ISBN13 978-605-316-425-8
13x19,5 cm, 208 s.
Yazarın Metis Yayınları'ndaki
diğer kitapları
Hüznün Fiziği, 2017
Doğal Roman, 2018
Zaman Sığınağı, 2022
Yokluğun Haritaları, 2025
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et
 

İsmail Karakurt, "Bahçıvanlar ölünce bahçe mi olur?", Yeni Şafak, 15 Ekim 2025

“Ölüm sensiz olgunlaşan bir kiraz ağacıdır.” (s.9)*

Film yönetmeni Pawel Pawlikowski “Gerçek hayat kurgudan daha yaratıcıdır.” diyor ya, hakikaten öyledir. Bütün hikayeler, romanlar gerçekliğini gerçek hayattan alır ama hayat her zaman kurgudan daha yaratıcıdır. Hayatı yazarlar evirir çevirir kurgular ve okura sunarlar. “Bir hikâye, yaşanmış ve kişisel olsa bile, bir kez dilden geçince, kelimelere bürününce artık bize ait olmaktan çıkar, o artık gerçeklik kadar kurmacanın da düzenine aittir.” (s.7)

Bazı romanların dağınıklığı insan hayatının savrukluğu gibidir. Genellikle hayatının son anlarına yığılır hayatın önceki bütün anları. Hastalıkla sayrılığın karıştığı gibi gerçekle kurgu birbirine karışır. Yine de bu durum, hayatların anlatısına ve gerçekliğine ket vurmaz. İşte içerik ve anlatım yönünden dokunaklı bir romanı okuyorum. Baba/oğul ilişkisini hastalık, ölüm ve yas temasını üzerinden işleyen sarsıcı ve gerçekçi bir roman ödüllü Bulgar yazar Georgi Gospodinov’un Bahçıvan ve Ölüm’ü. Metis Yayınları arasından Hasine Şen Karadeniz’in çevirisiyle yayımlandı.

Korkacak bir şey yok

Yazar çok bölümlü romanına, ölüm üzerine Epigraflar’dan sonra çarpıcı bir giriş cümlesiyle, “Babam bahçıvandı. Şimdi bir bahçe” diye başlıyor. Bu cümle, romanı özetleyen çağrışımlarla dolu. Ardından gelen cümlelerle Gospodinov, hatta anlatıcı demek daha doğru, okuru ileri geri gidişler dönüşlerle adım adım ilerleyen hikayesine, gerçekliğine ve kurgusuna hazırlar. Belki de bunda, “Geçmişte zaman tek yönlü akmaz” düşüncesinin payı vardır. Çünkü daha romanın başlarında hikayelerinin kahramanları ölür, sadece hikayelerin anlatıcıları hayatta kalır dese de, sonunda “onlar da bir gün ölecek” demekten geri durmuyor. Ölümdür çünkü hayatın vazgeçilmez sonu. Anlatıcı, ilk bölümden itibaren babanın ölümünden önceki duygularını ve anılarını anlatır ve onun “korkacak bir şey yok” sözünü sık sık tekrarlayarak aslında o sözü insanların yaşadıkları karşısındaki korkuları ve endişelerini ifade eden bir epikrafa evirir. Anlatıcı, baba/ oğul ilişkisine yaptığı göndermelerle ikili arasındaki ilişkiyi irdelerken bu ilişki gibi aynı zamanda hafızasını da canlı tutmaya çalışır. Hatta romanında anlatısını serbest bırakarak baba, bahçe, hayat, ölüm, hafıza, dil gibi kavramlarla ilgili düşüncelerinin yanında okuru anlatının/ öykülemenin sınırlarında hatta biraz da kafa karışıklığıyla gezintiye çıkarır. Birçok bölümde dilin epikrizleriyle baş başa bırakır okuru. Ne de olsa epikrizdedir o hastanın hastalığı, teşhisi ve tedavisiyle ilgili her türlü bilgi. Romanın anlatıcısı, kitap boyunca kendi kendine konuşur gibi, içini döker, anlatır, dertleşir okurla.

Çiçekler Ölülerin Neyi Olur

Anlatıcının çok farklı anlamlar ve çağrışım yüklediği bahçe, baba için doğal terapi imkânı sunan özel bir mekandır. Ona göre, “Bahçe onun öteki muhtemel yaşamıydı, onun sesiydi, susup içine attığı her şeydi. Onun aracılığıyla konuşuyordu ve kelimeleri elmalar, kirazlar, iri kırmızı domateslerdi.” (s.15). Ayrıca babanın her zaman yapıcı olduğu bahsinden sonra anlatıcı, çiçekler üzerinden yerli yerinde bir soru yöneltir “Çiçekler aslında ölülerin gizli periskopları değil midir?” devamında da “Acaba ölüler dünyayı toprağın altında çiçeklerin saplarından mı izlerler?” merakını gizleyemez. Mesela hastalığı görünür hale getiren dil hakkında “Şimdiye kadar Latincenin ölü bir dil olduğunu bilirdim. Şimdi onun ölümün dili olduğunu biliyorum. Ölüm Latince konuşur.” diyen anlatıcı, ölümden söz ederken de aslında aramızdan ayrılan kişiden, onun bıraktığı boşluktan, kendimizden, hayatın büyüleyici geçiciliğinden bahsettiğimiz sonucuna varır.

Anlatıcı, romanın dağınıklığı içinde kalarak Şehrazat’ı selamlar, sık sık babanın anılarından söz eder. Onunla ilgili hikâyeler birbirini takip eder. Sevdiği yazarlara ve kitaplara göndermelerde bulunur. Onlardan alıntılar yapar. Anlatıcının anlattıkları okur nazarında hayatın birer gerçeğine dönüşür. Anlatılanlar kurgunun ötesinde çok fazla sahici çünkü. Oysa roman bir kurgu türüdür. Yazar, bunun farkındadır ve tam burada devreye girerek metne müdahale eder ve kurguyu devreye sokar. Okuru kurguyla edebiyatın zengin hayal dünyasında gezindirir. “Babamı kuş besler gibi besliyorum.” Diye anlatıcının/ kahramanın yaşadıkları okurun gerçekleriyle örtüşür. Bu tür eserlerin gücü, etkisi ve başarısı anlatıcının okurla kurduğu bağdan gelmektedir.

“Çocukluğun ebedi çilek tarlalarının otlarını ayıklayan” babalara/ annelere ölümü ve hiçbir hastalığı yakıştıramazsak da yine de çok çekmelerini istemeyiz. Belki de bundandır hasta babalar/ anneler için ölümü bazen bir iyilik olarak düşünürüz.

Birçok okuyucu, Paul Auster’in anı-romanı Yalnızlığın Keşfi’nde de benzer bir çabayı mutlaka okumuştur. Hayatının son yıllarında hastane/ ev arasında mekik dokuyan babamdan bilirim unutulmaz hastalık hallerini ve bende sıkıştırdığı o duygusallığı. Benzer duyguyu, iki eserde daha, tematik benzerlikten midir nedir, Mustafa Kutlu’nun Anadolu insanının tabiata bakışını ve derinlerinde “fanilik”i işleyen Beyhude Ömrüm uzun hikayesiyle Hasan Ali Toptaş’ın “Babalar, alınlarımıza yazılmış yalnızlıklardır” dediği Kuşlar Yasına Gider romanını okurken de yaşamıştım.

Bahçıvan ve Ölüm, bir babanın hastalığı ve ölümüyle yas evresindeki oğulun vedalaşmanın anı-romanıdır. Sonuçta Gaustin’in dediği gibi “Sadece çocukluk ve ölüm vardır.” Belki de bundan, romanı bir baba ve oğulla, anılar ve acılarla, hikâyeler ve tabiatla kurgulanmış bir ilişkinin ve çabanın yas günlüğü olarak da okuyabiliriz. Bu ilişki ve çaba, uzun süre insana, “küllüğünde hala kiraz çiçeği poleni” vardır hikayesini yaşatıp duracağa benzer. Sonsöz’den iki cümleyle tamamlayalım yazıyı:

“Eğer istersem, bellerine kadar otlara dalmış dedemi ve babamı aşağı doğru inerken görebilirim. … Bir yerde, ağaçların arasına gizlenmiş bir guguk kuşu ötüyor, sesi hayati ve hafif. Korkacak bir şey yok.”

 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2025. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X