ISBN13 978-605-316-420-3
13x19,5 cm, 216 s.
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Önsöz, s. 9-11

Tarihin gerçek varlığı sadece bir gölge yapar

ve onu da kolektif bir kurgu biçiminde yapar.

Hans Magnus Enzensberger,

Anarşinin Kısa Yazı

1990’ların başı, Kadıköy Akmar Pasajı’nın üst katı. O dönemde Akmar, yeni yeni serpilen “Kadıköy müzik sahnesinin” merkez üslerinden biri olmaya başlamasının yanı sıra, ucuza ikinci el kitap alabileceğiniz sahaflarla dolup taşıyordu. Şimdiki gibi türlü çeşit sınava hazırlık için test ve ders kitapları pazarlayan dükkânlarla tıklım tıkış değildi. Hafta sonları Suadiye’den düzenli olarak pasaja gider, “solcu sahafların” yanında vakit geçirirdim. Evde kitap, özellikle edebiyat kitapları okunmaz değildi, ancak sol neşriyat hemen hiç yoktu. Sahaf ziyaretlerinden birinde karşıma George Orwell’in Katalunya’ya Selam’ının epey temiz bir nüshası çıktı. Daha önce alıp şöyle bir karıştırdığım Proudhon’un Mülkiyet Belası dışında anarşizmden habersizdim.

Katalunya’ya Selam’ın sol hafıza açısından en değerli yanı 1937’de tepe noktasına ulaşan “iç savaş içindeki iç savaşı” gözler önüne sermesi. Bir yanda Troçkistler, anarşistler ve bağımsız komünistler, diğer yanda Stalinciler, onların dümen suyuna giden Katalan Sosyalist Partisi (PSUC) arasındaki çarpışmanın İspanya’ da II. Cumhuriyet’in yenilgisini nasıl ivmelendirdiğini Barcelona şehrinin gündelik hayatından film gibi sahnelerle anlatmasıdır. Ancak, ergenliği yeni geride bıraktığım o dönemde esas ilgimi çekenin bu kısım olmadığını iyi hatırlıyorum.

Kitapta asıl takıldığım mesele Orwell’in Barcelona ile ilgili yaptığı şu tespitti: “İşçi sınıfının iktidarda olduğu bir şehri ilk kez görüyordum.” Üstelik bu tespit kuru laftan ibaret değildi, kentteki tüm özel araçlar, oteller, lokantalar, barlar kolektifleştirilmiş, biraz kent dışına çıktığınızda, Katalan kırsalında, özel mülkiyet ve dahası para ortadan kalkmıştı. Bunları okuduğumda zihnimde başka bir âleme kapı aralandığı hissi dün gibi aklımda.

Koyu bir sohbet

2008 bahar aylarından birinde, güneşli bir akşamüstü. Hans Magnus Enzensberger’in üç kez ölüm cezasına çarptırılmış, defalarca hapisten kaçmış, kapitalist patronların azılı düşmanı, tarihin belki de en meşhur anarşist eylemcisi Buenaventura Durruti’nin hayatını kaleme aldığı, Durruti’nin yoldaşlarının, dostlarının tanıklıklarından, kısacası solun müşterek hafızasından kurguladığı “macera romanı” Anarşinin Kısa Yazı Durruti’nin 1936 sonbaharındaki cenaze töreniyle açılır. Barcelona tarihinin görüp göreceği bu en kalabalık, yüz binlerin sessiz bir matemle anarşist yoldaşlarını uğurladığı tören –yürüyüşte sadece Durruti’nin Fransız sevgilisi ve onunla şahsen tanışmamış yaşlı bir işçi ağlamıştır– iç savaş öncesi kentin finans merkezi konumundaki şaşaalı Via Laietana Caddesi’ndeki saygı duruşuyla başlar.

O bahar akşamı Via Laietana Caddesi üzerindeki bir kooperatifin penceresinden dışarıya bakarken, bu sahne aklımdan geçmiş miydi acaba, hatırlamıyorum. Ancak şu hafızamda yer etmiş: İç savaş sırasında Orwell’in de kaldığı kolektifleştirilmiş Concordia Oteli’ne kuş uçuşu beş yüz metre uzaklıktaki, Franco faşizminin darmaduman ettiği Katalan kooperatifçilik hareketinin son otuz yılda küllerinden yeniden doğuşunda önemli nirengi noktalarından biri olan L’Apòstrof İletişim Kooperatifi’nin ofisinde, angaje ortaklar arasında ilk defa “dayanışmacı sosyal ekonomi” tamlamasının içini dolduran koyu bir sohbete kulak verdim.

Bu kitaba önsöz yazmak için ısınma turları atarken aklıma ilk düşen şey antropolog David Graeber’in liberal değer kuramını hayranlık uyandıran bir içerik ve üslupla, farklı üretim, mübadele biçimlerini, para kullanımlarını gösteren tarihsel anlatılarla yerle yeksan ettiği Değer Teorisi kitabının “Teşekkür” bölümündeki bir tespitti: “Mantıklı olan, şimdiye kadar tanıdığım herkese teşekkür etmek belki de, çünkü fikirlerinizin aslında nereden geldiğini asla bilemezsiniz.”

Tespitin ikinci kısmına bir ilave yapalım: Fikirler tıpkı birçok hadise gibi genellikle başımıza gelir. Spinoza’nın Etika’sından şu alıntı Boğaziçi Felsefe Bölümü’nde ilk kez karşılaştığımdan beri dönüp dolaşıp kapımı çalar: “...zihnin özgür bir kararıyla konuştuklarını veya sessiz kaldıklarını ya da herhangi bir şey yaptıklarını zannedenler gözleri açık rüya görürler.”

Eklemek şart, Spinoza bir kaderci değildi. Aksine, bilincin kendisini ilk neden olarak vehmetmesine (Gilles Deleuze buna “özgür kararlar yanılsaması” diyor) karşı çıktığımız ölçüde içimizden fışkıran eyleme kudretini mümkün mertebe düzenleyebileceğimizi, kederli tutkulardan kurtulduğumuz oranda fikirlerle fikirlerin karşılaşmasını örgütleyebileceğimizi düşünüyordu. Bu da bizi ikinci tespite getiriyor: Başımıza gelen fikirler kolektiftir ve “en şahsi hatıralarımız bile içinde yaşadığımız topluluğa sıkı sıkıya bağlıdır”.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X