ISBN13 978-975-342-720-3
13x19,5 cm, 272 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Siyasalın Kıyısında, 2007
Özgürleşen Seyirci, 2010
Tarihin Adları, 2011
Cahil Hoca, 2014
Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?, 2018
Kurmacanın Kıyıları, 2019
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Semih Gümüş, “Kendi yoksullarını yaratanlar...”, Radikal Kitap Eki, 14 Mayıs 2010

İnsanın düşünen hayvan olduğu, doğadan verilmiş bir gerçek mi? Sokaktaki insan bir adım sonra atacağı adımı bütün boyutlarıyla düşünüyor mu ya da daha ötesi, yalnızca yaşadığı ânı düşünmeye ve kendinden yukarıda bulunan her türlü yetkenin buyruğunca davranmaya koşullananlar düşünerek mi yaşıyor?

Bu soruları sormanın kolaylığı, yanıtların zorluğunu ortadan kaldırmıyor? Düşünmeyi toplumun kimi bireylerine özgü kılarken, kimilerinin işi olmaktan çıkaran güç nedir? Toplumsal işbölümünün hem kendiliğinden, hem de onu derinleştiren yapıcı yetkelerin elinde derinleşmesi, en altta kalanların düşünmesini hem gereksizleştirdi, hem olanaksızlaştırdı. Kimse kendi isteğiyle düşünmeden yaşamayı seçmedi, ama zaman, belki de bütün zamanların en sert ve bazen kötücül dişlisi, insanın hayat dairesini sakatlayan görünmez güç, düşünmesi olanaksızlaştırılan kesimleri siyasal sistemin dışına da çıkarmış oldu.

Jacques Rancière, Filozof ve Yoksulları kitabında, tarih boyunca filozofların, Platon’dan Marx’a, yoksulları ve işçileri yüceltir görünürken onların verili koşullarını mutlak kabul ettiklerini, böylece kendi yoksullarını yaratarak kurdukları felsefelerin düşünsel temellerini oluşturduklarını belirtiyor. Jacques Rancière de yaratıcı düşüncenin, yetkinliğini uzaktan izlerken gördüğümüz pırıltıları arasında. Filozof ve Yoksulları, aslında içinde yaşadığımız düşüncelerin, düşünmediğimiz hangi yanları, boşlukları olduğunu gösterirken, düşüncenin sınırlarının zaman içinde nasıl geliştiğini gösteriyor.

Harcına ne katıldıysa

Platon ve benzer biçimde Sokrates, ağır işlerde çalıştıkları için yurttaşlık görevlerini yapamayacağına hükmettikleri bireyleri koruma amacıyla onların devlet yönetiminden ayrı tutulması gerektiğini savunuyordu. Adaleti ve yönetimi paylaşan nitelikli insanlar, demokrasinin kurucuları ve kollayıcıları olarak toplumda öne çıkmaya hazırsa, düşünme yetileri dondurulmuş yoksullar da geride kalmaya hazırdır. Söz konusu olan: “Elbette hakiki filozoflar: büyükbaş ya da ödül avcıları değil, sürü yetiştiricileri; görünüş zanaatçıları değil, hakikat işçileri.” Dolayısıyla toplumda saygınlığın en çoğu hakikat işçilerine, yani toplumun en değerli bireylerine düşer. “Kalikles en iyi ve güçlülerin öbürlerinden daha fazlasına sahip olmaları gerektiğini iddia eder.” Sonra bir adım daha atıp hayatın ve yaratıcılığın sahibini altın kakmayla saptarız: “Filozof doğanın ve yalanın uzmanı olacaktır. Tamı tamına bir ruh mühendisi.”

Bu “ruh mühendisliği” terimini saptayalım. Ham meyveyi olgunlaştıran yapıcılar, tarlada gdo’lu ürünlerin mühendisliğine ne kadar yatkınsa, toplumsal hayatta da hiyerarşik bir düzen kurmaya o kadar yatkındır; felsefeci altta kalanın konumunu verili kabul eder, ama iş siyasal hayata gelince, orada zor kullanmak da gerekebilir. Bunlar biliniyor mu? Tam bilinseydi, tersine davranmak da gerekmez miydi? Ötekileri bir yana bırakalım, onlar belki benim ilgi alanımın daha dışında, ama Marksizmin, doğuşuyla birlikte Avrupa’nın yaşadığı siyasal ve ekonomik bunalımın boşluğuna kararlı ve yığınsal yürüyüşü, yukarıdakilerle aşağıdakiler arasındaki ayrımların bu yakada bile rasyonalize edilmesine neden oldu. Bilmedikleri için mi böyle almayı uygun görmüştür filozoflar ve biliciler, yoksa onların yalanları arasında mıdır bu da?

Evet, yücelik katına çıkmış büyük düşünceler, Marksizm de içinde, o “Fenike” hikâyesine dayanırken, “üç maden efsanesi”ne yığınları da inandırdı: “Siz şehirdekiler, hepiniz kardeşsiniz, diyeceğiz onlara hikâyemizde. Ama sizi yaratan tanrı hükmetmeye yatkın ve değerli olanlarınızın harcına altın kattı. Siteyi savunan askerlerinkine gümüş, işçilerin ve diğer zanaatçılarınkine de demir ve tunç.”

Bu arada harcına altın ve gümüş katılmış düşünenler ve savaşanlar sınıfının yoldaşı konumunda çalışan demir ve tunç alaşımlı bir kalabalık da vardır her zaman ve onların, Marksizmle kazanılmış saygınlığı yarım yüzyıllık iktidara dönüştüren önderliğe aday olması bile düşünülmemiştir. Peki bu sorun neden sorgulanmamış, bunun da tersine, olası tek olumlu çözüm olarak görülegelmiştir? Jacques Rancière, mitin işlevinin sosyalizmin kendisi ne kadar gerçekse, aldığı iktidar o kadar mitiktir, yönetenleri ve iktidarın koruyucularını yozlaşmaktan kurtarmak olduğunu belirtiyor. Demek ki yozlaşma olasılığının gücü, iktidardan, dolayısıyla “tanrısal altın sahipliği”nden uzak durmayı öğütler.

Düşünenin düşünememesi

Öyleyse birer koruyucu ve çalışan olmak yerine, iktidara dokunup elini kirletmek, sonunda insanı kendi eski konumuna karşı nefret duymaya, iktidar dalaverelerinden yararlanan bir özneye dönüştürecektir ve bundan büyük günah düşünülemez. Kul olunmalı ki, günah işlemeye neden olabilecek bütün nedenlerden de ari kalınmalı...

Jacques Rancière, kışkırtıcı düşünme biçimiyle, “komünizm yalnızca şehrin koruyucularının oluşturduğu seçkinler için tasarlanmış bir sistemdir” demekle yetinmiyor; “Komünizm sınıfsız toplumdaki kardeşlik değil, emek ve mülkiyetin mantığından ideal olarak sıyrılmış bir sınıf tahakkümünün yarattığı disiplindir,” de diyor. “Adaletli şehrin Kolomb yumurtası budur: İşçiler, askerler ve komünizm filozofları henüz buradan çıkamadılar.”

Sosyalizm, militan işçilerin ve aydınların önüne sıradan bireyler olmaktan çıkmanın yollarını göstermekle yetinmedi, onlara bunu gerçekleştirme olanağı da sağladı. Gelgelelim, militan, örgütlü sosyalistin paradoksu, düşünürlük katına çıktığında sosyalist hareketin yöneticisine dönüşürken, düşünsel donanımını yetkinleştirmek bir yana, o düşünsel yetkinliğini kullanamaz duruma gelmesidir. Komünist parti, doğası gereği düşünceyi dogmalaştırıp topyekûn savunulacak programlar ve politikalar ürettiği için, içindeki bireylikleri hiçe sayıp bağımsız düşünme biçimlerini gereksizleştirir. “Zanaatçı mucitler, kardeşlerini intihara zorlayarak kurtarır.” Kardeşler, yani Rancière’e göre, “zincirlerinden başka kaybedecek şeyi olmayan” proleterler mülkiyeti kaldırırken kendi koşullarını toplumun genel koşuluna dönüştürmekten başka bir şey yapmadıkları için, başkaları adına karar vermiş, yapılması gerekenleri de o başkaları adına yapmıştır. Mülksüzleşmek, proletere kimliğini kazandıran etmendir, ama ulusun bütün bireyleri mülksüzleşmeden proleterlerin mülksüz kalmaya nasıl gönül indireceği, Marksizmin de karşılığını tam veremediği açmazlardan. Proleter, zenginlik üretirken kendisini zenginlikten arındırdığı bu üretim sürecinin sonunda, kendisi için düşünenlerin iktidarını hangi koşullarda desteklemeyi sürdürür? Zaman, bu açmazın çözümünün zorluğunu da gösterdi.

Sonunda proletarya için de bir tabula rasa zorunluluğu çıkar gelir bütün ulusun önüne. Ulus diyoruz, ama bugüne dek hangi ulus topyekûn aynı düşünme ve davranış biçimine razı olmuştur, bu da önemli bir belirsizlik. Bir sosyalist ulus yaratmak, acaba hangi ütopyanın ilgi alanında, gerçek olmayan bir gerçeklik kazanmış ve yaratıcı düşüncenin bu düzeydeki varoluş biçimi hangi Marksizmin konusu olmuştur?

Burada Rancière’ce bir kötülük tanımı var ki, yorumlanması yararlı olur: “Kötülük, kurama göre, kendi mesleğinde eli kolu bağlanmış işçilerden gelmez. Örgütlenmenin ve üretimin en iyi askerleri daima onlardan çıkacaktır. Kötülük, mesleki kibirleri yüzünden eski zanaat insanının müksüzleşmesi yolunda en ileri gitmiş olan işçilerden, proleter tanımına en yakın olanlardan gelir. Kuramla kavga edenlerden değil. Kuramı benimseyen ve onu yaymak için aleti bırakmaya ve atölyeyi terk etmeye her an hazır olanlardan gelir.”

Filozoflar, eski çağlardan günümüze, kendileri için düşünce üretilen yığınları verili konumlarına inandırmaya çalışmıştır. Bunun bilincinde olunmadan üretilmiş felsefe düşünülememişse, yönetenlerin iktidarını anlamlandıran o verili koşulları hazırlamak da o felsefenin işi olmuştur. Üstelik yalnızca siyaset felsefesinin alanında kalmadan...

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X