13x19,5 cm, 172 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Şiddetin Eleştirisi Üzerine, 2010
Demokratik Anayasa, 2012
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Önsöz, s. 7-10

Radikal rock grubu Noir Desir'in son albümü "Des Visages des Figures"de "Avrupa" adlı bir parça yer alıyor. Bu parçada en hoşuma giden yan, parçanın girişindeki kâh Kuzey Afrika ritmlerini, kâh Balkan ezgilerini hatırlatan giriş kısmı. Avrupa adlı bir parçaya bu şekilde başlandığında, Avrupa hakkındaki genelgeçer düşüncelerin de dışına çıkılmış demektir. Nitekim Noir Desir grubu da bunu yapıyor. Brüksel bürokratları ve küresel şirket yöneticilerince vazedilen, yalıtılmış, beyaz, tarihi ve dini bağlarla birbirine kenetlenmiş, dünyanın en zengin ekonomik bölgelerinden birisindeki mutlu bir hayattan haberler vermek yerine, Avrupa'ya doğrudan bir eleştiri yöneltiyor:

"Sevgili yaşlı Avrupa /... aristokrat ve liberter, işçi ve burjuva, koca asırlar ve yıkılan anıtlarla renklenmiş ve süslenmiş. /... Şu an Avrupa'ya çalışıyoruz: /... Bu mu istediğin, al sana, kariyer okulları, ve işte "global business dialog" ya da "electronic commerce"in yaratıcı patronları, tünemişler sırıtarak imtiyazların üzerine /..."

Yaklaşık yirmi dakika süren bu destansı parça, Avrupa Birliği ile ilgili tüm gerçekliği olduğu gibi gözler önüne seriyor. Burada Avrupa Birliği'nin yarattığı hayal kırıklığı bütün çıplaklığıyla yer almaktadır: "Batı'nın gündüzü, Doğu'nun gecesidir. / Ben faşist değilim ama, Fransa yine de peynirlerin kraliçesidir. / Profesör Turnusol bir soytarıdır. Altı defa. / Dökülen kanlar, panayır devlerinin çay fincanlarıdır. /... Küçük manken kızlar, Avrupa'nın seçilmişleridir. S... edin güvenliği /..."

Noir Desir'in sözlerindeki sertlik Avrupa halklarının AB'ye yönelik öfkesini de yansıtıyor. Bu öfke aslında sosyal demokrat hükümetler marifetiyle sosyal devletin ortadan kaldırılmasına karşıdır. Bilindiği gibi, 1990'ların sonunda AB üyesi 15 ülkenin 11'inde sosyal demokrat hükümetler işbaşındaydı. Sosyal demokratlar AB düzeyindeki iktidarlarını doğru biçimde kullanamadılar. Bunun nedeni, Avrupa sosyal demokratlarının artık dayanışmacı ve eşitlikçi politikaları bırakıp yeni liberal ideolojinin hakiki temsilcisi olmaya soyunmalarıdır. Sosyal demokratların küreselleşme hayranlığı ve neoliberal ideolojilere yakınlığı sadece iç politikada değil, AB düzlemine de yansıyan olumsuz sonuçlar doğurdu. Nihayetinde AB açısından tarihi bir fırsat kaçırılmış oldu.

Avrupa'da yükselen yeni faşizmi ya da moda deyimle aşırı sağ popülizmi başka nasıl yorumlayabiliriz? Avusturya'da Haider'le başlayan, İtalya'da Berlusconi ve Fransa'da Le Pen'le devam eden aşırı sağa kayış, Almanya gibi ülkelerde düzen partilerini seçmenin milliyetçi duygularına hitap etme konusunda bir yarışa sürükledi. Avrupa'da merkez sağı yoketme pahasına yükselen aşırı sağ olgusunu nasıl açıklamalıyız? Sol eğilimlerin yerini sağ eğilimlere bırakması döngüsel bir gelişmeye işaret etmiyor. Aynı anda neredeyse bütün Avrupa'ya yayılan aşırı sağ yükselişi sosyal demokratların neoliberal politikalara yaslanmasına bir tepki olarak değerlendirebileceğimiz gibi, bunu Avrupa düzleminde uzun süredir yürütülen neoliberal depolitizasyona karşı sahte bir siyasallaşma olarak da görebiliriz. İster aşırı sağ popülizm, ister yeni faşizm adını verelim, Avrupa'da aşırı sağın yükselişi siyasal bir tepkiye işaret ediyor. Daha doğrusu, sahte ya da değil, siyasetin ekonomi ve hukuk tarafından ehlileştirilmesine karşı bir tepkiyi dile getiriyor.

Sosyal demokrat hükümetler ellerine geçen tarihi fırsatı kaçırarak AB'yi sosyal Avrupa mekânı içinde demokratikleştirmekten de vazgeçmiş oldular. İnsanın aklına, mevcut Avrupa oydaşmasında hiçbir değişiklik yaratmayı hedeflemeden, nasıl sol bir politika yapılabileceği sorusu geliyor. Bu soruya verilecek cevap daima olumsuz olacaktır. Nitekim sosyal demokratlar diğer konularda olduğu gibi, bu sorun karşısında da neoliberalizmin çerçevesinden çıkmayarak ağır bir bedel ödemek zorunda kaldılar. Korkarım, ödemeye de devam edecekler.

AB düzeyindeki aşırı sağ yükselişi siyasal bir tepki olarak kabul etmek durumundayız. Kuşkusuz bu tepki, sahici bir siyasal alternatif üretmekten uzaktır. Çözümü kısmi, içe kapanmacı ve dışlayıcı bir niteliktedir. Sosyal demokratlar sadece tarihi bir fırsat kaçırmakla kalmadılar, aynı zamanda Avrupa halklarının gözünde solun bir bütün olarak alternatif politika üretmedeki yetersizliğine kanıt oluşturdular. Örneğin, Fransa'da yaklaşan genel seçimler öncesinde Le Monde gazetesinin Paris'in değişik bölgelerinde yaptığı anketlerde 24 yaşın altındaki göçmen ve yoksul bir ailenin çocuğu olan genç seçmenlerden birisinin, kendi yaşıtı solcuları burjuva ailelerinin sorunsuz çocukları olarak tanımlayıp Le Pen'i kendi sorunlarına daha duyarlı olacağını düşündüğü için seçeceğini söylemesi, üzerinde uzun uzun düşünülmesi gereken bir olgu (Frankfurter Rundschau, 7 Haziran 2002).

Avrupa'da yükselen aşırı sağ her ne kadar AB'deki depolitizasyona karşı siyasal bir tepki olarak anlaşılmak durumunda olsa da, aklımızda tutmamız gereken şey, bu tepkinin hiçbir zaman gerçek bir siyasetin kurucu unsuru olamayacağıdır. Brüksel'e karşı yeni faşizm hiçbir biçimde alternatif bir demokratik siyaset olamaz. O halde herhangi bir yanlış anlamaya izin vermeyecek bir biçimde şu hususun altı ısrarla çizilmelidir: AB'yi demokratik bir siyasetin yörüngesine oturtacak olan güçler, AB içindeki sosyal hareketlerin eseri olacaktır.

AB'nin sorunları olduğu reddedilemez bir gerçeklik olarak ortada duruyor. En önemli sorun, AB'nin hâlâ gerçek bir siyasal birlik olamamasından kaynaklanmaktadır. Değişik düzeylerdeki Avrupa eliti AB demokrasisini bir haklar kataloğuna indirgemeye çalışsa da, demokrasi hiçbir zaman sadece bir hukuki mesele olmadı. O halde sorun, AB'yi gerçek bir siyasal birlik haline dönüştürebilecek demokratik bir siyaset anlayışı geliştirmekte yatmaktadır. Bunu gerçekleştirirken önceliği, Habermas'ın yaptığı gibi, bir Avrupa anayasasına vermek pek de gerçekçi değildir. Çünkü sorun, olası bir Avrupa Birleşik Devletleri kurarak kamu otoritesinin hiyerarşik yetkilerini düzenleme sorunu değildir. Avrupa halklarını dışarıda bırakıp anayasayı siyasal bir belge olmaktan çıkaran yaklaşımların, sorunun çözümü olmak bir yana, sorunun özünü oluşturduğu iddia edilebilir.

*

Türkiye'den AB'ye bakarken temel bir yanlışlık yaptığımızı düşünüyorum. AB'yle ilişkilerdeki bütün tartışma, üyeliğin bize ne getirip ne götüreceği üzerinde yoğunlaşıyor. Kuşkusuz bunda kendi başına bir yanlışlık yok. Ama en azından bize ne getirip ne götüreceğini sürekli tartıştığımız bu "garabetin" ne olduğunu da bilmemiz gerekmez mi? Tartışmaya AB eksenini de katarsak, Türkiye'nin AB üyeliğinden ne kazanacağını daha akılcı bir biçimde hesap etmenin yanı sıra, bu birliktelikten AB'nin de neler kazanabileceğini sormamız yerinde olmaz mı? Böylelikle sorunu tek yanlı ve eksik bir biçimde değerlendirme hatasından da kurtuluruz. AB tartışılırken, Kıbrıs meselesinden Gümrük Birliği'nin yarattığı sıkıntılara, AB üyeliğinin emperyalist sömürüye daha da açılmak anlamına gelişinden, üyeliğin Türkiye'nin demokratikleşmesinin tek koşulu olduğu iddiasına kadar güya Avrupa hakkında neredeyse her şeyi tartışıyoruz, ancak çoğu kez insanın aklına acaba aynı AB'den mi bahsediyoruz sorusu geliyor. AB karşıtları açısından mesele görece kolay: Bu görüşte olanlara göre, AB ulusal bütünlüğü tehlikeye düşüren Batı emperyalizminin kaynağıdır ya da bir Hıristiyan kulübüdür. Bu görüşü savunanların başvurduğu ikinci yol ise, ülke içindeki Avrupaperverlerin profiline bakarak kendilerini tanımlamalarıdır. AB'yi ülke içinde savunan kesimlerin kimliği, AB karşıtlığı için yeterli bir dayanaktır. Esasen bu yaklaşımla doğrudan bir paralellik arzetmemekle beraber, nihayetinde AB karşıtı bir başka yaklaşımdan daha sözedilebilir ki, bu yaklaşım ulusüstü siyasal birliklere ilke olarak karşı değildir, ama AB'ye karşıdır. Ulusal kaygılarla etnik, kültürel, dini ve siyasal kaygıların çoğu zaman içiçe geçtiği birinci yaklaşımla kıyaslandığında, ikinci yaklaşımın avantajı AB karşıtlığını tamamen siyasal gerekçelere dayandırması ve olası başka alternatifleri gündeme getirmesidir.

Noir Desir ile başladık, onunla bitirelim. Roll dergisiyle yaptıkları söyleşide "AB Türkiye'deki farklı kesimler için demokratikleşmeyi ve ABD hegemonyasına karşı bir gücü temsil ediyor. AB bizim gibi ülkeler için bir umut kaynağı olabilir mi, yoksa bütün bunlar bir yanılsama mı?" sorusuna şu şekilde karşılık veriyorlar: "... AB'ye girme doğrultusunda çalışanlar neden Avrupa'ya girmek istediklerini sorguladıkları sürece bir umut olabilir. ... Ama AB'nin de aynı kaygıları paylaşması lazım. Ve asıl dertleri kendi çıkarları ve egemenlikleri değil, bunlar olmalı. ... Avrupa'ya yönelik beklentileriniz Brüksel'in teknokrat söyleminde yeterince yer bulamıyor. O çok yapısal bir söylem, en ufak bir ütopyadan, anlamdan yoksun. ... Avrupa fikri politik olarak neredeyse bir hiç, tamamen ekonomik bir yapı. Evet, şimdi ortak bir paramız var ve tek diyebileceğimiz şu: Ee, n'apalım? Ama en azından bütün bu anlamlı beklentileri Avrupa'nın kalbinde biraraya getirmeyi ve öyle bir denge kurmayı deneyebiliriz..."

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X