Judith Butler:
"Toplanma özgürlüğü, bedenlerin bir araya gelebileceğini varsayar"
Jonathan Daudey, kuledibi.org, 3 Ağustos 2017
Judith Butler günümüzün önde gelen filozoflarından biri. Berkeley Üniversitesi’nde profesör olan Butler’ın çalışmaları sadece toplumsal cinsiyet ve feminizm konularına değil, aynı zamanda günümüz siyasal meselelerine de odakanıyor. Daha önce Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi  [1] , Undoing gender, Mülksüzleşme: Siyasaldaki Performatif  [2]  isimli kitapları yayımlanan Butler’ın son kitabı Rassemblement: Pluralité, performativité et politique onunla konuşmamız için bir fırsat yaratıyor.

“Toplanma” kavramının bu farklı boyutu üzerinde çalışmanızın sebebi/motivasyonu neydi?

Çoğu insan gibi ben de Morocco ve 2010’da Mısır’da, birkaç yıl sonra da Gezi Parkı’nda olan gösterilerle ilgileniyordum. Artan ve büyüyen ekonomik eşitsizliklere halkın dikkatini çeken Occupy Wallstreet eylemlerini de destekledim. Kitabım 2012-13 yılında, bu tarz toplumsal hareketlerin önemini anlamaya çalışırken şekil aldı. Bazıları Occupy’ın herhangi bir talepte bulunmadığını öne sürse de ben onların kamusal alan için talepte bulunduklarının oldukça aşikâr olduğunu düşünüyordum. Berkeley’deki California Üniversite’sinde, benim çalıştığım kampüste gerçekleşen gösterilerden bazıları, bir kamusal alan olarak üniversitede “hak talebinde bulunuyordu”. Böylece sorular çoğaldı: siyasal talebin bir “talep” olarak anlaşılması hangi biçimde olur? Bu talebin, söze dökülmüş bir eylem ya da önermeler dizisi olması mı gerekir; yoksa bir araya gelen bedenlerin sustuklarında dahi “konuştuklarını” söyleyebilir miyiz? İstanbul’da, Gezi Parkı’ndaki sessiz gösterilerin bazıları oldukça manidardır; özellikle de halka açık toplantılara yasak getirildiğinde. Daha sonra ise, Fransa’daki OHAL’in uzatılmasıyla  rassemblement (toplanma) ve manifestation (gösteri) arasındaki ayrımla ilgilenmeye başladım. İnsanların bir araya gelmesi neden bir tehdit unsuru olarak görülüyordu? Demokrasiyi, onu yıkanlara karşı savunmaya çalışırken aslında toplantı yapma özgürlüğünü de savunmaya çalışmaz mıyız?

“Toplanma/bir araya gelme” mefhumunun Fransız Devrimi, Occupy, 68 Mayıs gösterileri ve Arap Baharı’yla ortaya çıkan oluşumlar gibi farklı hareketlerin bir soykütüğü veya tarihi olduğunu düşünüyor musunuz?

Bu toplantıların tüm biçimlerini bütünleştirecek bir ilke veya pratiğin olduğunu sanmıyorum. Aslında, insanların bir araya gelip siyasal görüşlerini ifade ettiği oluşumları layıkıyla tanımlamak için kavramlar dizisine ihtiyacımız olabilir. Resmi ve resmi olmayan toplanmalar, toplantılar, gösteri, direniş ve karargâhlar arasında birtakım ayrımlar belirleyebiliriz. Eğer Avrupa sınırlarında, istenmeyen şartlar altında yapılmış toplantı biçimlerini düşünürsek, baskının sonucu ve özgürlüğün ifadesi olan karar almanın siyasal düzenleme usullerini buluruz. Gerçekten de insanların özgürlüklerini ve güçlerini savunmak için bir araya gelmeye, toplanmaya teşvik eden, genellikle tamamıyla istenmeyen bir durum söz konusu oluyor. Elbette bütün bunlar demokrasiye hizmet etmez, ben de bunların hepsini desteklemem. Faşistlerin toplanması kesinlikle ihbar edilmesi gereken bir olaydır. Aynı zamanda toplanma özgürlüğü olmadan demokrasi de olamaz.

Kitabınızın en temel tezlerinden bir tanesi, bir araya gelme esnasında performatifliği ve kırılganlığın dolayısıyla önem arz eden bedendir. Sözel dilin söylemediğini beden nasıl ifade eder?

Toplanma özgürlüğü, bedenlerin bir araya gelebileceğini, hareket ve seyahat edeceğini,  bu toplanmaların polis tehditi veya müdahelesiyle yasaklanmayacağını varsayar. Dolayısıyla toplanma özgürlüğü ilkesinin bedenlerin mevcudiyetini önceden varsaydığını söyleyebiliriz. Bir araya gelmeleri, bir araya gelmenin gerçekleşebileceği bir mekân olması gerektiğini ve ortak amaç için bireysel olarak bir araya geldiklerini ifade eder. Eğer toplanma birkaç saati geçerse bedene olan ihtiyaç önemli hale gelir. Kim yemek yapacak, kim uyuyacak? Yiyecek nerede? Tuvaletler nerede; hırsızlık ya da şiddet içerikli saldırılara karşı önlem alındı mı? Başka bir deyişle, bedenin bütün maddi ihtiyaçları gösterimdedir, iç dünya ve evcil alandan çıkmıştır, dışarıda, açık havada yaşar.

Öte yandan, ihtiyacın ve karşılıklı dayanışmanın kamusal olarak sergilenmesi, direnişin ya da iç mekânın sınırları belli olmayan, duvarları, çatısı ve zemini olmayan kapıların açık veya kapalı olmadığı yerde bir karargâh kurulmasının veya o alanın işgal edilmesinin sonucudur. Bunun yanı sıra, çoğunlukla eksiksizdir; çünkü bu maddi ihtiyaçlar dışarı çıkan ve ihtiyacı olan, dayanışma gösteren, direnen bedenler olduklarını gösteren insanların bulunduğu ekonomik ya da güncel siyasal rejimle karşılanmaz. Barcelona’daki “tahliye [karşıtı]” hareket isabetli bir dramatik durumdu. Bankalar evleri üzerindeki ipotekleri kaldırınca, (talep edilen tiksindirici faiz oranlarından sonra) insanlar zorla evlerinden çıkarıldı. Müttefikleriyle birlikte sokaklarda yaşıyorlardı ya da barınak buluyorlardı; bu esnada hareket ediyor, açık bir şekilde metrukiyetlerini evlerinden zorla çıkarıldıkları kamusal alanda siyasallaştırıyorlardı.

Birçok sayfada halk mefhumuna yer verilir. “Halk”tan bahsetmek size göre hâlâ anlamlı mı? “Topluluk” veya “koalisyon” kavramlarının tercih edilmesi gerekmez mi?

Elbette, halk nedir sorusunu sormayı sürdürmek önemli. Halk adına konuşan kimdir? Halk ne ister? Her halk tayini, bazılarını dışarıda bırakmayla sınırlı olduğundan, halkın kesin olarak kim olduğunu söylemek herkesçe bilinen bir zorluktur. Bu muhtemelen, halk kimdir sorusunun önemli ve açık kapı olarak kalacağının göstergesidir. Hatta “topluluk” mefhumu “halk”tan daha dışlayıcıdır; koalisyon da bir halk olduğu düşüncesini yaratabilir ama asla halkı yansıtamaz. Bazı eleştirmenlerin “halk egemenliği” düşüncesini tasvip etmediklerini biliyorum, ama onlara katılmıyorum. Bazıları “Egemenlik” kavramı eleştirip, onun hakimiyet söylemine ait olduğuna inanıyor. Diğerleriyse “egemenlik”in kendine yeterliliği ima etmesinden, dayanışma ve ittifakın uluslar ötesi biçimlerini fark edememesinden endişeleniyor. Halk egemenliğinin, devletin meşruiyetinin olmadığı anlaşıldığında devletten hakkını ya da iktidarı geri almayı sağlayacağı kanısındayım.  Bu genellikle sadece siyasal gereklilikler anlamında işler, ki bunda polis de halka dahildir ve ikisi arasındaki ayrım azalmıştır. Yurttaşlık hakları tek taraflı olarak askıya alındığında, devletin egemenliğini hâlâ idame ettirdiği düşüncesine kapılırsanız, devletin vatandaşlık haklarını askıya alma gücünün devletle yasal şiddet arasındaki ittifakın büyük bölümüne dayandığını şeklindeki yanlış düşünceye de kapılabilirsiniz. Demokrasi için olan kavgalarında “suçlu” olmayı kabul eden insanlar yasal şiddetin üstesinden geldiğinde halk denen şey düşüncelerini açıkça dile getirmeye başlar.

Neoliberalizmin bireysel sorumluluk fikrini savunarak kolektif sorumluluk fikrini terk ettiğini doğruluyorsunuz. Neoliberalizmin, herhangi bir “biz” ihtimalini, benzeri totaliter yoldan önleme arayışının olduğunu düşünüyor musunuz?

Halk yasa dışı yönetimi düşürdüğünde, devlet tarafından tamamen kontrol edilmeyen veya araçsallaştırılmamış bir egemenlik biçimi şeklinde ortaya çıkarlar. Pek çok yerli hareket, kendi devlet karşıtı görüşlerini ifade etmek için halk egemenliğinin ortaya koyduğu dile bel bağlamıştır. Fakat ulus-devletlerin gücü, bildiğimiz gibi halkın iradesine bağlıdır. Mütemadiyen üstü örtülü olsa bile, halkın iradesiyle devlet arasında bir boşluk vardır.

“Devlet, toplanma özgürlüğü olanaklarını kontrol altında tuttukça, halk egemenliği devlet egemenliğinin aracı haline gelir; toplanma özgürlüğü önemli ve demokratik işlevlerin kaybedilmesiyle beraber devleti meşrulaştırma olanakları ortadan kaybolur” (s. 204) diyorsunuz. Başarısızlığa mahkûm olan mevcut devletin siyasal siteminde reform yapma veya devlete karşı koymayı hedefleyen toplanmaların gerçekleştiğini düşünüyor musunuz?

Neoliberalizmin, demokrasinin esas kurumlarının büyük bir kısmını yok ettiğinden şüphe duymuyorum. Bu argümanı Wendy Brown’ın Undoing the Demos adlı çalışmasına dayandırıyorum. Bütün çabam, bireyselliğin ve değerin neoliberal biçimlerine etik ve siyasal bir alternatif yaratan direniş hareketlerinde meydana gelen birlik ve dayanışma biçimleri önermeye yönelik. Bu alternatif muhayyileyi düşleyen ve sahneleyen bölgeler mevcut. Neoliberalizmin her şeye nüfuz ettiğini, herhangi bir dış kısım bulunmadığını düşünürsek, toplanmanın ve direnişin bu biçimlerini faydasız veya ütopik diyerek azletmiş oluruz. Fakat, gerçekleştirilemez görünseler de -hatta özellikle böyle göründükleri zaman bile-  demokrasi ideallerine tutunmak için hâlâ geçerli sebeplerimiz vardır. Bunlar, özellikle artık mümkün olmadığını sandığımız koşullarda harekete geçmeyi ifade eder.

İngilizceden Türkçeye çeviren
: M. Taha Tunç

Kuledibi Dergi linki: http://www.kuledibi.org/manset/judith-butler-ile-toplanma-uzerine/


Notlar

[1] Cinsiyet Belası: Feminizm ve Kimliğin Altüst Edilmesi, Çev. Başak Ertür, Metis, 2016 (5. Basım)  Metne dön.
[2] Mülksüzleşme: Siyasaldaki Performatif, Athena Athanasiou ile, Çev. Başak Ertür, Metis, 2017 (1. Basım)  Metne dön.
 
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X