Açılış bölümünden, s. 11-12
Babam bahçıvandı. Şimdi bir bahçe.
Nereden başlayacağımı bilmiyorum. Başlangıç bu olsun. Söz konusu, tabii ki, bir son, ama son nereden başlar?
Galiba altımı ıslattım, dedi babam eşikte. Giriş kapısının çerçevesinde duruyordu, iç sızlatacak derecede zayıflamış, hafifçe kamburlaşmıştı, uzun boylu insanlara mahsus o kamburluk vardı duruşunda. Onu kasım ayının neredeyse sonunda, akşam geç vakitte getirdiler. Acıyı biraz olsun köreltmek için üç yüz kilometreyi arka koltukta yatarak geçirmişti. Ertesi gün için tahlil randevusu almayı başarmıştım.
Altımı ıslattım, diye tekrarladı küçük bir çocuk gibi mahcup, özür dileyen ve o tipik kendi kendisiyle dalga geçen edasıyla, bu yaşta rezil olduk.
Sorun değil, dedim ve oturma odasının kapısını kapatıp elbiselerini koridorda değiştirmeye koyulduk.
Korkuyorum, dedi kızım bir sıra kulağıma sessizce. Şimdi durumu ilk onun hissettiğini anlıyorum. Ben hâlâ bilmiyordum, bilmek istemiyordum.
Hemen söyleyeyim, bu kitabın sonunda başkahraman ölüyor. Hatta sonunda bile değil, daha ortasında, ama vefatının öncesini ve sonrasını anlatan tüm hikâyelerde o yine hayata dönecek. Çünkü, Gaustin’in dediği gibi, geçmişte zaman tek yönlü akmaz.
Küçükken kütüphaneden sadece birinci şahıs ağzından yazılmış kitapları seçerdim çünkü onlarda başkahramanın ölmediğini bilirdim.
Eh, gerçek kahramanının ölmesine rağmen birinci şahıs ağzından yazılmış bir kitap bu.
Sadece hikâyelerin anlatıcıları hayatta kalıyor, ama onlar da bir gün ölecek.
Sadece hikâyeler hayatta kalacak.
Ve babamın aramızdan ayrılmadan önce yetiştirdiği bahçe.
Muhtemelen bu yüzden hikâye anlatırız. Dünyanın ve içindeki her şeyin yerli yerinde olduğu bir başka paralel koridor yaratmak için, tehlike ve ölüm akın etmeye başladığında anlatıyı başka bir tarha yönlendirmek için, tıpkı bahçıvanın bahçede suyu bir sonraki tarha yönlendirmesi gibi.
Bu sayfalarda ışık olsun istiyorum, yumuşak öğle sonrası ışığı. Bu kitap ölüm hakkında değil, sona eren bir hayat için duyulan hüzün hakkında. Arada fark var. Bu, sadece onun bal dolu peteği için değil, peteğin boş hücreleri için de duyulan bir hüzün, hatta o çok daha güçlü. Elimizdeki mumların dahi yanıp tükenirken hatırladıkları o petek için duyulan hüzün.
Babamın dediği gibi, korkacak bir şey yok.