Elif Şafak:
"Mozaik değil ebru modeli konuşulmalı"
Derya Sazak, Milliyet, 12 Aralık 2005
Araf'tan sonra, "Med Cezir"le okurlarınızla buluştunuz, yeni romanınız "Baba ve Piç" basılmak üzere. Bir kadın romanı yazmışsınız. Aşk, tasavvuf ve yazmak... Elif Şafak'ı tanımlayan "hayatın sarkacı" değerlerden başlayalım isterseniz, roman sizin için neyi ifade ediyor?

Her kitabın ayrı bir ritmi var. Benim için bir yazma mevsimi var, bir de roman bittiği zaman savrulduğum öteki uç var. Şu halim, daha sosyalleşmiş, toplum içinde daha normal göründüğüm dönem. Birinci dönemin tükenmez bir zehri de var, bir güzelliği, yaratıcılığı da... O zehirden arınmak için bu ikinci dönem bana önemli geliyor.

Roman benim karşıtım, öteki yarım diyorsunuz.

Evet, çünkü ben dağınık, kaotik, düzensiz biriyim. Roman aslında belli bir plan ister. Yarının var olacağına dair bir inancınız olmalı ki, roman yazmaya devam etmelisiniz. Ya da kurgu yapmayı, daha analitik düşünmeyi, rasyonaliteyle daha barışık olmayı gerektirir. Şimdi gündelik hayatımda bunların tam tersiyim. O yüzden roman beni çok dengeleyen bir tür, yani biraz zamk gibi görüyorum. Bu anlamda karşıtım.

Doğu - Batı, çokkültürlülük, kimlik ve kadın sorunları, Türkiye'nin AB sürecinde karşılaştığı sorunları sizin kahramanlarınız epeydir romanlarda yaşıyor. Kurgusal olaylar gerçek oldu. Fransa'daki isyanda gördük ki Batı da benzer krizleri yaşıyor.

Son dönemde ABD ile Türkiye arasında mekik dokuduğum için 11 Eylül sonrası Batı'da giderek artan İslam fobisini görüyorum. Fransa'daki olaylar Amerikan muhafazakâr basınında neredeyse sadistçe bir mutlulukla, "Biz demedik mi, şimdi görün işte terörizmin ne demek olduğunu" şeklinde karşılandı. Hatta, "Hitler'den sizi biz kurtardık, Müslüman teröristlerden kurtarmayacağız" diye yazılar çıktı. 11 Eylül, Irak ve Fransa'daki olayları birbirine bağlayıp hepsini aynı kategori içine yerleştiren cahil, sığ ve tehlikeli söylem var. Tabii tek bir Amerika yok. İdeolojik yönden çatırdıyor. Irak işgali, turnusol kâğıdı işlevi görüyor.

CNN'nin Dick Cheney'nin üzerine "çarpı" koyması rastlantı olmasa gerek.

Kesinlikle, Irak'tan çekilmeyi tartışıyorlar ama sonra ne olacak? Ortadoğu'nun daha beter hale geleceğinden korkuyorlar. Ötekini bilmemekten kaynaklanan yanlışlar. Aynısını Türkiye'de gözlemliyoruz. Bizim kuşak, 'Türkiye'nin 3 tarafı sularla, 4 tarafı düşmanlarla kaplı diye büyütüldü. İşte "İslamcılar gelecek boğazımızı kesecek, iyi ki ordumuz var bizi koruyacak"... Bilinçaltımız sürekli iç düşmanlar diye herkese mal etttiğimiz bir tehditten oluştu. Bu da statükonun işine gelen bir şey.

Brüksel'de kültür sorunları ağırlıklı bir toplantıda bulundunuz. Müzakere süreci Türkiye'ye dönük havayı ne yönde etkilemiş? Fransa'daki olaylar, Almanya'da Merkel iktidarı, süreci zorlayacak.

AB içinde çok ciddi görüş ayrılığı var. Tek tek ülkelerin içinde yaşanan fikirler çatışmasından söz etmek mümkün. Onlara "aynakeş" diyorum. Ayna meraklıları... Sadece aynadaki yansımalarıyla yaşamak isteyen, soyadı kendi soyadına benzeyen, geçmişi geçmişine benzeyen, dini diniyle aynı, etnisitesi etnisitesiyle aynı insanlarla çevrili, steril, yalıtılmış alanlarda yaşamak isteyen bir kesim. Ve onların korkularıyla dolu iç ve dış politikaları. Öbür tarafta kozmopolit ideoloji var. Aynakeşler bence dışlayıcılar.

Makbul vatandaşın, tek tip dünyanın peşinden koşanlar mı?

Fransa'da aynakeş ne diyor: "Baban üç kuşak önce Cezayir'den gelmiş olsa da rengin kara, ismin Ahmet olduğu müddetçe benden değilsin, burada doğmuş olsan, Fransız vatandaşlığını da elde etsen, 'öteki'sin." Sürekli kök ve köken sorgulama ve şüphe etme hali var. Çünkü kimliğin farklı... "Benden değilsin, dolayısıyla çık yaşam evrenimden." Aynı şeyi ABD'de, Türkiye'de gözlemleyebiliyoruz.

AB felsefesi çokkültürlülük üzerine kurulu değil miydi, Türkiye'den uyum sürecinde en çok beklenen, "azınlık hakları" olmadı mı? Bu değişiklik neden?

Bu çok önemli bir soru ama biz bu reformları kendimiz için yapmak durumundayız. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün son açıklamalarında tehlikeli bir söz vardı, "taviz" nitelemesi yapıyor. Bunları taviz olarak gördüğümüz sürece reformlar hız kesecek. Oysa bunlar zaten yapılması gereken şeyler, kozmopolit, ilerici çok kültürlü, çok dilli hatta çok inançlı bir dünya doğrultusunda atılmış adımlar olduğu için buna inanıp yolumuza devam etmemiz gerekiyor.

Kimlikler çağında yaşıyoruz.

Elbette. Ama Avrupa diye tek bir kimlik yok. Muhafazakâr bir siyasetçiyle kozmopolit görüşlü bir entelektüeli aynı kefeye koymamak lazım. Türkiye'de değişim olacaksa bunu bizler gerçekleştireceğiz. Dışarıdan dayatılarak, koşul olarak önümüze getirilen sürecin ters tepme ihtimali çok büyük. Fransız, Türk, Hollandalı entelektüeller birlikte çalışmalı. Ulus devletin hudutlarını aşan bir projeye doğru gidiyoruz.

Sivil toplum inisiyatifiyle Türkiye'ye AB desteğini artırmak mümkün mü?

O potansiyeli görüyorum ama şu da var: Avrupa'da İslama ve Türkiye'ye karşı önyargılı çevreler var. Brüksel'de bunu gördüm, açık fikirli, milliyetçiliğe bulaşmadığını iddia eden insanlar Türkiye söz konusu olduğunda birdenbire karşınıza 400 senelik bir hafızayla çıkıp Viyana'yı hatırlatarak, çok rahat Türkiye'yi suçlayabiliyorlar.

Iırkçı bir yükseliş var...

Türkiye'de, Avrupa'da, Amerika'da tehlikeli bir gidiş var.
       
       Avrupa'nın zihni kalıplarında da bir kırılma yaşanıyor.

Yeni sınırları kültür çiziyor. Türkiye'nin AB sürecinde en az ilgi duyduğu alan kültür politikaları. Kültür sanki değişmesi gereken, en arkalarda kalan bir yük. Cumhuriyet, erken dönemden itibaren reformist hareketlere baktığımızda kültür mutlaka dönüştürülmesi, Batılılaşma adına yeniden şekillendirilmesi gereken iğreti, marazi bir külfet olarak algılanıyor. Bu yaklaşım çok sorunlu. Doğu ile Batı arasında mutlaka tercih yapmak zorundaymışız gibi hareket ediyoruz. Kültüründen utanan, bunu terbiye edilmesi gereken bir gericilik olarak algılayan elitizm var. Kültürümüzle barışmalıyız. Siyasi ve askeri elitimiz toplumuyla ne kadar barışık? Kendi toplumunu tanımıyor aydınlar. Edebiyatçılar için de geçerli.
       Çok şekilsel bir modernleşme biçimimiz var. Etek boyu, giysi, şapka bunlar her zaman ideolojik içeriklere sahip oldular. Sadece kıyafetten, kumaş parçasından ibaret olmadı. Ve aynı zamanda medeniyet göstergesi olarak algılandığı için tartışma bugünlere geldi.

Demokrasi ve özgürlük alanının genişlediğini düşünürken yine patinaj başladı. Pamuk davası, Şemdinli olayları...

Türkiye aslında her zaman muhaliflerine bedel ödeten bir ülke oldu. Yaşar Kemal'in geçirdiği davaları unutmamak lazım. Nâzım Hikmet'in başına gelenler. Soldan ve sağdan ama sonuçta sistemi sorgulayan pek çok şair, yazar, gazeteci bu ülkede hapislere girdi Değişen hiçbir şey yok. Belki tek değişiklik bu haberlerin Avrupa basınında yer buluyor olması. Artık şunu fark etmemiz gerekiyor, kendi sınırlarımız içinde yaşamıyoruz. Şemdinli'de yaşanan olay bütün dünyada yankılanıyor.

Orhan Pamuk davası 16 Aralık'ta başlıyor, mahkûm olursa?....

Mahkum olursa elbette Türkiye'nin demokratik sicili açısından çok kötü bir şey olacak. Kim olursa olsun, aynı durumda olan bireyler açısından şunu kabul etmemiz gerekiyor, Avrupa'ya karşı yüzümüzü kara çıkarmamak açısından değil, sistem kendi insanımıza haksızlık ettiği için bunları değiştirmek zorundayız.

Şemdinli'de patlayan 'ikinci Susurluk' skandalına ne diyorsunuz?

Kullandığımız siyasi jargon baştan hatalı. Kürt sorunu diyoruz, sanki Kürtler sorun çıkarmış gibi ya da Ermeniler sorun çıkardı da çözmeye çalışıyoruz. İnsan hakları ihlalleri sorunu demeliyiz. Toplumsal hafızasızlık demeliyiz. Sorunu baştan yanlış formüle ettiğimizi düşünüyorum. Türkiye'de zannediyorum en sakıncalı reflekslerden bir tanesi toplumu böyle yekpare, imtiyazsız, sınıfsız hiçbir farklılığın olmadığı bir kütle olarak hâlâ görmeye çalışmak. Bu bir hata. Çünkü bu toplumun içinde, etnik azınlıklar, farklı dini yorumlar sınıfsal kesimler var. Son derece heterojen.

Cumhuriyet farklı kimlik ve kültürleri monolitik yapıda birleştirmiş. Yeni yeni Kürtleri, İslamı keşfediyoruz. Türkiyelilik üst kimliğini tartışıyoruz.

3. aşamaya geldik. Osmanlı son döneminde, etnisiteyle imparatorluk çözüldü. Cumhuriyet ideolojisiyle kaynaşmış monolik, yekpare kütle toplum ikinci aşamaydı. Şimdi artık onun çözüldüğünü, bunun o kadar kötü bir şey olmadığını, bir külte değil de çoksesli, çok renkli çok yapılı, ister istemez çok çelişkili bir toplumda yaşadığımızı anlıyoruz. Bunun getireceği zenginlikle barışmasını bilmeliyiz.

Üçüncü aşamayı nasıl adlandırdınız?

Kütle sonrası... Kütleden kasıt, toplumu tek bir kimlik altında birleştirme ideolojisiyle Kürt kimliğinden Alevilerden her türlü dini etnik ve sınıfsal farklılığın kendisinden rahatsız olan bir yaklaşım. Bu Cumhuriyet'in kuruluş döneminde anlaşılır bir şey olabilir ama bugün için geçerli bir siyasi formül değil.

Deniz Baykal'ın uyarısındaki gibi bu çözülme Türkiye'yi Yugoslavya gibi yapmasın?

Niçin yapsın? Niçin bu kadar korkuyoruz kozmopolitten. Bence kozmopolit kelimesiyle barışmanın zamanı geldi. Artık 1930'ların toplumunda değiliz.

Üst - alt kimlik tartışmaları, Türkeş'in 'Ne mozaiği!.' tepkisini canlandırmıyor mu?

Mozaiğin tehlikeli bir metafor olduğunu düşünüyorum. Çünkü mozaikte her ne kadar eşitlik içi görünse de aslında gettolar vardır. Her bir taş parçası kendi içinde dondurulmuş ve diğerinden sınırlarla ayrılmıştır. Bizim "ebru" modelinden konuşmamız lazım Ebruda renkler iç içe geçmiştir. Azınlıklar meselemiz var. Mozaikten ziyade ebru metaforunu kullanmaya dikkat etmeliyiz. Türbanda da öyle..

"Baba ve Piç" martta çıkacak...

İstanbullu bir ailenin öyküsü. Aileyi Osmanlı son dönem yazarları gibi kullandım. Ailenin geçirdiği dönüşümleri okurken ülkenin geçirdiği dönüşümlere dair de ipuçları toplayacağız ve 4 kuşak kadının hikâyesi, bir Ermeni kadının hikâyesiyle kesişecek.

'Örtünme' meselesi de ideolojik değil mi? Şahin davasında AİHM'nin kararı anlamlıydı.

Türban yasağına inanmıyorum. Bunun kadınların aleyhine işleyen bir yasak olduğunu düşünüyorum. Kemalizm ve ilericilik adına özellikle kadın öğretim üyelerinin katılığını ve türbanlı öğrencilere karşı mesafeli elitist tavrı sakıncalı buluyorum. Bu demek değil ki AKP'nin kadın politikaları olumlanabilecek politikalar... Fakat çözüm İslami ve Kemalist diye bölünmekten geçmiyor. Beni ürküten aynılaşma. Bireyselliği öldürdüğü müddetçe, türbanı bir üniforma gibi taşıyorsa başka bir şey. Ama yaratıcılığa izin verecek her türlü oluşumu desteklemek gerekiyor. Sanki Türkiye'nin bir Kafdağı var, Kafdağının arkasında İslami kesim diye adlandırdığımız bir öcü grup var, başlarını örtüyorlar diye onlardan korkuyoruz.
Okuyabileceğiniz diğer Elif Şafak söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Kelimelerin de insanlar gibi ömrü vardır"
Melih Bayram Dede, Dergibi.com, 2000
▪ "Sayılarda gizlenen 'Mahrem'"
Pınar Göksan Aker, Cumhuriyet Kitap, 18 Kasım 2000
▪ "Karakterlerimin kâtipliğini yapıyorum"
Işıl Sönmez, Özlem Şimşek, Cumhuriyet Dergi, 2002
▪ "Pislik tam da içimizde"
Filiz Aygündüz, Milliyet Kültür Sanat, 21 Mart 2002
▪ "Pislik, belki de sandığımız kadar pis değildir"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 22 Mart 2002
▪ "Sezgilerimle yazıyorum"
Hasan Öztoprak, E Dergisi, Nisan 2002
▪ "Tasavvuf benim edebiyatçılığımın ayrılmaz / ayrışmaz bir katmanı"
Melih Bayram Dede, Dergibi, 5 Nisan 2002
▪ "Sekiz ayrı yüzüm var, sekizi de birbiriyle çelişiyor"
Nuriye Akman, Zaman, 21 Nisan 2002
▪ "Yazmamayı da her zaman bir seçenek olarak gördüğüm için yazabiliyorum"
Feridun Andaç, Varlık, Temmuz 2002
▪ "Hikâye anlatmayı bilen bir yazar"
Feridun Andaç, Cumhuriyet Dergi, 11 Temmuz 2002
▪ "Elif Şafak kendini anlatıyor"
Alper İlhan, düşLE İnternet Edebiyat Dergisi, Sayı 25, 2003
▪ "Aslolan kitaptır, kâtibi değil"
Efnan Atmaca, Akşam, 28 Aralık 2003
▪ "Cehaletin kutsanmasına anlam veremiyorum"
Sevengül Sönmez, Zaman Turkuaz Eki, 18 Ocak 2004
▪ "İşittim ve itaat ettim, yabancılık hissi geçmeyecek!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Mart 2004
▪ "Türkçenin geçirdiği 'dil budaması devrimi'nden üzüntü duyuyorum."
, Dünya Gazetesi, 21 Nisan 2004
▪ "Arafta kalmak, hudutları aşmaktır"
Elif Tunca, Zaman, 10 Mayıs 2004
▪ "Hep deliliğe yakın oldum"
Nuriye Akman, Zaman, 16 Mayıs 2004
▪ "'Çok olmak' mümkün!"
Fadime Özkan, Zaman gazetesi ve Dergibi, 25 Mayıs 2004
▪ "Beni anlatmak değildir edebiyat, ben olmaktan çıkmaktır."
Erdem Öztop, Cumhuriyet Kitap Eki, 15 Temmuz 2004
▪ "Med-Cezir, yazma mevsimiyle romandan kurtulma mevsimi arasındaki sarkaçtı"
İhsan Yılmaz, Hürriyet Cumartesi Keyif Eki, 3 Aralık 2005
▪ "Derdimiz Nobel almak değil onaylanmak"
Fadime Özkan, Yeni Şafak, 3 Ocak 2006
▪ "Hafızamı Kaybettim, Hükümsüzdür"
Seda Arıcıoğlu, Cosmopolitan Dergi, Mart 2006
▪ "Kuşaklar arasında hafızayı kadınlar aktarıyor!"
Cem Erciyes, Milliyet Sanat Dergisi, Mart 2006
▪ "Geçmişi bir an evvel elimizden çıkarılacakbir bavul gibi görmüşüz"
İhsan Yılmaz, Hürriyet Pazar Keyif Eki, 5 Mart 2006
▪ "Ben siyasetçi ya da tarihçi değil yazarım, benim derdim insanla"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, Nisan 2006
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X