Ayşegül Devecioğlu:
"Kuş Diline Öykünen - 11342"
Özay Yaşar, Baraka, İstanbul ODTÜ Mezunları Derneği Yayını, Şubat 2004
Böyle bir kitap yazma fikri sende nasıl oluştu?

12 Eylül dönemi aynı yaşlardaki birçok insan gibi benim hayatımda da önemli bir yer tutuyor. Dahası böyle dönemler toplumların yaşamında da önemli. 12 Eylül'ü Türkiye büyük bir travma olarak yaşadı. Ama henüz bu dönemle, toplum olarak hesaplaşmış değiliz. Üstüne bir örtü çektik ve unuttuk. Daha doğrusu unutmuş gibi yaptık. Askeri darbe sonrasında işkence, baskı, hak ve özgürlüklerin kısıtlanması, hapishanelerde insanlık dışı uygulamalarla büyük bir karanlık yaşandı. Ama biz her şeyi unuttuk. Hatırlamak istemedik. Aslında hiçbir şey unutulmaz. Sadece saklı kalır. Gizlendiği yerde anımsanmayı bekler. Ne var ki, böylesi acı şeyleri anımsamak bilinçli bir çaba gerektirir. Yalnız insanlar için değil toplumlar için de böyle. Olanı biteni sağ-sol kavgası gibi bulanık kavramlarla açıklama, 80 öncesini kaynağı belirsiz bir şiddetten ibaret kanlı, kaotik bir imgeye hapsetme çabalarına karşın bu dönem, toplumun hak, hukuk ve kimlik arayışının peşinde hızla politikleştiği bir dönemdi. 12 Eylül darbesi de zaten bu yüzden yapıldı. Topluma deli gömleği giydirildi. Toplum hak, hukuk daha insanca bir yaşam arayışıyla suç işlediğine inandırıldı. Şimdi bütün bir toplum olarak bu dönemi değerlendirmemiz için unuttuklarımızı ya da unutmaya çalıştıklarımızı yeniden hatırlamamız lazım. Bu zaman parçası bu toplumun geleceği için büyük önem taşıyor. İnsanlar gibi toplumlar da kendileriyle gerçek bir yüzleşme yaşamadan bir yere varamıyor çünkü. Daha önce çeşitli yazılarda bu dönemi anlatmaya çalıştım. Daha bütünlüklü bir edebi metin diyelim roman yazma fikri uyandığında doğal olarak ilk önce yazmak istediğim de böyle bir hikâye oldu. Kimliğimin büyük ölçüde şekillendiği bu kayıp döneme duyduğum bir nevi sorumluluk duygusu, hesaplaşma kaygısının da etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Kuş Diline Öykünen bir 12 Eylül kitabı mı? Neyi anlatıyor?

Olay 85'te geçiyor. Bir kadınla bir erkeğin, Gülay'la Caner'in trajik hikâyesi anlatılan. Kısa bir zamana sığmak zorunda kalan bir aşk. Ne var ki, yalnız kısa değil ölümcül bir zaman. Ancak bu aşkın neden trajik olduğunun anlaşılabilmesi için 80 öncesine dönmek gerekiyordu. Başka bir dönem anlatılıyor olsa bu, göndermelerle dönemleri simgeleyen şeyleri anımsatarak da olabilirdi. Ama öykünün zamanı ancak kopmuş olduğu kayıp bir zaman parçası yeniden kurularak anlamlı kılınabilirdi. Bunu başarabildiğim ölçüde, Gülay ve Caner'in hikâyesi de anlam ve ağırlık kazanıyor.

Bu öyküyü anlatırken seni en çok zorlayan şeyler neler oldu?

İlk soruda buna kısmen cevap verdim ve ikinci soruda da. Bu öykünün anlatılmasındaki en büyük zorluk, bu zamanın, bu zamanı var eden değer yargılarının, simgelerin, insan davranışlarının da unutulmuş olması. Bu karakterlerin ve öykünün inandırıcılığını olumsuz yönde etkiliyor. Hikâyenin anlatıldığı dönemin bu nitelikleri, metnin kendi kurgusal gerçekliğini oluştururken çok zorluk yarattı. Kayıp zamanı, hiç yaşamamışlara ve unutanlara anlatabilme, hatıratabilme telaşı, yalnız kalemimin daha sivri ya da daha şefkatli olması konusunda değil, edebi olanla, olmayan arasında da gerilim yaşamama neden oldu.
       Üstelik, insanlar yalnız bu dönemi hatırlamamakla kalmıyor, bu döneme ilişkin birçok şeye bugün inanmıyor. Romanda da sık söylendiği gibi, her taşı yerinden oynayan o kıpır kıpır toprak değil artık Türkiye. Kimse soru sormuyor, yardımlaşmıyor, kitap okumuyor, merak etmiyor. Ahlaklı olmaya gerek duymuyor. En kötüsü, insanlar dünyanın şu durumuna bakıp bunu nasıl değiştireceklerini düşünmüyor, bunu insanın kötü, zalim doğasına yorup asla düzelmeyecek bir olgu olarak kabul ediyor. Romanda dünyanın yaşlanması diye tarif ettiğim olgu bu. Bu yaşlı dünyaya bir zamanlar genç olduğunu hatırlatmak gerekiyordu.

Neden "Kuş Diline Öykünen?"

İnsanlık var oldukça daha insanca bir yaşam ümidi de var olacak. Bu ümidi temsil ediyor romanda. "Üsküdar'a gidelim" diye öten kuş. Romanın baş kişisi Gülay, hapishanede kalmış, işkence görmüş bir kadın. Ailesi yoksul, birkaç sene öncesine kadar çevresinde herkes onun dünyasını paylaşırken şimdi birer yabancı oluvermişler. Gülay'ın bu yabancı evrende tek tutunabileceği şey, bu kuşun ötüşü. Bu kuş inancın, ümidin ve mucizenin simgesi romanda. İnsanlar var olduklarından beri mucizeye inanmışlardır, masalları bunun için uydurmuşlar. Gülay da masallara inanıyor. Masalların sessizliğe gömülmüş, paradan puldan yemek içmekten başka bir şey düşünmeyen insanlara yeniden inanmayı, kardeşliğe, iyiliğe, güzelliğe inanmayı hatırlatacağını ümit ediyor.

ODTÜ'nün senin hayatındaki anlamı nedir?

ODTÜ'nün elbette büyük anlamı var. Özellikle bizim hazırlık okulunda olduğumuz dönemde edindiğim arkadaşlıkların yeri çok başka. Hatta o sıralar aramızda siyasi ayrılık nedeniyle oluşan husumete rağmen birbirimize sevgimiz sürdü. Dediğim şeylerin o zengin zamanla da ilgisi var. O zaman parçasını romanda bir hazine odasına benzetmiştim. Geriye hiçbir şey kalmadan kapanıveren bir hazine odasına... Romanın kahramanlarından İbrahim'in "Ben bu kadar çok iyilik görmemiştim. İyi insanlar demiyorum, insanların en iyi halleri," diye başladığı bir cümle var. Benim ODTÜ'lü yıllarım deyim yerindeyse bu insanlık bayramına denk düştü. Dünyanın daha iyi ve insanca bir hale dönüşebileceğine hâlâ inanıyorsam bunda ODTÜ'lü yılların payı büyük.

Öykünde parçalı bir dil kullanmışsın?

Neden parçalı bir dil kullandım. Bundan kasıt italiklerle yaratmaya çalıştığım zaman parçalarıysa, kaybolan zamanı bir ölçüde geri getirmek için diyeceğim yine. Ana metinle hemen hemen hiçbir koşutluk içermeyen bu parçacıklar 12 Eylül öncesi diye tanımlanan döneme ilişkin genel denebilecek düşünceleri, duyguları, yönelimleri anlatmayı ve o dünyayı yeniden kurmayı amaçlıyor. Biz iç içe iki öykü okuyoruz aslında. Caner ve Gülay'ın hikâyesi 85'te geçiyor. İbrahim ve Leyla'nınki ise başı ve sonu olmayan bir zamana yayılmış gibi. Onlar asıl hikâyenin gölgesi. Bu gölgenin yardımıyla, o zamanın iplikleriyle işlenmiş örtüyü ana metnin altına seriyorum ve o örtünün üstünde bağdaş kurup size hikâyemi anlatıyorum.

Ölçülü de olsa eleştirel bir dille anlatmışsın...

Bu öykü eleştirel olmak zorunda. Ben solcuları aklamaya çalışmıyorum. Sadece o tarihi geri getirmeye ve hatırlatmaya çalışıyorum. Öykü inanılır ve bu yüzden üstünde düşünmeye değer olacaksa, eleştirel olmalı. Bana göre daha da eleştirel olabilirdi. Ancak eylül öncesi dediğimiz zaman parçası öyle klişelerle açıklanıyor ki (sağ-sol çatışması gibi, teröristler gibi) bu klişeleri parçalamak zihinlerdeki buzları çözmek gerekiyor öncelikle. Eleştirel olmaktan çok eğrisiyle doğrusuyla az çok gerçeğe uygun bir tasvir yapmaya çalıştım demek daha doğru belki de. Hikâyemi yalnız korumak için değil, var edebilmek için de gerekliydi bu.

Sence de kitap bir tüketim nesnesi olarak buzdolabı ile aynı yerde mi durmaktadır?

Ben edebiyata inandığım ve onu maneviyat dünyamızın bir parçası olarak gördüğüm için maddi tüketimi simgeleyen kavramlardan uzak tutmak gerektiğine inanıyorum. Sanıyorum, çok satarlık, kitabın reklam edilme şekli, yazarların kamuoyununkarş;ısına çıkış ve medyayı kullanma tarzı, insanları bilinçli ya da bilinçsiz bu anlamda rencide ettiği için tartışma konusu oluyor. Edebiyatın tinsel dünyamızın bir parçası olarak saf kalmasını istiyoruz. Sevdiğimiz beğendiğimiz yazar ve sanatçıları o dünyanın bir parçası olarak görüyoruz.. Bir yazarıne kadar tinsel dünyamızın parçası yapmışsak, onun yaptıklarıyla yazdıklarıyla ilgili daha hassas oluyoruz. Maddi tüketimin belirlediği bir dünyada yaşıyoruz. Edebiyatı, genel olarak sanatı insansı değil daha çok hayvansı yönlerimizi temsil eden bu dünyanın dışında görmek istiyoruz ki, insan olmak için bir ümidimiz olabilsin. Bütün alanlarda olduğu gibi edebiyat alanında da kötü niyetli eleştiriler, husumet söz konusu olsa da, eleştirilerin asıl olarak tinsel olanı koruma isteğimizden kaynaklandığını sanıyorum.
       Yüksek sanatın olmadığına, kitabın da buzdolabı gibi bir ürün olduğuna ilişkin görüşler aydınlanma düşüncesinin yenilgisiyle genel olarak entelektüellere, entelektüellerin toplumsal işlevlerine yönelik, aşağılamaya kimi zaman düşmanlığa varan yadsımanın sonucu gibi görünüyor bana. Yüksek sanat elbette var. Yüksek sanatı halktan kopuk ve anlaşılmaz olduğu için yüksek diye tanımlamıyoruz; yukarıda söylediğim gibi maddi tüketim dünyasının değil tinsel dünyamızın bir parçası olduğu için ve insanın sanatla yücelme isteğini simgelediği için yapıyoruz bu tanımı. Bu yücelme arzusu, kitapta da sık sık sözünü ettiğim yüzlerce yıllık özgürlük ve eşitlik arayışımızın da nedeni.
Okuyabileceğiniz diğer Ayşegül Devecioğlu söyleşileri
▪ "Dünyanın değişeceğine iman etmeli"
Hale Kaplan Öz
▪ "Dönmek Mümkün mü Artık Dönmek?"
Emel Gülcan, bianet, 16 Mayıs 2015
▪ "Edebiyatla anlatmak eşsiz bir yol..."
Semih Gümüş, Notos, Temmuz 2015
▪ "Öykü ile Hayat Arasındaki Sınırlar Çoktan Kayboldu"
Hatice Ebrar Akbulut, dunyabizim.com, 30 Haziran 2016
▪ "Toplumdan bağımsız birey tasavvuru mümkün değil"
Seda Babanur, Cumhuriyet Kitap, 22 Nisan 2015
▪ "Hiçbir Hayat Sıradan Değildir!"
Emel Gülcan, Bianet, 12 Kasım 2011
▪ "Yazarın amacı ve meselesi edebiyattır"
Said Çangır, İAN Edebiyat, Eylül 2015
▪ "Edebiyat 'eksik' bir anlamı yakalamaya cüret eder"
Irmak Zileli, K24, 9 Mart 2017
▪ "Parçalanmış bir dünyada beden nasıl yekpare kalabilir?"
Aynur Kulak, K24, 12 Mayıs 2022
▪ "Yapılanların üstünü örterek hakikati kaybettik"
Sefa Kaplan, Hürriyet Cumartesi, 14 Şubat 2004
▪ "Anımsamanın en gerçek, en acılı yolu ifade etmek"
Berat Günçıkan, Cumhuriyet, 7 Mart 2004
▪ "Kuş Diline Öykünen - 11430"
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 7 Mart 2004
▪ "Zamana hükmederken"
Berat Günçıkan, Cumhuriyet Dergi, 12 Eylül 2004
▪ "Birlikte Yaşamak Macera Değil"
Sema Aslan, Milliyet Sanat, Mart 2007
▪ "Ağlayan Dağ Susan Nehir"
Ayça Örer, Taraf, 25 Mayıs 2008
▪ "Çingenelerin dili şifalı zehir"
Ufuk Matara, Akşam Kitap Eki, 29 Haziran 2008
▪ "Öykülerim ima etmiyor, açıkça söylüyor..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 29 Mayıs 2009
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X