ISBN13 978-975-342-551-3
13x19,5 cm, 216 s.
Yazar Hakkında
İçindekiler
Okuma Parçası
Eleştiriler Görüşler
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Transkritik, 2008
Derinliğin Keşfi, 2011
Tarih ve Tekerrür, 2013
Dünya Tarihinin Yapısı, 2017
İzonomi ve Felsefenin Kökenleri, 2018
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Çisem Soylu, "Metafor Olarak Mimari üzerine", soL Kitap, 4 Haziran 2014

İlk kez 2006 yılında Metis tarafından basılan Metafor Olarak Mimari kitabı, geçtiğimiz Şubat ayında çıkan üçüncü baskısıyla yeniden raflarda yerini almıştı. İsminin çekiciliği, mimariyle biraz olsun ilgilenen bir insanı kolayca cezbediyor.

Kitabın yazarı Kojin Karatani; Japon felsefeci, edebiyat eleştirmeni, iktisatçı; ziyadesiyle multi-fonksiyonel bir kişilik. Kitabı okurken de beslendiği bu disiplinleri hissediyorsunuz. Okumadan önce, kitabı okuma sürecinde ve bu yazıyı hazırlarken kitapla ilgili yazılan farklı yorumlara göz gezdirmeye çalıştım. En sık rastladığım ifade, bu kitabın bir kategoriye oturtulmasının ne denli zor olduğuydu. Bu yorumlara katılmakla birlikte kitabın öne çıkan bu özelliğinin ne denli övünç kaynağı olabileceğini bu yazıda tartışmaya açmaya çalışacağım.

Mimari Metinsellik ve Modernizm açmazı

Kitabın ilk sayfalarında Arata İsozaki’nin giriş yazısını buluyoruz. Karatani’den kısaca söz ettikten sonra “çaktırmadan” modernizm eleştirisine yöneliyor İsozaki:

“Kitap (Mimarinin çözünmesi, 1975) , ütopyanın ortadan kaybolmasından sonra mimarların, onlara öznelerini sağlayan telos’larını yitirme sendromunu inceliyor ve gerçek öznenin “öznenin yokluğu” olması gerektiğini öne sürüyordu. Böylece bir yandan mimari tasarımı bir alıntılar dokusu olarak yeniden yapılandırmaya başlarken, bir yandan da alıntılara izin veren metinselliğin ardında bir yerlerde hâlâ büyük M’li Mimari kavramının bulunduğunu ve onun bağlayıcı gücünü saptamanın şart olduğunu düşünmeye başlamıştım. … Nitekim Batı’da, bu ikisi –Sanat ve Mimari- bir zamanlar büyük ölçüde özdeşleşmişken, daha sonraları İnşaat olarak Mimari’nin –ütopik projenin- Sanat olarak Mimari’nin yerini almış olduğu ortaya çıkmaya başladı.”

Bir ölünün arkasından edilen duaya benzeyen bu cümleler bir yanıyla son derece olumludur. Modernizmin ve modernist tasarımcıların çalışmaları, doğaları gereği, birer ütopyaydı lakin mimaride metinsellik kavramı da postmodernizme kadar lügata işlemeyecekti. Kitabın adının heyecan yaratması da bu sebeptendir. Felsefe ve yazın salonunda, sırtında Mimarlık yazan bir koltuk var artık. Juhani Pallasmaa’nın girişte alıntı yaptığımız kitabındaki “Bugün mimarlığın zihinsel ve kavramsal boyutlarına yapılan aşırı vurgu mimarlığın fiziksel, duyumsal ve cisimsel özünün ortadan kaybolmasına katkı yapmaktadır. Avangart pozundaki çağdaş mimarlık, insanın varoluşsal sorunlarına karşılık vermekten çok, mimarlık söylemiyle ve sanatın olanaklı marjinal alanlarının haritasını çıkarmakla uğraşıyor” ifadeleri bu koltuğa şimdilik yerleşmiş olan ana fikri eleştirir durumda ve Metafor Olarak Mimari’yi de kapsayan bir çerçeve çizse de, metinselliği tümüyle reddetmekten uzaktır.

Bununla birlikte, bu taziye sözleri, modernist mimariyi “İnşaat olarak mimari” şeklinde anması dolayısıyla son derece hazin bir tablo çizer. Ütopyalar üretme amacıyla yola çıkmış bir neslin kendi içinde kimi açmazlara yönelmesi elbette kaçınılmazdır. Ütopyalar bazı kuralları ve standartları gerektirir, birtakım yaratıcı süreçler ve kavramsal mimari üretimle çakışması kaçınılmazdır. Yine de modernist mimariden “inşaat” olarak söz etmek için şiddetli bir hafıza kaybı yaşamalı insan.

Aslında Karatani’nin de İsozaki’nin de bu durumda bir suçu olmadığını söyleyebiliriz, onlar yalnızca zamanın ruhu neyi gerektiriyorsa onun peşinden gitmekteler.

Post-modernizm ve yapısökümcülük

Kitabın ilerleyen sayfalarında, doğrudan Karatani’nin kaleminden okuduğumuz bir kavramın altını çizmekte fayda var: bricolage. Türkçe’ye yaptakçılık olarak çevrilmiş olan kelime köken olarak Fransızcadır.

Post-modernizmin düşünsel üretim tarzını anlamakta olduğu kadar Karatani’nin kitabını tanımlamakta da başvuracağımız temel kavramlardan biri olan bricolage, daha önce birbiriyle ilgisi olmayan unsurların bir araya getirilip bir kompozisyon oluşturulması anlamına gelir. Yapısökümcülüğün kaçınılmaz ikinci adımıdır: madem söktük, bu parçalardan yeni bir yapı kuralım.

Metafor Olarak Mimari kitabı, tam anlamıyla bir bricolage örneğidir. Mimari İrade kavramını sorgularken Platon’dan başlayarak Edward Said, Karl Marx, Ludwig Wittgenstein’e uğruyor, bir sonraki bölümde Nietzsche, Husserl ve Heiddegger’den söz açıyor, sonra bir bakıyoruz ki iktisattan bahsediliyor. Ne var bunda diyen olabilir ancak eminim bunu diyenler de felsefi bir metinde iç tutarlılık gereksiniminin hiçe sayılamayacağını kabul edeceklerdir. Kitabın bu büyük yoksunluğundan kaynaklanan kafa karışıklığıyla ilerlediğimiz her bölümün sonunda da aynı soru çınlıyor kafamızda: Ee, yani? Ve Pallasmaa’nın karamsar olmasa da olumlamayan yaklaşımına hak vermemek zorlaşıyor.

David Harvey’in Postmodernliğin Durumu kitabında söylediği gibi: Postmodernizm tüm üst anlatıları reddeder, kapitalizm hariç. Karatani de bunu şu şekilde ifade ediyor: “Kapitalizmi üst düzeyden kontrol etmenin olanaksız olması da bu yüzdendir, çünkü kapitalizmin kendisi yapıbozumcudur.”

Kitabın sunduğu kavram seti üzerine

Modern sonrası dönemde başta Sartre tarafından, Marx’ın kuramına katkı amacıyla ürettiği antropolojist tutum ve bireycilik, Metafor Olarak Mimari’nin sayfalarında kendini bir parça da olsa gösteriyor. Farklı açılardan ele almaya çalışır gibi göründüğü tekbencilik, farklılık felsefesi ve ötekilik gibi kavramlar, tartışma içinde dokunduğu noktalar açısından besleyici sayılabilir.

Özgönderimsellik/özgönderimsel biçimsel sistem kavramları kitabın büyük bir bölümünde açıklanmaya, örneklenmeye ya da tanımlamaya çalışılıyor. Özgönderimsellik (self-reference), adının çağrıştırdığı gibi, kendisine gönderme yapma anlamına geliyor. Platon’un Meno paradoksunun* paradoksluğu ve irrasyonel sayıların irrasyonelliği** arasında geniş bir yelpazede tartışıyor Karatani özgönderimsellik kavramını. En az diğerleri kadar karışık olsa da kitabın en keyifli hale geldiği sayfalar bu tartışmaların yer aldıkları olabilir.

Atlamadan geçemeyeceğim, Jane Jacobs ve Christopher Alexander’ı karşı karşıya getiren biçimsellik tartışmalarını ilgi çekici bulacaktır okuyucu; konuya aşina olanlar doğal ve yapay kentler ayrımını bilecektir ancak bu ayrımın kapsamı genişletilerek biçimsel olarak ele alınması kayda değer bir yenilik sayılabilirse...

Karatani ve Marx

Şunu belirtmekte fayda var: Karatani, iktisatçı formasyonu dolayısıyla, hâkim olmasa da baskın bir Marksist tutum içinde kuruyor metnini. Yine de kural tanımayan yapısökümcü yaklaşım Marx’ı da aynı şekilde ele alıyor. Eğer Karatani “felsefenin tarihi yazılamaz” ifadesinde samimi olsaydı, Marx’ı açıklamak için onun kuramında Platon’un idea’sıyla örtüşen kavramlar avına çıkmazdı belki de. Marx’ın, herhangi bir şekilde açıklama niyetinin olmadığı birtakım metafizik konularda, bu niyetsizlik dolayısıyla bıraktığı boşluğun bazı felsefecilerin idealizme yönelmesine sebep olduğunu söylemek de iç tutarlılıktan bir parça yoksun bir görünüş çiziyor.

Metafor Olarak Mimari

Adıyla heyecanlandıran, karmaşıklığıyla usandıran, kendini transandantal gören ve bu yüzden aldanan bu kitap pek çok açıdan eleştirilebilir, aksini iddia edenler de olacaktır. Yine de metinselliğe dair umudu yitirmemek gerek. Mimari adını yazdığı koltuğa sıkı sıkı tutunmalı ve modernistlerden miras aldığı insancıllığı yitirmeden üretim alanını genişletmeli. Karatani ve kitabı da iyisiyle kötüsüyle bu sürecin bir uğrağı olma niteliğini taşıyor.

*Sokrates’in, öğrencisi Menon’la girdiği, öğrenmenin aslında hatırlama olduğunu kanıtlamayı amaçlayan diyaloğudur. Karatani bu diyaloğa yönelttiği eleştiride bir konuşmanın diyalog olması için asimetrik olması gerektiğini, yani tarafların aynı şeyi kanıtlamak yönünde argüman sunması durumunda diyalogdan söz edilemeyeceğini ifade ediyor. Bu nedenle bu diyaloğa pekala monolog denebileceğini söyleyen Karatani, öğretmenin imkansız olduğunu söyleyen Platon’un bu konuşmada öğretmen statüsünde bulunmasını da paradoksun paradoksluğunu açıklamakta bir sav olarak öne sürüyor.

**x2=2 denklemindeki x’in rasyonel sayı olmasının, özgönderimselliğinden kaynaklandığı ifade ediliyor. Bu denklemi bir başka şekilde ifade edersek: x=2/x olur. Yani x’i bilmek için x’i bilmemiz gerekir, denklemi özgönderimsel ve x’i irrassyonel yapan da tam olarak budur.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X