ISBN13 978-975-342-543-8
13X19,5 cm, 142 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Murat Özer, "Öfkeli ve yabancı bir adam", Radikal Kitap Eki, 13 Kasım 2010

İngiliz asıllı Amerikalı yazar Christopher Isherwood, Berlin’den California’ya uzanan gezgin hayatının izlerini taşıyan ve birçok ‘çatışma noktası’ barındıran eserleriyle tanınmış bir isim. Döneminin ahlakî yargılarının çok ötelerinde bir hayat görüşünün temsilcisi olup, bunları ‘rahat’ bir dille metinlerine aktaran yazar, çevresinde yaşananlara (çoğunlukla da yanlışlıklara) karşı duyarlı oluşunu da eserlerine yansıtmayı başarmış bir edebiyat adamı.

Isherwood’un ilk yayımlanışı 1964 yılına denk gelen romanı Tek Başına Bir Adam, başkarakterinin bir gününü mükemmel gözlemlerle aktaran orta uzunlukla bir metin. İngiliz Dili ve Edebiyatı profesörü George’un hezeyanları üzerine kuruludur romanın yapısı. Eşcinseldir ve partneri Jim’in bir kazada ölümüyle yapayalnız kalmıştır kahramanımız. Sokağında yaşayan komşularına, trafikte rastlaştığı insanlara, okulundaki öğrencilere, öğretmenlere, kısacası herkese karşı bir ‘öfke’ geliştirmiştir George. Sadece çevresindeki insanlara karşı öfkeli değildir profesör, toplumu toplum yapan birçok kavrama da öfkelidir. Düşünce itibarıyla bir miktar anarşizan bir havası vardır, ancak bunları daha çok iç sesinin yardımıyla öğreniriz. Bütün bu öfkenin dışa yansımalarıysa insanları ‘bilgi’ yoluyla ezmesiyle kendini gösterir...

Isherwood, Tek Başına Bir Adam’la öyle bir karakter yaratmıştır ki, onun fikirleri ve eylemleri arasındaki tutarsızlığın ipuçlarını kovalamak zorunda kalırız roman boyunca. Evet, ‘hayatının erkeği’ Jim’i kaybetmiş olmanın hırçınlığı vardır onda, toplumun onlara karşı takındığı ‘önyargılı’ tavra karşı da sonsuz bir nefret duygusuyla kuşanmıştır. Ama bir yandan da ‘yaşama’ya devam etmenin koşullarını aramaktadır, Jim’siz. O gün onun için bir tür ‘hesaplaşma günü’dür ve de ‘gövde gösterisi’ yapma fırsatı. Öte yandan da ‘amaçsız’ kalışını kamufle edip ‘yeni bir amaç’ için yaşama isteği duyacağı gündür. Günün sonunda nedenler ve nasıllar arasından sıyrılıp hayata tutunup tutunamayacağıysa meçhûldür...

Kitap, Isherwood’un onu kusmaya çalışan Amerikan sistemine karşı de bir duruşudur aynı zamanda. Başkarakteri George aracılığıyla bütün öfkesini yansıtır metnine; sistemin ırkçı, ötekileştirici, tutucu, ‘zekâ özürlü’, ‘boşluk’u destekleyen yapısını yerle bir eder romanıyla. Dönemin ‘Soğuk Savaş’ yıllarına denk düşmesi de ona malzeme sağlar, Amerikan politikalarının ‘savaşçı’ doğasına karşı duyduğu nefretin ipuçlarını buluruz burada. Ama temel olarak, yalnızlığın ve yabancılaşmanın üzerine yüklenir Isherwood. Bu kavramlar üzerinden açıklar George’un hezeyanlarını, onun paradoksal ‘akıl oyunları’nı. Vazgeçmekle tutunmak arasında gidip gelen kahramanının iç dünyasını deşifre eder, onun toplumla hesaplaşmasının altını doldururken bizi de ‘taraf’ olmaya zorlar.

Öfke törpülenip ‘ağıt’ öne çıkıyor

Moda devi Gucci’yi idam sehpasından alan adam olarak tanınan ‘kostüm gurusu’ Tom Ford, ilk sinema filminde Isherwood’un uyarlanması zor romanını ‘farklı’ bir çerçeveden de olsa başarıyla yansıtıyor beyazperdeye. Yönetmen, romandaki ‘öfke’yi alabildiğine törpüleyerek işin ‘aşk acısı’ boyutuna meylediyor ziyadesiyle. Dolayısıyla da Isherwood’un metnindeki Amerikan toplumu eleştirisi arka planda kalıyor, hikâyenin ‘ağıt’ formu öne çıkıyor. ‘Gerçek aşkı’ bulduktan sonra onu trajik biçimde kaybetmenin altından kalkabilmenin mümkün olmadığına dair bir vurgu söz konusu filmde, ki romanda bu durum farklı bir açıdan veriliyor, karakterin ikileminin yalnızca bir ayağı olarak kendini gösteriyor.

Tom Ford’un filminin en temel özelliği, aşk acısını derinden yaşayan karakterinin bir gününü anlatırken gösterdiği ‘hassasiyet’. Isherwood, derdini anlatırken ayaklarını yere basmayı tercih ediyor ama Ford’un versiyonunda ‘masalsı’ bir duygusallık öne çıkıyor. ‘Romantik’ bir bakışın ağırlığıyla süregiden film, romandan farklı biçimde hikâyedeki bütün karakterleri Olimpos’tan inmiş tanrılar gibi gösteriyor. Romandan yansıyan öfke de harcanmış oluyor böylece, estetiğin sıcak kollarına teslim ediliyor.

Tüm bu farklılıklarına karşın, Tom Ford’un filmi de ‘özel’ bir çaba olmayı başarıyor diyebiliriz. Yönetmenin, hikâyeyi bir ‘eşcinsellik manifestosu’na dönüştürmekten özenle kaçınması, vurguyu ‘aşk’a yapması, onun yarattığı çerçeve içinde gezinmesi de bu filmi ‘değerli’ kılan özellikler arasında sayılabilir. Koca dünyada ‘amaçsız’ kalmış bir karakterin kaybolup gitme isteğinin uzantılarını bulduğumuz yapım, başkahraman George’un bedenindeki bütün organların yer değiştirdiğine tanık ediyor bizi, ‘parçalanmış yürek’i başta olmak üzere. Bunda Colin Firth’ün payı büyük kuşkusuz. Firth, filmin yaşattıklarının başlıca müsebbibi belki de. Sevdiği adamın ardından adeta ‘donan’ karakteri yüzünün bütün kıvrımlarıyla yaşatan aktör, kanayan gözlerinden boşalan hüznü yansıtırken kariyerinin en çarpıcı kompozisyon çalışmasını gerçekleştiriyor ve bunca yıldır romantik komedilerde harcandığını haykırıyor bir bakıma.

Sonuç olarak, kendine epeyce serbest alan yaratmış olsa da, Tom Ford’un versiyonunu neredeyse Isherwood’unki kadar sevdiğimizi söylemeliyiz. En nihayetinde, edebiyat marifetiyle doğmuş ama sinemayla yıkanmış bir çaba onunki, biraz da ‘moda’ sanatı girmiş içine tabii!

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X