ISBN13 978-975-342-807-1
13x19,5 cm, 144 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Siyasalın Kıyısında, 2007
Filozof ve Yoksulları, 2009
Özgürleşen Seyirci, 2010
Cahil Hoca, 2014
Nasıl Bir Zamanda Yaşıyoruz?, 2018
Kurmacanın Kıyıları, 2019
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Emrah Pelvanoğlu, "Yeni tarih bilimi", Kitap Zamanı, 4 Nisan 2011

Yüzyıllık bir savaş ile başlıyor Fransız filozof Jacques Ranciére Tarihin Adları’na. Fransızcada tarih ve hikâye sözcüklerinin eşsesli olmasının (histoire) sürekli kışkırttığı ve aslında tarihi kavramsallaştıran tüm dillerde çeşitli yansımalarını bulan bir savaş. Eski vakanüvislikten, hikâyeci tarihten kurtularak tarihe olgu-belge özdeşliğine dayalı bilimsel bir statü kazandırmak isteyen tarihçilerin bu çifte-hakikate karşı verdiği bir savaş. “Bir hikâyeden ibaret olmak ya da olmamak belirsizliği, tarihe has bir özelliktir.” diyen Ranciére, bu eşsesliliğin yarattığı oyunda tarihçilikteki devrimin özünü görüyor: “[Z]ıtlıkları bitiştirecek bir alan tasarlayıp hazırlamak”.

Kralların ölümü

Eski ekolden tarihçilerin, edebiyat ya da daha da kuşatıcı olarak anlatısallık karşısında verdiği bu savaşın, yeni ekolden tarihçilerce coğrafya, istatistik ya da nüfusbilim silahlarıyla donanarak taşındığı uç noktada, “Muzaffer çöl birçok kez Akdeniz’in içlerine kadar ilerledi” gibi cümlelerin başlattığı bir devrim. Annales ekolündeki gibi yeni tarihçilerin ilan ettiği bu daha kesin bilimin, “aynı zamanda daha ihtimal-dışı bir tarih, her türlü tarihin özelliği olan kastedilenin ve çıkarsananın belirsizliğini en uç noktaya iten bir tarih” olduğunu iddia ediyor Ranciére. Bu yeni tarih biliminin, “bilim çağı doktorlarınca” kendisine tavsiye edilen istatistikî/matematiksel ötenazi araçlarını, edebiyatın aldatıcı dilini terk etmeden kullanmasıyla yaşayabildiğini söylüyor. Kitabın alt başlığı olan “Bilgi Poetikası”nı, bu yeni tarih biliminin “kendini edebiyattan ayırmak, kendini bir bilim durumuna getirmek ve bu duruma işaret etmek için kullandığı edebî yollar, yordamlar bütününün incelenmesi anlamında” kullanıyor. İncelemesi için de tarihçinin atölyesine, Ferdinand Braudel’in II. Felipe Döneminde Akdeniz ve Akdeniz Dünyası (1949) başlıklı kitabının “kralın ölümü” sahnesine gidiyor.

Braudel’in, II. Felipe’nin ölümünü olması gerektiği yere değil de, “kitabı sonucundan ayıran boşluğun kıyısına” koymasını ve bu ölümü şimdiki zaman kipinin egemenliğindeki alegorik bir sahneyle anlatmasını Ranciére, tarihçinin olayı kendisinin metaforuna dönüştürmesi olarak açıklıyor. II. Felipe’nin ölümü, kralların ölümünün artık olay olmaktan çıkmasını, uygarlık alanlarının, denizin yeni tarihine geçişi simgeler. Bu ölüm bir ceset olma haline değil, dilsiz olma haline karşılık gelmektedir. Suskun kralın tarihçileri elçiler gibi nezaketle kabul ettiği bu sahne, bir yandan “eski tarihin hasleti” olan anlatının kendisini bilim haline getirecek olan, tarihçinin şimdiki zaman egemenliğindeki söylemince massedilmesini, bir yandan da bilimin tarih olarak kalması için ilgili söylem kategorilerini anlatısallaştırmasını temsil eder.

Bu kabul sahnesinin hemen akabinde tarihçi, kralın çalışma odasına girer. Masanın üzerinde elçi raporları ile birlikte yoksulların kâğıt yığını yer alır. Braudel’in sahnelediği bu yeni tarih alegorisi Ranciére’i bir başka kral ölümüne ve bu ölümü kavramsallaştıran bir isme götürür: İngiltere kralı I. Charles ve İngiliz devriminin açtığı yeni siyasal, kuramsal alanı değerlendiren Thomas Hobbes’a. Ranciére, Hobbes’un Leviethan kitabında kral katline yol açan isyanın sebeplerini değerlendirirken ortaya koyduğu model ve “dramaturji” üzerinde durur. Bu model Eflatun ve Aristo’nun adalet dairesinde belirlediği isyan sebeplerinden çok daha hafiftir aslında: “Siyasetin hastalığı öncelikli olarak sözcüklerin hastalığıdır. Fazla gelen, silahlandırdığı katillere tamı tamına hedef göstermekten başka hiçbir şeye yaramayan sözcükler vardır”. Hobbes’a göre bu sözcüklerden mürekkeb kâğıt yığınının yarattığı illüzyon, ancak kralın bedeninde cisimleşebilecek bir adı (halk), hiçbir meşruiyeti olmayan “hakikat’siz” bir kalabalığa vermiştir. Ranciére, Hobbes ve “kralların aydınlanmış taraftarlarının” bu kâğıt yığınında bir ölüm ordusu gördüklerini, Braudel ve “modern toplumsal bilginin berrak bakışlı kurucuları[nın] hayatın ‘körleşmesini’ teşhis etti[klerini]” söyler. Kralları öldüren söz fazlalığı, demokrasi çağının insanlarını da toplumsal gövdeyi ayakta tutan ve onu aynı zamanda bilimin konusu yapan büyük dengelere, yasalara karşı kör eder.

Toplumsal bilgi geleneği Ranciére Hobbes’un kitlelerin söz fazlasını kavramsallaştırırken ortaya koyduğu teorik geleneğe “krallık ampirizmi” adını verir. Bu gelenek kralın bakış açısı ile bilim arasında bir ittifak kurar. Krallık ampirizmi “demokrasi çağındaki devrimlerin ve büyük eylemlerin yapıldığı ve anlatıldığı zemini oluşturan sözcükler[e]” tasallut olan toplumsal bilgi geleneğini besler. Sözcüklerden sürekli olarak şüphe eden bu gelenek, sınır durumunda nesnesini inkâr eden bir “revizyonizme” evrilir. Bir zamanlar kral, elçi ve vakanüvislerin etrafında şekillenen her şeyin basitçe kitlelerin etrafında şekillenmesini sınırlayan da bu gelenektir. Tarihçi bilginin meşruluğu için, kralların meşruluğunu öldüren söz fazlalığını düzenlemek zorundadır.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X