ISBN13 978-975-342-672-5
13x19,5 cm, 248 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Kırılgan Hayat, 2005
Çatışan Feminizmler, 2008
Mülksüzleşme, 2017
Şiddetsizliğin Gücü, 2022
Ne Menem Bir Dünya Bu?, 2024
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Hande Öğüt, "Bir altüst oluş", Radikal Kitap Eki, 11 Temmuz 2008

Bu yılki Eşcinsel Onur Haftası, binlerce insanın katıldığı LGBTT Onur Yürüyüşü ve Hormonlu Domates Ödül Töreni’yle sona erdi. Gay, lezbiyen, biseksüel, travesti ve transeksüellerin yanı sıra yüzlerce destekçi heteroseksüelin bir karnavalı andıran yürüyüşünde ‘sokaktaki’ insan şaşkındı. Çünkü yürüyenlerin çoğunun kadın mı yoksa erkek mi olduğuna dair bildikleri hiçbir gösterge yoktu yüzeyde. Sabit ve olağan kültürel algıların yanıldığı, gördüğü bedeni kesin olarak okuyamadığı an, karşılaştığı bedenin bir erkeğe mi yoksa kadına mı ait olduğundan emin olamadığı andı. Bu kategoriler arasında yalpalama hali, söz konusu bedenin deneyiminin teşkiliydi tam da. Kadın gibi giyinmiş bir erkek veya erkek gibi giyinmiş bir kadın gördüğünü düşünüyorsa insan, bu algılardaki ikinci terimi toplumsal cinsiyet ‘gerçekliği’ olarak görüyordur, yani, benzetmeyle devreye giren toplumsal cinsiyetin ‘gerçeklikten’ yoksun olduğu, yanılsamalı bir görünüm teşkil ettiği düşünülür. Görünürdeki bir gerçekliğin bir gerçekdışıyla eşleştiği bu tür algılarda neyin gerçek olduğunu bildiğimizi düşünür ve toplumsal cinsiyetin ikincil görünümünü salt yapıntı, oyun, aldatma ve yanılsama addederiz. Kategoriler tartışmaya açıldığında toplumsal cinsiyetin gerçekliği de krize girer Judith Butler’ın belirttiği gibi... İşte bu da ‘gerçek’ addettiğimizin, toplumsal cinsiyete dair doğallaştırılmış bilgi olarak başvurduğumuzun aslında değiştirilebilecek ve üzerinde oynanabilecek bir gerçek olduğunu kavramamıza sebep olur. Nedensellik çizgisini karmakarışık hale getirerek, heteroseksüellik adına ‘asıl olma’ savlarının yanılsamalı niteliğini ortaya koyarak heteroseksüel kimlikleri paniğe sokan bu belirsiz cinsiyet kalabalığı karşısında halkın tepkisine Judith Butler’ın şahit olmasını dilerdim; ‘Hepsi ibne’ cümlesini duymasını da tabii...

Bir bebek doğduğunda, yasanın ‘kız’ ya da ‘erkek’ nidasıyla onu çağırdığı an kurduğunu, biyolojik cinsiyetin de toplumsal cinsiyet gibi inşa edilmiş, verili bir alan olduğunu düşünen Butler’a göre cinsiyet kategorisi, kaçınılmaz biçimde regülatiftir. ‘Hey sen ibne’ şeklindeki incitici seslenişin aynı zamanda incitilene incinmeyi farklı bir biçimde tekrar etme olanağı sunduğunu ve böylelikle onu, incinmenin yarattığı travmanın yörüngesinde kalmaya, mahkûmiyeti aşmaya muktedir kıldığından söz eder Butler. Tacizin terimlerini yeniden anlamlandırma imkânı ise sınır aşımı, tekrar ve abartıdır. Yasanın yeniden konumlandırılması, kimliklerin geçişkenliği ve algının bulanıklaştırılmasıyla sağlanabilir ancak. Kültüre ve dile içrek cinsiyet kavramını altüst etmek için karşı durmaya zorlandığı güç matrisi içinde başka cinsel geçiş formlarının yeniden ele alınmasını gerektirmektedir.

Kanımca dilimize ilk çevrilmesi gereken, çünkü Judith Butler’ın kavram ve kavrayış dünyasına bir giriş niteliği taşıyan ve 1990’da yayımlandığında feminist kuramda ve toplumsal cinsiyet araştırmalarında çığır açan, queer kuramın öncü metinlerinden Cinsiyet Belası’nda Butler, cinsiyetin ne ölçüde ‘doğal’ olduğunu sorgulayarak cinsiyetin performatif yapısına dair kışkırtıcı savını ilk kez ortaya koyar. Toplumsal cinsiyetli bir öz beklentisi, kendisinin dışında konumlandırdığı şeyi üretir. Performatiflik tek seferlik bir edim değil, tekerrür ve ritüeldir, beden bağlamında doğallaştırılmasıyla etkilerini gösterir, bir bakıma, kültürel olarak sürdürülen zamansal bir süreç olarak kavranmalıdır. Performatifliğin ritüel boyutu mefhumunun, Pierre Bourdieu’daki ‘habitus’ kavramıyla ilişkili olduğunu ancak bunu kitabı yazmayı bitirdikten sonra fark ettiğini belirtir Butler. Bourdieu felsefesinin temel kavramlarından habitusa kısaca değinecek olursam; edinilmiş olan, ancak daimi yatkınlıklar şeklinde bedende kalıcı bir biçimde cisimleşmiş olan şeydir habitus. Alışkanlık (habitude), kendiliğinden tekrarlanan, mekanik ve üretici olmaktan çok kopyalanan bir şey iken habitus yaratıcı bir kiplik sunar. Bir tür düzenlenmiş doğaçlamayı anıştıran habitus, dışsallığın içselliği ve içselliğin de dışsallığı kavraması yoluyla birey ve toplum arasındaki mevcut düalizmi (ikiliği) feshetmemize yardımcı olan aracı bir kavramdır. Cinsiyet Sorunu , Butler’ın queer kavramına dair görüşlerini de ortaya koyduğu ilk metindir ki habitus, bu görüşün temel taşı sayılabilir. 1980 sonlarından başlayarak gelişen Q teori, postyapısalcı kuramın eşcinsellik alanına uygulanması olarak düşünülebilir. Temelini Foucault’nun görüşleri oluşturan, Deleuze’ün kadın-oluş, akışkanlık, aradalık temalarından, Derrida’nın ‘ek’ (supplement) kavramından ve Lacan’ın merkezini yitirmiş kimlik modelinden esinlenen çoklu, çelişkili, parçalı, tutarsız, istikrarsız ve akışkan kimlikleri savunan Q teori, homofobik yaklaşıma karşı çıktığı gibi onaylayıcı, olumlayıcı eşcinsel yaklaşımı da eleştirir. Biseksüelliği, cinsiyet ötesi olanı, transvestiliği, transeksüelliği, muğlak cinsellikleri öne çıkararak.gay ve lezbiyen kimlik politikalarına karşıdır çünkü kapalı bir cemaat içinde, tek bir kimliğin mutlaklaştırılması, adlandırılanı yeniden üretmeye mahkumdur. İktidardan kaçış çizgileri muradıyla Q, sürekli bir oluş hali içinde olan heterojen bir olasılıklar çokluğunu, ütopik bir negatifliği arar. İktidarlaşmaya başladığı noktadan itibaren kendini yıkar ve başka bir yerde başka bir biçim altında yeniden ortaya çıkar.

Feminizm ile ayrılık

Feminist düşünce ve hareketin temeli olarak görülen ‘kadın’ kimliğinin hangi varsayımlar üzerinden mümkün kılındığını, ne ölçüde tutarlı ve istikrarlı olduğunu da sorgulayan Butler bu kitaptaki asıl derdinin feminist edebiyat kuramında çok yaygın olan heteroseksüel varsayımı eleştirmek olduğunu belirtiyor. Toplumsal cinsiyetin anlamını erilliğe ve dişilliğe dair basmakalıp fikirlerle sınırlı tutan görüşlere karşı çıkarak toplumsal cinsiyetin anlamını kendi pratiğinin önvarsayımlarıyla sınırlandıran her feminist kuramın, feminizm içinde dışlayıcı toplumsal cinsiyet normları oluşturduğunu, bunların çoğu kez homofobik sonuçlar doğurduğunu ileri sürer. Feministler için kadın olarak ve kadınlar adına konuşmanın politik gerekliliğini sorgulamaz ancak feminist politikanın radikal demokratik güdüsü feda edilmeyecekse, ‘kadın’ kategorisinin olası çekişmelere açık bir alan olarak anlaşılması gerektiğini savunur. ‘Kadın’ın anlamının temeli olarak ‘kadın bedeninin maddiliği’ni ve ‘cinsiyetin maddiliği’ni öne süren iddialara karşı Butler, yine böyle ifadelerin kullanılmasının doğuracağı politik sonuçlar üzerinde durur. ‘Cinsiyetin maddiliği’ni kabul etmekle doğacak politik sonuçlardan biri, cinselliğin dayattığı şeyi kabullenmektir: “Cinsiyet kategorisi, üreme cinselliğini zorunlu bir düzen olarak korumak için, bedenlere bir ikilik ve tekbiçimlilik yükler.”

Elbette tüm bu teorilerin belkemiğini toplumun, toplumsal değerlerin dilsel yeniden kurulumu ve aktarımı oluşturur. İktidarın konumunun yerinden oynatılması için abartı ve taklit kadar dildeki ayrımcı, ırkçı, şiddet yapılarının sökülüp atılması gerekir.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X