ISBN13 978-605-316-306-0
13x19.5 cm, 104 s.
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Kenarda, 2003
Gençlik Düşü, 2006
Son Adım, 2011
Uzun Yürüyüş, 2015
Bir Dava, 2019
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

Başak Çeliktemel, "Dünyalararasında: Bedenden Zihne, Ölümlü Sonsuzluk", Birikim, 27 Temmuz 2025

Ayhan Geçgin’in Uzun Yürüyüş ve özellikle onun devamı niteliğindeki son romanı Dünyalararasında, uzun süredir zihnimi meşgul eden eserler arasında. Dünyalararasında, zihin felsefesinin temel sorularını kendi roman yapısı içinde başarıyla eritebilmiş bir eser. Geçgin’in edebiyat ile felsefeyi özgün bir biçimde harmanladığı aşikâr ancak son romanında bu yaklaşımını âdeta doruk noktasına taşımış. Eser, tıpkı hayat gibi devingen ve metafizik bir yapıya sahip. Bu eserlerle meşguliyetim süresince, sorularıma ya da eserin kendi içinden sorduğu sorulara yanıt ararken Fransız filozof Henri Bergson’un düşünceleriyle karşılaştım. Onun kavramlarıyla birlikte romanlar kendini daha fazla açmaya başladı.

Uzun Yürüyüş: Metafizik Bir Hicret

Uzun Yürüyüş ile başlayacak olursak roman, Erkan’ın/Mahmut’un kimliğini, bedenini ve belleğini aşmaya çalıştığı metafizik bir yolculuğu konu alır. Karakter bir hicret hâliyle, evrende iz bırakabilme gayesiyle dağa doğru yürürken de mağaraya/kovuğa/mezara ulaştığında da insan olmaktan, yaşama içgüdüsünden ve toplumsal belleğin izlerinden kurtulmanın kolay olmadığını gösterir. Nietzsche’nin Zerdüşt’ünü akla getirir elbet, zaten yazarın ilk eserlerinden beri Zerdüşt’ün varlığı hissedilir. Roman, bir benliğin ve bedenin varlık, özgürlük ve yoklukla imtihanını göstermekle kalmaz. Bergson’un yaratıcı ve özgür bir hareket olan hayat hamlesi kavramı ile sıfırdan yarattığı bir yaşam alanının varlığını ve yokluğunu sonsuz bir devingenlikle okura sunar.

Dünyalararasında: Metafizik Bir Roman

Dünyalararasında, yapısı gereği kapalı ve soyut bir eser. Ancak Bergson’un rehberliğinde “bilinç” ve “bellek” kavramlarını; “zamanın akışı”, “evrimsel gelişim” gibi konularla birlikte düşünmeye başladıkça metin açıklık kazanmaya başlar. Yine de metafizik alanlara yöneldikçe anlatının yer yer karmaşıklaştığı söylenebilir. Fakat bu karmaşıklık, yazarın bilinçli olarak tercih ettiği, okuru düşünsel ve sezgisel bir yolculuğa davet eden anlatım tarzından kaynaklanmakta. Bu bağlamda felsefe yalnızca bir araç olarak işlev görmez, onu edebî bir forma dönüştürmeye çalışan bir filozof-yazarla birleşerek romanla derin bir bağ kurar.

Dünyalararasında’da Rayber adında bir karakter vardır; fakat bu kişi, romanda anlatılan anlar ve diğer kişiler gibi belirsiz ve karmaşıktır. Doğup doğmadığı, yaşayıp yaşamadığı bile meçhuldür. Romanda “ölümden beter bir savaş” vardır; Rayber’in yanından ölüler geçer, insanın var olduğundan beri süregelen savaş hâli sorgulanır. Bunun yanlışlığı ve acımasızlığı okura sezdirilir. Zamanın önemi yoktur; kim olduğu, nerede bulunulduğu da. “Sen ölmedin, kardeşin öldü,” denir ona. Romanın başında Rayber, dünya için “Yıkılıp gitmedi mi?” diye sorar. Kör bir gözle -ki zaten göze gerek yoktur, çünkü bellek vardır- geçtiği şehri anlatır. Bir zamanlar surları olan bir şehirden söz eder, sonra o şehrin yok oluşunu dile getirir.

Bu yok oluş, yalnızca bir yapısal çöküş değildir; belleğin, bedenin, kimliğin ve tarihin birlikte yerle bir olmasıdır. Roman bu yönüyle, 2015 yılında yaşanan Hendek olaylarını; günlerce süren çatışmaları, sokağa çıkma yasaklarını ve göç etmek zorunda kalan insanları merkezine alır. O dönemin tanığı ya da tam da tanıklık edemeyeni olan Rayber, parçalanmış bir benliğin temsilcisine dönüşür. Dolayısıyla Dünyalararasında, yalnızca bireysel varoluşun kırılmalarını değil, aynı zamanda Kürt coğrafyasındaki devlet şiddetinin ve yıkımın da izlerini taşır. Roman, Kürt meselesine doğrudan bir siyasal tartışma üzerinden değil, sessizlik, hafıza ve bedenin silinmesi yoluyla temas eder ve belki de tam da bu nedenle tanıklığın mümkün olup olmadığını sorar.

Kentinin ve öz varlığının yıkıldığını anlattığı pasaj ile devam edersek gerçek bir roman karakterinin olmadığını anlarız. “[…] yıkılan kent değil, yıkılan benim, benim öz varlığım. Çok önce yıkıldı, yeniden yıkılıyor, hep yeniden yıkılarak o her başlangıçtan önce başlayan yıkımını tamamlıyor.” [1] Kör ama topyekûn görebilen bir göz/bellek söz konusudur. Rayber’in anıları romanda silsileler hâlinde saçılır ve saçıldıkça metafizik bir roman okuduğumuz gerçeği bizi daha da içine çeker. Bununla birlikte evrimsel gelişim zamanın döngüsel akışı içinde kendini tekrarlar. Bu tekrarlar, sonsuzluk ve çoğulluk fikrini beraberinde getirir. Tekil olan yoktur, varsa da zamanın içinde eriyip giderken bir bellek olarak varlığını korur, çoğalır ve sonsuzlaşır. Savaşın sürekliliği bu felsefî düşünceyle örtüşür çünkü savaş insanlık tarihi boyunca var olmuştur. İnsan var olmaya devam ettikçe o da var olacaktır ne yazık ki. Bu bağlamda, romanın bize düşündürdüklerinden yola çıkarsak; bugün devlet ile PKK arasındaki savaşsızlık hâli, tarihsel bir kırılma ihtimalini taşımaktadır. Ne var ki, Kürt coğrafyasında silinmiş tarih, zorla göç ettirmenin derin yaraları ve sosyo-ekonomik eşitsizlikler vb. hâlâ çözülmeyi bekleyen meseleler olarak varlığını korumaktadır.

Bellek: Tekillikten Çoğulluğa ve Bitimsizlik

Dünyalararasında’da karakterler üzerinden anlatılan çoğulluğu ve sonsuzluğu anlamamız önem arz etmekte. Rayber/o, bir karede mağaranın kovuğunda, cennette yaşamaya devam eden ve hatırlanan Erkan/Mahmut’tur. Zamanın içinde ‘bilincine varan belleğini yoklayan’ biridir; insanoğludur. Seslerden yapılmış sessizliği dile getirir. Maddedir, bedendir. Son kertede, dilin ve sözün kalmadığı an da hesaba katılır. Yaşam, kısır döngü içinde, devingenliğini sürdürür çünkü bellek bitimsizdir. Hayatın adı geçiyorsa, bellek de oradadır. Bu konuya Uzun Yürüyüş’e girerek biraz daha odaklanacağız.

Uzun Yürüyüş’te de Erkan/Mahmut sesten kaçar ancak sessizliği bulduğunda, bu kez ondan rahatsız olur. “Balıkları anımsıyordum,” der Rayber Dünyalararasında’da, bu sebeple bir zamanlar balık temizleyen Erkan’dır da. Sonra başka bir anı gelir. Suya sırtüstü uzandığını ve balıkların dünyasında olduğunu anlatır. Hatırladığı bu anı, geçmiş zamana ait bir deneyimdir. Anının bilinçli hâle gelmesi ise geçmişin şimdiki zamana taşınmasıyla gerçekleşir. “[…] düşünüyorum da daha önce defalarca yok olmuş, bütün bütüne ortadan kalkmış olabilirim, anımsamadığım, belleğim benimle ortadan kalktığına göre anımsamamın zaten olanaklı olmadığı bambaşka, sayısız yaşamım olmuştur. Sonsuzluk ama ölümlü bir sonsuzluk. Bu durumda hem yeni doğmuş sayılırım hem çok yaşlı.” [2] Bergson’un hatırlayan öznesi bu noktada belirleyici olur. Anı-imge hatırlanmadığı sürece anılar bilinemez ve metafizik tam da burada başlar. Kısa bir pasaj buna örnek verilebilir: “Peki ya belleğim yok olmuyor, ben yok olduktan sonra yaşamayı sürdürüyorsa? Ya ben anımsamıyorsam, o anımsıyorsa?” [3] İşte, böylece ‘kendinden’ değil ‘belleğinden’ bahseder, onun sonsuzluğuna vurgu yapar. Beden ölümlüdür, zihin/bellek ise sonsuzdur.

Anı-İmgenin İzinde

Bu bölümde Rayber karakteri üzerinden belleğin çokluğu, bilinç ve sezgi düzeyinde açılımı, iç içe geçen anılar yoluyla ele alınacaktır. Yukarıda bahsedilmeye başlanan romanın metafizik yönü, özellikle belleğin kişisel olanla sınırlı kalmadığı; geçmiş, şimdi ve hatta hayalî zaman düzlemlerine yayıldığı anlatı akışı içerisinde sezdirilir. “Rayber, anımsıyorum, diyor, anımsayanın kim olduğunu bilmesem bile. Dalgalar beni bir dağ başına atmıştı. Sivri bir kayaya tutunmuş, göğsüme kadar gelen suyun içinde fırtınanın tümden dinmesini bekliyordum. Kaçıncı tufandı bu?” [4] Belleği sayesinde insanoğlu yaşama serüvenini kayıt altında tuttuğu için hatırlar. Rayber ve bellek ayrıdır. Hatırlayan Rayber değil, bellektir. Bu bellek tek değildir, bir birlik söz konusudur.

Bu çoklu belleğin ilk izleri, Rayber’in çocukluk anılarında da sezdirilir. Küçük Rayber okula niçin gittiğini herkes gibi hiç anlamaz. Arkadaşlarının adı Selahattin, Alattin ya da Şerafettin’dir. İlk başta da belirttiğimiz gibi isimler karmaşıktır ve zaten bir önemi yoktur; bilinçte hepsi aynıdır. Öğretmeni Rayber’e gerizekâlı dese bile yine de o, öğretmenini sevmelidir. Ağlayan çocuk kendisi mi, arkadaşı mıdır? Bunun da fark etmediği sezdirilir çünkü bu anı yine bellek boyutundadır. Çokluk, sonsuzluk, evrim, bilinç ve bellek gibi kavramlarla açılarak romandaki sezgisellik katmanlaştırılır. Sözlü şiddete karşı sevme; ağlayanın kendi mi arkadaşı mı olduğu konusundaki bilinç kaybı ve birlik acıya işaret eder. Acı, belleğe sızmıştır, unutulmazdır. Bir nevi hakikât olan o mudur?

Romanda yolculuk eden bir kervanın geçtiğini görür Rayber/bellek. Zamana yine tepeden bakar, bir kamera gözüdür. Sonrasında Rayber yarı yarıya batmış bir botta mültecidir, hemen akabinde son buzul çağını görür. Ancak Sibirya değildir gördüğü, iki sokak ötesine gider. Çoluk çocuk kaçan, göç eden kalabalık vardır. Bu kalabalık onun yitip giden çocukluğu/tarihi/ belleğidir. Acı verici olan seçilir ve onunla hakikât yaratılır. Bu bölümü bir alıntıyla bitirmek yerinde olacaktır: “Nerede çocukluğumun tatları, elmayı ısırışımdaki o zevk, dişlerimin arasında kütürk ederek parçalanışı, domatesin ağzımdan taşan suyu, keçiboynuzları, dutlar, iğdeler, incirler. Meyveler, sebzeler toplayarak dönerlerdi, torbalar içinde renk renk yemişler, küçük kavunlar, armutlar, kıpkırmızı narlar, başka bir torbada kırmızı yeşil biberler, küçük yapraklı maydanozlar, keskin kokulu naneler, yeşil soğanlar, mevsimin ilk ya da son yemişleri. Giysileri de renk renk olurdu, şalvarları, etekleri, kuşakları, baş bağlamalarıyla alacalı bulacalı gelirlerdi, sanki çiçek tozuna, yaprağa bulanmış, onlarla yıkanmışlar, öyle kokarlardı, meyve kokarlardı. Benim ağzımın tadı mı sade, yok, hepsine bir şey oldu, ceviz bile tatsız, rengi tadı bir garip, ne oldu bilmiyorum. Zaten ne oldu, ne olup bitiyor, bilmiyoruz. Burada böyle oturuyor, göğün yanışını izliyoruz.” [5] İşte bu yok oluş Rayber’in belleğinden taştıkça hakikât gün yüzüne çıkar; anı-imge seçilir ve bir zamanlar sevilen ve şimdi olsa yine sevilecek renklerin, tatların, kokuların olmayışı/yokluğu acı verici hâle gelir. Gelin, anı-imge ve geçmiş ile şimdiye biraz daha detaylı bakalım.

Bergson’da Zaman: Algı ve Anı

Bergson metafiziğinde algı ve anı ayrımı yapılır. Algıların kaynağı maddi dünyayken anıların birikimiyle oluşan bir bellek söz konusudur. Descartes’taki madde ve ruh ayrımı Bergson’da madde ve bellek ayrımına karşılık gelir. Daha önce bahsettiğimiz Bergson’un “anı-imge” adını verdiği bir köprü vardır. Madde ve bellekte olduğu gibi algı ile anının ve geçmişle şimdinin etkileşimini sağlayarak “bilinçliliği” oluşturur. Rayber bir anı-imgede kamp alanında görevlilerin talimatlarına uyan kalabalığın bir parçasıdır. Bu anı-imgeyle hikâyesinin şekillendiğini söylese de emin olmaz yine. Kendini hep başkasının yaşadığının bittiği noktada bulur. Bu kritik anlatı bize romanın özlerinden birini verir. Bununla ilgili bir pasaj konuyu açmamıza yardım edecektir.

“Zihin, homurdanan hayvan, yine kıpırdandı. İstemeye istemeye bir bakalım. Eğer kendini hep bir sonraki noktada, o başkasının yaşadığının bittiği noktada buluyorsa bu durumda ya bir sonraki noktada bulduğu kendisi kendisine göre çok hızlı gidiyor ya da bu noktanın arkasında kalan kendisi çok yavaş ilerliyor, kendisine yetişemiyordu. Öyleyse ona soru soranlara iki kişiden mi bahsetmesi gerekirdi?” [6]

Bergson’daki bu ikilikler ve çoğulluklar; madde/beden ve zihin/bellek yalnızca ontolojik bir ayrım değildir. Aynı zamanda “şimdi ile geçmişin” (başkasının yaşadığının sona erdiği noktada sonsuzluğa açılarak) ve “algı ile anının” (hatırlanıp bilince gelenle metafiziğe bağlanarak) kapı araladığı bir yapıya dönüşür. Sezgisel olarak açılan bu kapı edebiyatla oldukça örtüşür ve kendini olumlar.

Gelin Bergson’un kavramlarına bir başka alıntıyla daha yakından bakalım: “Geriye bir tek, kalan bir şeymiş gibi süren işte bu hiçbir şey kalmıştı. Yine de sanki bir şey, düşünmesi ya da yapması gereken bir şey daha varmış gibi hissediyordu, ama ne? İnsan geriye kalan bu hiçbir şeyle ne yapabilirdi?” [7] Bu boşlukta bakan kimdi? Kendisine dışarıdan bakabilen tek şey artık yalnızca bellekti. Yitip giden bedenine dışarıdan bir göz gibi bakan bellek. Hiçliği, sonsuzluğu çağrıştıran bu hâl metafiziğin alanına bizi götürerek sıçrayış yapmamıza vesile olur. Artık Rayber’in bilinci yalnızca zaman içinde değil, kendi içinde de bölünmüş bir yapıya bürünür. Bu noktada karakter zamanı değil, kendi varlığını da dışarıdan algılamaya başlar.

Sona Doğru: Hiç Kimsenin Belleği

‘Kendi silinişinin peşinde olma hâli’ ile Uzun Yürüyüş’e yapılan bir atıfla birlikte ‘adsız bir bellek, hiç kimsenin belleği’ dediği bir belleği gerektirir. O, şehir turunu sürdürdükçe parklarda soluklanır. Anne, babasını anımsamaya çalışır. Olmadıklarını düşünür, o zaman da nasıl doğduğunu sorgular. Bu kimliksiz, isimsiz varlık, tekillikten çoğulluğa doğru açılır. Artık yalnızca kendi öyküsünü değil, insan türünün evrimsel gelişimini de taşır. Annesinin, babasız -İsa, balarıları, yuvarlak solucanlar gibi- doğum yapıp yapmadığını düşünür. Doğumunu tıpkı ölümünü sorguladığı gibi sorgular. Başlangıçla son arasındaki o karanlık aralığa, yani metafiziğe bakar. Evrimsel süreçle birlikte insanın tarihteki ilerleyişini izleriz.

Romanın ilerleyen sayfalarında o adsız bellek, hiç kimsenin belleği bir kez daha belirir, yankılanır. Az önce sorgulanan doğumun, ölümün, kimliğin belirsizliği bir bütün hâline gelir, parçalar yerine oturur. “Nasıl öldüm? Niçin öldüm? Ama ölmek sanki şu ya da bu nedenden değil, hep başka, bilmediğimiz bir nedenden ölmek demekmiş, ölen de sanki hep bir başkasıymış gibi. Öyleyse öldüm sayılmaz, ölüm canımı tam almadan üzerime işaretini koydu, çünkü bir biçimde yaşadığım açık, alnımda ölümün işareti, insan soyunun başlangıcından beri yeryüzünde o diyardan bu diyara dolaşıyorum.” [8] Bedeninden kopan bellek konuşmaya, dolaşmaya, “insan” olmaya devam eder. Bellek zamanın dışına sızar, zaman tek hakikât midir? Aslında bu, karşımıza ‘hakiki zaman’ olarak çıkar. Bu kavram bilinç hallerimizin değişimidir. Bu yine çokluğa işaret eder. Ölçülemezdir, bilince his yoluyla verilir ve idrak edilebilir.

İnsan, kurgusal karakter ve anlatı; hem bireysel bilinçte hem de tarihin kaydında -Bergsoncu yaklaşımla söylersek, bellekte- iz bırakır. Dünyalararasında, metafizik bir eser olmakla birlikte, anlatı yapısı ve roman türünün tarihsellik özelliği dolayısıyla tarihe yaslanma eğiliminden sıyrılamaz; zaten romanın böyle bir iddiası yoktur. Ancak konu ve karakter açısından hem metafiziğin sınırlarını zorlar hem de roman olarak formunu/varlığını korur. Madde yani beden yok olur. Zaman açısından da bir yokluk yaşanır çünkü madde evrimini tamamlar. Yine de hayat ve bellek akmaya devam ettikçe, madde sonsuz bellekte yerini korur.

Rayber’in kişisel tarihi havai fişeği andıran süper bilincin sönmüş halleri olarak görünür. Geçmiş ve şimdi arasında anıların eşliğinde ilerleyen bu anlatıda, karakter giderek yalnızca bir insan değil, insan olasılıklarının tümünü taşıyan bir varlığa dönüşür; zamanın ve belleğin taşıyıcısıdır. Süper bilinç düzeyine yaklaşan bu varlık, anlatı içinde evrimini tamamlamaya çalışır. Onun ‘hakiki zaman’ denen şeye yaklaşma arzusu, onu sadece romanın değil, insanlık deneyiminin metafizik boyutuna taşır.

Belki de insanoğlu ve onun yarattığı her şey -örneğin Dünyalararasında- maddi olarak yok olabilir; ama bellekte, zihinde, yani metafizik düzlemde “varlığını” sürdürebilir. ??Bergsoncu yaklaşım sayesinde roman, zamansal ve metafizik boyutlarını açığa çıkarabilmiş gibi görünüyor; ancak bu yazıdaki açılımın henüz tamamlanmadığını, eksik ya da muğlak kalan yönler taşıdığını düşünüyorum.

KAYNAKÇA

Henri Bergson, Madde ve Bellek, 1. baskı, çev. Işık Ergüden, (Ankara: Dost Kitabı Yayınları, 2007). Ceyhun Akın Cengiz, “Bergson Felsefesinde Bilinç, Süre, Madde ve Evrim İlişkisi Bağlamında Hayat”, Mütefekkir: Aksaray Üniversitesi İslâmi İlimler Fakültesi Dergisi, Cilt: 4, Sayı: 7, Haziran 2017, s. 79-98. Gilles Deleuze, Bergsonculuk, 3. baskı, çev. Hakan Yücefer, (İstanbul: Otonom Yayıncılık, 2014). Zeynep Direk, Çağdaş Kıta Felsefesi: Bergson’dan Derrida’ya, 1. baskı, (Ankara: Fol Yayınları, 2021). Burak K. Durak, “Belleğin Ontolojik Statüsü Nedir: Bergson’da Zihnin Metafiziği”, Metazihin: Yapay Zekâ ve Zihin Felsefesi Dergisi, Cilt: 3, Sayı: 2, Aralık 2020, 121-143. Ayhan Geçgin, Dünyalararasında, 1. basım, (İstanbul: Metis Yayınları, 2024). Ayhan Geçgin, Uzun Yürüyüş, 3. basım, (İstanbul: Metis Yayınları, 2017).

Notlar


[1] Ayhan Geçgin, Dünyalararasında, 1. basım, (İstanbul: Metis Yayınları, 2024), s. 27. Metne dön.
[2] A.g.e., s. 33. Metne dön.
[3] A.g.e., s. 33. Metne dön.
[4] A.g.e., s. 35. Metne dön.
[5] A.g.e., s. 40-41. Metne dön.
[6] A.g.e., s. 46-47. Metne dön.
[7] A.g.e., s. 49. Metne dön.
[8] A.g.e., s. 71. Metne dön.

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X