ISBN13 978-975-342-644-2
13x19,5 cm, 256 s.
Yazar Hakkında
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Erkan Canan, "Bir toplumun ergenlik sıkıntıları", Radikal Kitap Eki, 25 Ocak 2008

Büyüme dönemi, her birey için başlıbaşına zorluklar barındırır. Zira, meydana gelen hormonal ve zihinsel değişim, birey kişiliğinde olağanüstü dönüşümlere sebep olur. Bunun iyi veya kötü olup olmadığını bilemeyiz. Fakat bunun zorunlu bir süreç olduğunun farkında olarak, bu durumu yaşadığımız anda, en azından daha az sıkıntı ve acı çekmek isteriz. Çünkü ne denli aklı başında veya havai olursak olalım, bu süreçte yaşadığımız olağanüstülüklere hiçbir şekilde hazırlıklı değilizdir. Her yeni durum, yarının sürekli olağanüstü bir düş gibi gözümüze görünmesi, bizi sadece şaşırtır ve korkutur. Burada dikkat çeken bir ayrıntı, bu dönemi aştıktan yıllar sonra, aslında gözümüzde büyüttüğümüz sözkonusu dünyanın, o denli abartılmayı hak edecek bir sıkıntı barındırmadığını kabul ederiz. Fakat o dönem yaşanırken, böylesi bir süreç daha önce deneyimlenmediğinden, durum her birey için biricik olarak yaşanır.

İspanyol edebiyatının önemli isimlerinden Carmen Laforet'in Hiç isimli romanı, kahramanı Andrea'nın böylesi mucizeler ve olağanüstülüklerle dolu yetişkinliğe adım atma dönemini hikâye ediyor. Fakat bu romanı, bilinen gençlik romanlarından ayıran durum, Laforet'nin kahramanı Andrea'nın iç dünyasını tasvir ederken, bunu yaşanan aile ve toplumsal koşullarla da olabildiğince harmanlayarak vermesidir. Hiç 'in yetkinliği, kahramanının gençlik sıkıntılarını anlatırken, İspanya İç Savaşı'yla alt üst olmuş, yoksulluk, açlıkla savaşan ve bu durumu aşabilmek için de elinden sadece gaddarlık gelen o zamanların İspanyol toplumunun zihniyetini eksiksiz tasvir etmesidir. Dolayısıyla Hiç, hem kahramanının yaşadığı büyüme sıkıntısını hem de yoğunluğuyla bu sıkıntıyı geride bırakan, Andrea'nın "devam eden her şey grileşiyor ve mahvoluyordu" dediği bir ailenin ve toplumun savrulduğu düşmüşlüğü yetkin bir şekilde tasvir edişiyle dikkat çekiyor. Kurgudaki metaforik anlam, sadece Andrea'nın değil, aslında savaşın yıkımını yaşamış bir toplumun yaşadığı sıkıntılardır.

Kötü zamanlar, kötü aileler

Laforet'nin kahramanı, on sekiz yaşındaki Andrea, annesinin ölümünden sonra, üniversite eğitimi almak için Barselona'ya, anne tarafından akrabalarının evine taşınır. Bu aile, önceleri oldukça varlıklı, fakat büyükbabanın savaştan hemen önceki ölümünden sonra tüm servetlerini kaybetmiş bir ailedir. Andrea'nın anlatımıyla verilen aile, isimsiz büyükanne hariç, artık birbirine karşı derin nefretler dışında, neredeyse hiçbir duygu besleyemeyen Angustias, Juan ve Román kardeşler ile Juan'ın eşi Gloria, çiftin bebeği ve hizmetçi kadın Antonia'dan müteşekkildir. Romanın en ilgi çeken yanı, aslında bu ailenin nevi şahsına münhasır bireyleri ile bu bireylerin mükemmel tasviridir. Ailede yaşanan tüm kötülükleri görmezden gelen, aileyi birbiriyle iyi geçinen bireylerden ibaret gören, kötülüklerden bihaber büyükanne; başarısız bir ressam olan, fakat sürekli ressamlık yeteneğinden ve keşfedilemediğinden dem vuran Juan; onun aksine, hem resim hem de müzik alanlarında büyük bir yetenek sahibi olan, fakat bu yeteneklerinin kötü karakterinin gölgesinde heba eden Román; geçmişte Román'la gayri meşru bir aşk yaşayan, muazzam güzelliğinin yanına cahilliğini de ekleyen Gloria; savaşın yıkıp geçtiği bu aileye artık tahammül edemeyerek kendini bir manastıra kapatan Angustias ve nihayet, siyah bir gölge gibi evde dolaşıp duran, çok az konuşan ve tek sevdiği varlık evin yaşlı köpeği Hayta olan hizmetçi kadın Antonia.

Andrea, ailenin bireyleri arasındaki çekişmeleri ve nefreti anlatırken, aslında savaşın bir toplum üzerinde nasıl etkide bulunacağının iyi örneklerini de vermiş oluyor. Çünkü, Aribau Sokağı'nda yaşayan aile bireylerinin tümünün, savaştan önce ve sonra şeklinde, keskin kopuşlarla birbirinden ayrılmış hayatları vardır. Sofrasında, neredeyse hiçbir zaman etin bulunmadığı, hergün eski günlerden kalmış bir zenginliğin izini taşıyan eşyalardan birinin satıldığı, bireylerin sadece yaşamak için mücadele ettiği bu aile, aslında savaş sonrası İspanya'sının yaşadığı büyük trajedinin birebir simgesidir. Romanı okurken, henüz on sekiz yaşında gencecik bir kız olan Andrea'nın "Şimdi omuzlarıma çok daha ağır hatıralar yüklenmişti. Biraz altında kaldığım bir yük" cümlesi okuru şaşırtmaz. Zira kendisinin, Aribau Sokağı'nda tanık olduğu olağanüstü kötülükler, onun vaktinden önce yetişkin olmasına neden olmuştur. Hiç böylece, Andrea'nın hayatı öğrenmesi ve keşfetmesi ekseninde, temelde bu ailenin trajik hikâyesini anlatıyor.

Burada ilgi çeken ayrıntılardan biri, büyükannenin gözünden ailenin görünme biçimidir. Parçalanmış bir ailenin bu en eski üyesinin, çocuklarının hiçbir kötülüğünü görememesi, üstüne üstlük onları birer iyilik timsali olarak algılaması, kendisini kurgudaki en ilginç karakterlerden biri kılar. İlerleyen sayfalarda önemli roller üstlenecek olan Román karakterinin, "Bu iğrenç ve güzelim dünyada, hangi insana tahammül edecek kadar fazla ilgi duyacaksın?" cümlesiyle ifade ettiği gibi, aslında uzun bir süre önce parçalanan, fakat beraber yaşamakta ısrar eden, aynı zamanda aralarında sevgi bağı bulunmayan aile bireyleri, yaşlı kadının gözünde hep iyi, şefkatli ve sevecendir.

Andrea'nın beraber yaşadığı aile dışındaki hayatı ise kendisi için biricik sosyalleşme aracıdı. Dolayısıyla, üniversitede tanıdığı arkadaşları, daha sonra bu arkadaşları aracılığıyla ilişkiye geçtiği sanat camiası, özellikle de üniversitede Ena isimli karakterle kurduğu yakın ilişki ve güzelliğiyle kendisini büyüleyen bir şehir olan Barselona, romanın ikincil konularını oluşturuyor. Bu sosyal ilişkiler Andrea için, sadece acı bir deneyimden ibaret olan aile yaşamından kurtulma çabasından başka bir anlama gelmez. Çünkü üniversite hayatında kurduğu arkadaşlıklar, sadece nefretin egemen olduğu aile yaşamında tanık oldukları sonucunda yitirdiği özgüvenini azıcık da olsa telafi etme görevi üstlenir. Fakat bu arkadaşları arasında yaşadığı sınıfsal fark, hayatını daha da içinden çıkılmaz bir hale getirir. Okuldaki zengin çocuklar arasında bocalayan Andrea, bir şekilde onların aileleriyle de tanıştıktan sonra, aralarında ne denli muazzam bir uçurumun bulunduğunu görecektir. Dolayısıyla ilk etapta, önemli bir sosyalleşme aracı olan bu arkadaşlıklar, Andrea'nın "Hayatımın her bir neşesinin bir talihsizlikle dengelenmesi gerektiğini düşündüm," cümlesiyle de ifade ettiği gibi, kurgunun ilerleyen sayfalarında kendisi için büyük bir hayalkırıklığına dönüşecektir.

Hiç'in, özellikle Laforet'in sağlam hayal gücü, trajikomik unsurları kullanmadaki ustalığı, sağlam karakterleri ve dönem ruhunu iyi yansıtan üslubuyla öne çıktığını vurgulamam gerekiyor. 1921 yılında Barselona'da doğan Laforet'nin bu ilk romanı, kendisi henüz yirmi üç yaşındayken yayımlandı ve ona kısa sürede dünya çapında ün getirdi. Hiç, yayımlandıktan bir yıl sonra, 1945 yılında Nadal Ödülü'nü, 1948'de Fastenrath Ödülü'nü aldı. Laforet'nin bundan sonra kaleme aldığı eserler hep bu ilk romanın gölgesinde kaldı. Son olarak, Hiç 'in anlatıcısı Andrea'nın Laforet'yle otobiyografik benzerliklere sahip olduğunu söylememde fayda var. Çocukluğunu Kanarya Adaları'nda geçiren Laforet de, annesi öldükten ve babası da yeni bir evlilik yaptıktan sonra, on sekiz yaşında, Barselona'daki akrabalarının yanına taşınıp burada üniversiteye başlamıştı.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X