 | | ISBN13 978-605-316-434-0 | | 13x19,5 cm, 208 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Fatmagül Berktay, "Bir 'Devam Ağacı'", s. 13-15 Murathan Mungan yazınıyla Cenk Hikâyeleri kitabıyla tanıştım ve vuruldum. O zamandan itibaren “benim yazarım” oldu. Zamanında yazdığım kısa değerlendirmede şöyle demişim: “Mungan, var olmak ile olmamak arasındaki ince çizgide kendini ve başkalarını sorguluyor. Bütün öykülerinde kendini alttan alta duyuran izlek... erkek olmanın veya olamamanın anlamı. Edebiyatımızda bu sorgulamanın böylesine bilinçle yapıldığı başka bir ürün okuduğumu hatırlamıyorum (Belki de, kadın olmanın anlamı kafamı kurcaladığı için bana daha çarpıcı geliyordur. Okumak eylemi, aslında ne kadar öznel ve göreli bir süreç).” [1] Devamında da “Hayatı yoğun ve derin yaşayan bütün insanlar gibi Mungan da bir ‘hayat yorgunu’: ‘Bütün büyük düşler beraberinde lanetli serüvenler getiriyordu.’ Ama hayata yenik düşmüyor, yaşadıklarını başka bir tür söyleme dönüştüren öyküleri ve şiirleri bunun hem tanığı, hem de kanıtı. Sevdanın zulme, kavuşmanın ayrılığa, dostluğun ihanete, hükmetmenin köleliğe dönüşmesi gibi hayat da yazına dönüşüyor ve ona egemen oluyorsunuz.” [2] Benim de hayata egemen olmaya ihtiyaç duyduğum zamanlarmış herhalde. Kitaba böylesine vurulmamın önemli bir nedeni bu olmalı. Daha sonra Murathan’la yolumuz Söz gazetesinde kesişti, daha doğrusu ben yazarımla birlikte olabilmek için Söz’de çalışmak istedim. [3] Gazetenin serüveni kısa oldu ama bana Murathan’ın arkadaşlığını armağan etti. Hep minnet duymuşumdur. Şair ve yazar Mungan elbette Türkçenin büyük bir ustası ama aynı zamanda gerçek bir kamusal aydın ve bu niteliğiyle hep çok önemli oldu. Kamusal aydınlar, uzmanlaşmış bilgi üreten akademisyenlerin aksine geniş anlamda toplumu etkileyen görüşler paylaşan entelektüellerdir. Ancak onları salt şu ya da bu “mahalleyi” etkileyen kanaat önderleri ile karıştırmak doğru olmaz. Alışılagelmiş toplumsal normları sorgulayan ve verili olana, özellikle de iktidara karşı tavır alıp insanları düşünmeye, tavır almaya ve eleştirdiği olguları değiştirmeye çağıran kişidir kamusal aydın – ve bu niteliğiyle akademi ile toplum arasında köprü görevi görür. Mungan da denemeleriyle, çeşitli toplumsal ve siyasal olgular karşısında aldığı kamusal tavırlarla beni bir siyasal bilimci olarak ilgilendirmenin ötesinde zihnimi açtı, hatta bazen benim için pusula görevi gördü. [4] Son kitabım olan Düşünme Etiği’ni kotarmaya çalışırken, kendisi bilmez ama, onunla ne çok konuştum. Devam Ağacı kitabının Önsöz’ünde şöyle der: “Benim için önemli hayat düsturlarından biri kişinin kendine seçtiği yolda devamlılık göstermesidir. Gene de çıkılan yolda dikkati elden bırakmamak gerekir. Pek çok kişi yürüdüğü yolu hâlâ aynı yol sanır. Oysa yol çoktan değişmiş ya da yıllar içinde yol onu değiştirmiştir. Kendine yönelik farkındalık bilinci gelişmemiş ya da bu konuda kendini ketlemiş kişiler hayatta olduğu gibi sanatta da yollarını kaybederler.” [5] Ve asıl önemli olan yıkılmayıp ayakta kalmak değil, nasıl ayakta kaldığının hikâyesidir. Yani, “o süreçte nelere, kimlere eyvallah dediğinin bir önemi yok mudur? Sen ayağa kalkarken başkalarını çöktürmek, bir zamanlar seni ezenlere benzemek, her türlü pisliğe bulaşmak da bu hikâyenin bir parçası olamaz mı?” [6] Düşünme Etiği’nde “kişilik/karakter adını verdiğimiz şey insanın doğal niteliklerine değil, ‘kendisinin kendisiyle yaptığı şeylere’, tutarlı bir ilkeler bütününe, bir ethos’a dayanarak farklı durumlarda aldığı tavırlara bağlıdır ve ancak belirli zaman süresi içinde inşa edilip görünür hale gelir. İnsan oluş biyolojik bir olgudur, kişi olmak ise bilinçli bir edim, seçilerek ulaşılan bir şeydir,” diye yazmıştım, Kant’a ve Arendt’e dayanarak. [7] Mungan ise Devam Ağacı’nda bunu şöyle ifade ediyor: “Kişi hangi yaşta, ömrünün neresinde olursa olsun hâlâ dal uçları fışkın veriyor, büyümesini sürdürüyorsa, kökleri sağlamlaşıp dalları salkım tutuyorsa devam ağacı demek gerektir ona.” [8] Fikir çok benzer ama edebiyatçı ile akademisyen farkı işte böyle bir şey! Evet, ömrümüzün neresinde olursak olalım köklerimiz sağlamlaşmıyorsa, dallarımız fışkın vermiyorsa, “kendimizin karikatürüne” dönüşmemiz gerçekten çok kolay. Yaşadığımız dönemde bunun can acıtıcı örnekleri her zamankinden daha yaygın. Notlar [1] İkibine Doğru dergisi, Ocak 1987; ayrıca bkz. Fatmagül Berktay, Kadın Olmak, Yaşamak, Yazmak, Pencere, 1991, s. 33. Metne dön. [2] A.g.y., s. 33, 34. Mungan, 2008’de Milliyet gazetesinin Pazar ekine verdiği söyleşide (13 Nisan) “hayatınızı yaralarınıza teslim etmemeyi öğrenmelisiniz,” der: “Baş edilemeyen yaralar sahiplerinde yarayı sevmeye dönüşüyor, onları çirkin bir teşhirciye dönüştürüyor. Yarasıyla oynamayı bir tür yaratıcılık, edebiyatçılık sanmak da var.” Gerçekten de aslolan yaralara ve hayata egemen olmaya çalışmak. Metne dön. [3] Ancak 6 ay yayımlanabilen Söz’ün Kültür ve Sanat sayfası editörü Mungan’dı, ben de aynı sayfanın Ankara sorumlusuydum. Metne dön. [4] Mungan, kamusal aydın olmanın hakkını vererek pek çoklarının cesaret edemediği bir şekilde eşcinsel kimliğine de açıkça sahip çıktı. Ahlakı sadece cinsellik alanının bir kavramı zannedenlere karşı, “hayatın iki kutuplu bir denkleme sıkıştırılamayacak kadar karmaşık olduğunu bilmeyenlere karşı” net ahlaki duruşunu korudu ve savundu. (Sempozyumda bu noktayı vurgulayan Fatih Özgüven’e teşekkür borçluyum.) Metne dön. [5] Devam Ağacı, Metis, 2021, s. 10. Metne dön. [6] A.g.y., s. 11. Metne dön. [7] Fatmagül Berktay, Düşünme Etiği, Metis, 2021, s. 61. Metne dön. [8] A.g.y., s. 12. Metne dön.
|