John Berger:
"Yazdıklarım kâhin sözleri oldu"
Cem Erciyes, Radikal Kitap, 11 Mayıs 2001
Herkesin bildiği gibi yıllar önce kent yaşamını terk edip köye gittiniz. Bu yazarlığınızı nasıl etkiledi?

Köylüler hakkındaki kitaplarda onların bakış açısını okumadığımı farkettim. Bu tür kitaplar hep onları ziyarete gelmiş birilerinin bakış açısıyla yazılmıştı. Bu durumda yapılabilecek tek şey oraya gitmek ve öğrenmeye çalışmaktı. Tabii bu çok zaman önceydi, neredeyse 30 yıl önce. Ben hiç üniversiteye gitmedim. Köylüler arasında olmak, özellikle yaşlı kadınlar ve adamlar arasında olmak, ilk kez üniversiteyle gitmek gibi bir şeydi benim için. Orada duyduğum, düşündüğüm şeyleri mükemmel biçimde yazabilmek için, yazmayı tekrar öğrenmem gerekiyordu. Bir hikâyeyi, bana anlatıldığı biçimiyle yazmayı öğrenmeliydim. Benim için çok uzun sürdü öğrenmesi. Binlerce örnek arasından size bir tane vereyim. Mesela şehir insanları arasında, hele ki entelektüeller arasında hep kullanılan bir sözcük vardır: “fakat”. Şehirliler, "Güzel bir kız fakat, basit" derken köylüler, "Güzel ve basit bir kız" derler. Çünkü çelişkiyi kabulleniş söz konusudur.
       Herşeye rağmen ben onların dışından biri olduğum içinbir köylü gibi yazamadım. Dışarıdan olmak da köylü tecrübelerini global bir bağlam içinde görebilmemi sağladı. Bu, köylülerin o büyük bilgeliklerine rağmen yaşadıkları köyde yapamadıkları şeydi. Çünkü köyleri dünyanın merkezindedir.

Köylü kavramı geçerliğini sürdürüyor mu?

Dünya çapında tabii ki. Ve belki de hâlâ dünyanın çoğunluğunu onlar oluşturuyor. Yer değiştirseler, kente göçseler bile onlar köylü kalıyor. İngiltere'de daha 18. yüzyılda yok edildiler. Fransa'da ise otuz yıl önce varlardı. Ben yok olmak üzere olan bir kültürün sesini dinledim. Şimdi de hâlâ, Fransa'da her gün biraz daha küçülen cepler var.
       Köylü ekonomisi acımasızca yok edilirken, yerine konulan şey kendi felaketlerini de beraberinde getiriyor. Deli dana, şap, her tür yiyecek hakkında artan skandalları kastediyorum. Çünkü tarım, yeni ekonomik düzenin değer sistemine direniyor. Direniyor çünkü, bu kesin biçimde onun doğasına aykırı. Doğanın enerjisini, işgücünün enerjisiyle değiş tokuş etmek diğer ticari meseleler gibi değerlendirilemez.

Doğayı yitirmek, insanların düşünce sistemlerini ne kadar etkiledi?

Küreselleşmenin önlenemez kabülü, ve yalnızca kâr artırmanın önemine dayanan ekonomik düzen, Seattle'dan Prag'a uzanan bir etki yarattı. Bu birkaç yıl önce başladı ve her yerde yavaş yavaş artarak sürüyor. Bunun en önemli özelliklerinden biri köylüler tarafından yaratılmış bir hareket olmaması. Köylüler sadece katılıyorlar, o kadar. Bunun içinde en önemli şey, toprakla olan ilişkinin bu biçimde muamele görmemesi gerektiği yönündeki bilinç. Köylüler hakkındaki roman üçlemesini yazarken, (Avrupa Üçlemesi) onların yaşadıkları kayıpları, dönüşümü anlatmaya çalıştım. Bu kitaplarda anlattığım şeyler birden bire çok önemli, acil, küresel meseleler halini aldı. Tuhaf bir biçimde kâhin sözlerine dönüştüler. Genetik olarak müdahale edilmiş beyinler, fabrikalarda üretilen süt, et ve bunların sebep olduğu felaketler. Zengin dünya ve diğerleri arasındaki fark gün be gün artıyor.

Kral’da da evsizlerden, yeni dünyanın bir başka felaketinden söz ediyorsunuz.

Kesinlikle öyle. Bu, yoksulluğun yeni bir formu. Oysa tüm dünya nüfusunun insani hayat sürmesi için kesinlikle yeterli kaynak var. Belki kolay bir yaşamdan değil ama insanca yaşamdan söz ediyorum. Bu yoksulluk kesinlikle yeni ekonomik düzenin en önemli parçası. Dünyada olup bitenlerin hesabını yapanlar da artık seçilmiş hükümetler değil. Ekonomik düzeni yönetenler, ki bunlar isimleri bilinmeyen kişiler, her gün tüm insanlığı etkileyen kararlar alıyor...

Sokaklarda yaşayan insanlar derin bir umutsuzluğu simgeliyorlar.

Evet, sokaklarda yaşayan herkes yatay bir düşüş yaşamıştır. Bunun şoku, yarattığı izolasyon ve kimseyi görmek istememekten kaynaklanan yalnızlık, olağanüstü bir karamsarlık yaratıyor. Eğer sokakta yaşayan bir kişi, hâlâ özgüvene, bir CV yazıp iş bulma kurumlarına gidecek enerjiye sahip olabilse başka bir yaşam sürebilir. Ama tüm bunlara sahip olmadığı için evsizlik onun yaşam biçimi. Bu vakaların yüzde doksan dokuzunda zaman kavramı ve geleceği belirleme kapasitesi kaybolmuştur.
       Bu kitapta olayları saat saat yazmamın sebebi de onların zaman kavramıyla ilgili. Romanlarda yatay bir zaman kavramı vardır. Geçmiş, şimdiki zaman ve gelecek anlatılır. Bir sürü roman vardır ki koca bir yaşam süresini aktarır. Bu yatay, ufku olan kurgudur. Oysa yeni yoksulluğun ufku yok, sadece düşey bir hareket var. Önemli olan sadece bir sonraki saat, bir sonraki saatte hayatta kalabilmek...

Olayları bir köpeğin gözünden ya da kendine köpek diyen birinin gözünden anlatmanız bir metafor mu, yoksa önemli bir anlatım biçimi olarak içerdiği şaşırtıcılık mı?

Çok istiyorsanız metafor olarak algılayabilirsiniz, ama ben öyle olduğu fikrinden hoşlanmıyorum. Bir kere şunu söylemek istiyorum. En önemli mesele, bir hikâyeyi anlatabilmektir, sanıldığı gibi hikâye bulmak değil. Etrafımızı binlerce hikâye çevreliyor. Mesele, bunların arasından bir hikâyeyi seçip onu çok çarpıtmadan anlatacak sesi bulabilmekte. Bu konuyu yazmaya karar verince değişik sesler kullanmayı denedim. Sonuç çok kötü oldu. Argüman dolu, acıma dolu, gerçeği kavramaktan uzak bir anlatım çıktı ortaya. Sonra birden hikâyeyi bir köpeğe, ya da kendine köpek diyen birine anlattırma fikri geldi aklıma.

Köpeklerle evsizler arasında da ki ilginç ilişki de size esin vermiş olmalı.

Evet sokakta yaşayan birçok kişinin köpeği vardır. Pek çok sebeple köpeklerle birlikte yaşarlar. Herşeyden önce köpek, bir yere kadar korunma sağlar. Ama en önemlisi köpek dosttur. Yargılamaz; köpek içtenliğe, samimi bir ilişkiye izin verir. Şunu hatırlatmalıyım, bu biçimde düşmenin en korkunç yanı yalnız bırakılmanızdır.

Kral, (King) Avrupa'da kapağında isminiz olmadan yayınlandı. Hatta Selçuk Demirel'den duyduğuma göre Fransa'da kimileri kitabınızı Stephen King'in yeni romanı sanmış.

İyi, belki bu kitabın satışını olumlu etkilemiştir! Tabii isim koymamamın bir nedeni var. İçinde bir mesaj olan, ama etiketi olmayan bir şişe bulduğunuzu farzedin. Tıpkı bunun gibi kitabın içerdiği, ya da aktardığı tecrübe benim için çok önemli. Bir imza ile sunulduğu sürece okuyucu kitabın bu adamdan bir yapıt olduğunu düşünecek. İçeriğini edebi bir mesele olarak ele alacaktır. Bunu olabildiğince engellemek istedim. Adım kitabın sonunda bir yerde küçücük var. Yani bu kitabı ben yazmadım filan gibi bir durum yaratmaya çalışmadım.

Neden Türkiye'de imza koydunuz?

En önemli şeylerden biri kitabın okunması. Kimi yerlerde kapağa isim koymamak işe yarar, kime yerlerde yaramayabilir. Türkiye için yayıncımın sözünü dinledim.

Kitaplarınızın Güney ülkelerinde Anglo-Sakson dünyasından daha çok ilgi görmesini neye bağlıyorsunuz?

Bunu ben bilemem, siz söylemelisiniz. Ama size ilginç bir şey anlatayım. Britanya'da endüstriyel, proleter bir kent olduğu için yoksulluğu en iyi tanıyanlardan biri İskoçya'daki Glasgow'dur. Kral yayımlandığında, İskoçya'nın en önemli gazetelerinden ikisi, bunlar Glasgow merkezlidir, vakit geçirmeden yarımşar sayfa ayırdılar romana. Bu ilgiyi Londra merkezli gazetelerde göremedik.
Okuyabileceğiniz diğer John Berger söyleşileri
▪ "Senin için ve senin hakkında"
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 15 Haziran 2014
▪ "Yeni kitabındaki mektuplar tutsaklığı anlatıyor"
Evrim Altuğ, Sabah Kitap Eki, 20 Ağustos 2008
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X