 | ISBN13 978-605-316-426-5 | 13x19,5 cm, 384 s. |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et | | Giriş, s. 15-18 Cumhuriyet(çilik) bir yanıyla antikçağdan beri tartışılagelen, düşünce tarihinin kadim bir kavramıdır; diğer yanıyla seçime dayalı halk egemenliğinin öne çıktığı yaygın bir modern devlet biçimidir. Dolayısıyla hem entelektüel üretimin sürekli bir bileşenidir, hem de hegemonik mücadelelerin temel unsuru olarak pratik siyasetin odak noktasını oluşturur. Cumhuriyet kavramının etimolojik atası olan respublica; res (işler, olaylar, şeyler, sorunlar, mal mülk, vb.) ve publica (halk, kamu) ikilisinin birleşiminden oluşmasıyla tamamen dünyevi olana, kamusal olana, ortak olana dair güçlü bir vurgu barındırır. Anlamındaki kısmi müphemliğe rağmen “cumhuriyet (république) sözcüğü ‘kamusal etkinlik’, ‘kamusal sorunlar’, ‘kamusal çıkar’, halkın oluşturduğu ortaklık ya da topluluk anlamlarını içerir” (Audier 2006: 13).* Dolayısıyla “Res publica halka ait olanın halk için halk tarafından yönetilmesidir” (Kutlu 2011: 9). [1] Heywood’a göre “cumhuriyetçilik monarşiye karşıt olarak tanımlanır. Ancak cumhuriyet terimi sadece monarşinin yokluğuna değil, kelimenin Latince kökü res publica ışığında bakıldığında belirgin bir şekilde kamusal alana ve halkın yönetimine de işaret eder” (Heywood 2017: 251). Cumhuriyetçi bir düzeni salık veren Kant’a göre ise her devletteki sivil anayasa cumhuriyetçi olmalıdır. Bu anayasa biçimi, üç temel ilkeye dayanır: Birincisi, toplumun üyeleri, insan olarak özgürlük ilkelerine göre yaşamalıdır. İkincisi, tebaa olarak hepsi tek ve ortak bir yasama gücüne bağlı olmalıdır. Üçüncüsü ise, vatandaş olarak herkes yasa önünde eşit olmalıdır. Bu üç ilkeye dayanan anayasa, halkın yasal düzeninin dayandığı ilk toplumsal sözleşme fikrinden türeyen tek geçerli anayasa biçimidir (Kant 2020: 40). Siyaset felsefesinin önemli bir kavramı olan cumhuriyetin anlamını mutlak bir kapsayıcılıkla çerçevelemek son derece güç olsa da iki farklı tanım yapılabilir. Negatif açıdan ve daha çok modern dönemde kazandığı anlamla tarif etmek gerekirse, dar manasıyla cumhuriyet, devlet yöneticilerinin kalıtsal yollarla değil seçimle işbaşına geldiği, monarşi karşıtı bir modeldir. Kavram bu “kısıtlı” içeriğe, devletin cumhuriyetle eşanlamda kullanıldığı dönemden sonra, 17. yüzyılın ortalarından itibaren kavuşmuştur. [2] İki Büyük Devrim’in ardından 18. yüzyıl sonunda “cumhuriyet rotası monarşi karşıtlığı tarafından belirlenen, erdem sahibi yurttaşların katılımıyla oluşan ve ortak iyiyi gözeten yasalara dayalı bir özyönetim biçimi olarak tarif ediliyordu” (Sezer ve Başkır 2022: 435). Fakat özellikle heybesindeki ilke ve değerlerin varlığıyla anlam kazanan cumhuriyeti bu dar çerçeveye sığdırmak mümkün değil. Bu şekilde, değerlere yapılan vurgu üzerinden oluşturulan geniş anlamlı cumhuriyet tanımı, dar anlamında eksik kalan yönleri tamamlar: “Cumhuriyet kavramı geniş anlamı içinde tanımlandığında ... eşitliğe, siyasal demokrasiye, siyasal katılıma ve kamusal ruha vurgu yapan bir siyaset tarzı anlaşılmalıdır” (Okutan 2006: 138). Bu anlamda cumhuriyet, halk egemenliği (halka ait olanın ortak çıkar doğrultusunda halk tarafından gözetilmesi), yasa, güçler ayrılığı, laiklik, katılım, yurttaş erdemi gibi bir dizi ilkeyi barındırmaktadır. Cumhuriyet, gerçek yönetimleri ya da devlet biçimlerini adlandırmanın yanı sıra, Norberto Bobbio’nun da vurguladığı üzere gerçekte var olmayan, hiçbir yerde rastlanmayan, yurtseverlik ve erdem üzerine kurulu ideal bir devlet biçimini de imler (Bobbio ve Viroli 2003: 9). Nitekim Claude Nicolet’ye (1995) göre de cumhuriyet hem kurumsal bir gerçeklik, hem teorik bir inşa hem de sürekli oluş halinde olup asla tamamlanmayan bir ruhtur. Bu çeşitliliğin bir nedeni (ve sonucu) olarak, cumhuriyetçilikten bahsedildiğinde bir kavram seti de gündeme gelir. Örneğin çalışmamızın konusunu oluşturan Fransa özelinde öne çıkan birçok kavram (halk egemenliği, eşitlik, özgürlük, kardeşlik, laiklik, evrensellik, vb.), cumhuriyete dair düşünce geleneğinin bagajıyla (özgürlük, katılım, ortak iyi, yurttaşlık, karma anayasa, vb.) iç içedir. Bu çokboyutluluk, ilişkisellik ve zenginlik, cumhuriyetin uzun bir tarihsel geleneğe sahip olmasından kaynaklanır. Kamusal olanı ilgilendiren boyutuyla cumhuriyet, farklı adlar almış olmakla birlikte, Eski Yunan’daki site yönetiminden başlayarak Roma’ya, Rönesans dönemine ve monarşi karşıtı temsil olgusunun öne çıktığı modern döneme kadar çeşitli evrelerden geçmiştir. Bu yolculuktaki her uğrak, cumhuriyetin modern dönemde kazanacağı anlamı adım adım belirginleştirmiştir. Cumhuriyetçi düşüncenin serencamını, Cemal Bali Akal’ın yerinde tespitiyle, beş farklı siyasi gerçeklik üzerinden çerçevelemek mümkün: (1) Eski Yunan’ın politeia’sı (2) Roma İmparatorluğu’nun respublica’sı (3) ortaçağ siyasi birliğini anlatan respublica (4) modern yapılanmanın başlangıcında monarşik devletle özdeşleşen respublica (5) son olarak tamamen modern bir yönetim biçimini ifade eden respublica (Akal 2002: 113). Ancak tüm bu tarihsel birikime rağmen cumhuriyetçiliğe ilişkin her teorik yaklaşımın ve tartışmanın referans noktasının Eski Yunan ya da Roma olduğu söylenebilir. Nitekim nihayetinde klasik ya da çağdaş düşünürlerin yeni arayışlara girişmelerinde de ilham kaynağı bu iki dönem olmuştur. Bu bakımdan, en genel düzeyde iki farklı tipten bahsedebiliriz: yurttaş katılımı (kamusal özgürlük) vurgusuyla öne çıkan Eski Yunan cumhuriyetçiliği ve özgürlüğü (köle olmamayı) temel alan Roma cumhuriyetçiliği. [3] Cumhuriyet(çilik), düşünce tarihi açısından önemli bir araştırma konusu olmakla kalmaz, modern bir devlet biçimi olarak gündelik meselelerin siyasi düzeye taşınacağı sağlam bir zemin de oluşturur. Modern biçimiyle cumhuriyet, yurttaş katılımına dayalı küçük kent-devletlerine özgü önceki biçimlerden farklı olarak, ulus-devlete dayalı bir temsiliyeti temel alır. Rousseau’da zirvesine ulaşan bu anlayışta, artık yurttaşın katılımı değil, halkın temsili söz konusudur. Bu anlamda Fransa, 1789 Devrimi’nden sonra inşa ettiği ve sonradan başka devletlere de örnek olan cumhuriyetçi rejimle (büyüklüğü bakımından) istisnai bir yere sahiptir. Bu kitabın temel amacı da, bu istisnailiğin ortaya çıkış koşullarını, sonrasında katettiği yolu ve nihayet günümüzde kazandığı anlamı belli sorunsallar etrafında tartışmak. Çalışma, Fransız Devrimi sonrasında deneyimlenen –cumhuriyetçi olup olmamasından bağımsız– farklı rejimlerde siyasi aktörlerin (parti, hareket ve siyasetçilerin) cumhuriyetçi düşünce bağlamında belli değerler etrafında yürüttükleri mücadeleleri odağına alıyor. Bu doğrultuda özellikle eşitlik, özgürlük, kardeşlik, laiklik, demokrasi, yurttaşlık, vb. kavramların tarihsel dönüşümüne ve deneyimlenen her cumhuriyetçi biçimin kurumsal düzeyde neye tekabül ettiğine bakılıyor. Bu sayede son dönemde cumhuriyetçilik üzerinden oluşan siyasi fay hatlarının da daha iyi kavranacağını ümit ediyorum. Zira, kitabın sonuna gelen okur, Fransa’daki güncel mücadelelerin bizzat kuruluşa kadar götürülebilecek benzer tartışma zeminlerine dayandığını fark edecektir. Ayrıca dünya çapında birbiriyle hiç bağdaşmayan yönetim biçimlerine sahip birçok ülkenin “cumhuriyet” olarak adlandırılmasının yarattığı kavramsal belirsizliği de özellikle içeriden kaynaklara ve mevcut görünüme odaklanarak Fransa pratiği üzerinden gidermeye çalışıyorum. * Çeviri ve alıntılarda gerektiğinde imla ve ifade düzeylerinde değişiklik yapılmıştır. –y.n. Notlar [1] Türkçede kullandığımız cumhuriyet karşılığının etimolojisi de bu anlama yakındır: Cumhur, Arapçada “topluluk” demektir, cemaat’ten farklı olarak seküler yananlamı ağır basar. Türkçede “cumhuriyet”in kökeni olarak “cumhur” kavramını kitabın sonunda, “Cumhuriyet Fransası ile Cumhuriyet Türkiyesi Arasında Kurulan Basmakalıp Benzerliklerin Reddi” başlığı altında ele alıyorum. Metne dön. [2] Örneğin 1576’da yazdığı Les Six Livres de la République (Cumhuriyetin Altı Kitabı) adlı eserinde Jean Bodin cumhuriyeti monarşinin karşıtı olarak değil, devletle (ve toplulukla) eşanlamda kullanmaktadır. Bu anlamda cumhuriyet devlet işlerine denk düşmekte, temelinde de aile bulunmaktadır. Ailelerin işlerinin egemen bir güce devredilmesi cumhuriyeti var etmektedir. Bkz. Bodin 1967. Metne dön. [3] David Held de buna paralel olarak gelişmeci cumhuriyet-korumacı cumhuriyet şeklinde ikinci bir ayrıma gitmektedir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Held 1998: 45. Metne dön.
|