyasını hatırladı. Rüya mı, yoksa anı mıydı? Nöbetçinin ardından umutsuzca seslendi: "Suçum neydi? Ne yaptım ben?"

"Öğreneceksin," dedi nöbetçi.

"Ne zaman?"

"Yere inince," dedi nöbetçi. "Şimdi toplantı için hazırlan."

Yürüdü gitti. 402 yatağına oturdu ve düşünmeye çalıştı. Birkaç şey öğrenmişti. Hapishanedeydi ve hapishane yere inmek üzereydi. Bu ne demekti? Bir hapishane neden yere inmek zorundaydı? Ve toplantı neydi?

Daha sonra olanlar hakkında 402'nin ancak şöyle böyle bir fikri vardı. Belirsiz bir süre geçti. Yatağında oturuyor ve kendisi hakkındaki gerçeklerin parçalarını bir araya getirmeye çalışıyordu. Zillerin çaldığı hissine kapıldı. Ve sonra birden hücresinin kapısı açıldı.

Neden böyle oldu? Anlamı neydi?

402 kapıya gitti, koridora baktı. Çok heyecanlanmıştı ama hücresinin güvenli ortamını terk etmek istemedi. Bekledi, nöbetçi geldi.

"Haydi," dedi nöbetçi, "kimse bir şey yapmayacak sana. Koridordan dümdüz yürü."

Hafifçe itti onu. 402 koridorda yürüdü. Öteki hücrelerin kapılarının açıldığını, öteki adamların koridora çıktığını gördü. Başlangıçta tek tüktüler; ama yürümeye devam ettikçe daha çok, daha çok adam doldurdu koridoru. Çoğu şaşkın görünüyordu ve hiçbiri konuşmadı. Tek konuşanlar nöbetçilerdi:

"İlerleyin, devam edin, dosdoğru gidin!"

Geniş, yuvarlak bir toplantı salonuna geldiler. 402 çevresine bakınca odayı çevreleyen bir balkon ve birkaç metre arayla sıralanmış silahlı nöbetçiler gördü. Mevcudiyetleri gereksiz gibiydi. Bu korkmuş, şaşkın adamların bir isyana kalkışacak halleri yoktu. Gene de gaddar suratlı nöbetçilerin simgesel bir değerleri bulunduğunu düşündü. Henüz uyanmış adamlara yaşamlarının en önemli gerçeğini hatırlatıyorlardı: Onlar mahkûmdular.

Birkaç dakika sonra, koyu renk üniformalı bir adam balkona çıktı. Dikkati çekmek için elini havaya kaldırdı. Oysa mahkûmlar zaten gözlerini kırpmadan ona bakıyorlardı. Sonra, görünürde ses yükseltici hiçbir araç olmadığı halde sesi salonda yankılandı:

"Bu bir telkin konuşmasıdır. Dikkatle dinleyin ve size söyleyeceklerimi ezberlemeye çalışın. Bu gerçekler varoluşunuz için çok önemli olacak."

Mahkûmlar ona dikkatle baktılar...

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X