 | ISBN13 978-975-342-003-7 | 12.5x19,5 cm, 96 s. |
Liste fiyatı: 15.00 TL KDV Muaf Satış Fiyatı: 13.89 TL İndirimli fiyatı: 11.11 TL İndirim oranı: %20 |
Bu kitabı arkadaşına tavsiye et |
Mahmud ile Yezida, 1980 | Osmanlıya dair Hikâyat, 1981 | Taziye, 1982 | Kum Saati, 1984 | Son Istanbul, 1985 | Sahtiyan, 1985 | Cenk Hikâyeleri, 1986 | Kırk Oda, 1987 | Lal Masallar, 1989 | Eski 45'likler, 1989 | Yaz Sinemaları, 1989 | Mırıldandıklarım, 1990 | Geyikler Lanetler, 1992 | Yaz Geçer - Özel Basım, 1992 | Oda, Poster ve Şeylerin Kederi, 1993 | Omayra, 1993 | Bir Garip Orhan Veli, 1993 | Kaf Dağının Önü, 1994 | Metal, 1994 | Ressamın İkinci Sözleşmesi, 1996 | Murathan ' 95, 1996 | Li Rojhilatê Dilê Min / Kalbimin Doğusunda, 1996 | Başkalarının Gecesi, 1997 | Paranın Cinleri, 1997 | Başkasının Hayatı, 1997 | Dört Kişilik Bahçe, 1997 | Mürekkep Balığı, 1997 | Dağınık Yatak, 1997 | Oyunlar İntiharlar Şarkılar, 1997 | Metinler Kitabı, 1998 | Üç Aynalı Kırk Oda, 1999 | Doğduğum Yüzyıla Veda, 1999 | Meskalin, 2000 | 13+1, 2000 | Erkekler İçin Divan, 2001 | Çocuklar ve Büyükleri, 2001 | Soğuk Büfe, 2001 | Yüksek Topuklar, 2002 | 7 Mühür, 2002 | Timsah Sokak Şiirleri, 2003 | Yazıhane, 2003 | Yabancı Hayvanlar, 2003 | Erkeklerin Hikâyeleri, 2004 | Eteğimdeki Taşlar, 2004 | Çador, 2004 | Kadınlığın 21 Hikâyesi, 2004 | Bir Kutu Daha, 2004 | Beşpeşe, 2004 | Elli Parça, 2005 | Söz Vermiş Şarkılar, 2006 | Büyümenin Türkçe Tarihi, 2007 | Kâğıt Taş Kumaş, 2007 | Kullanılmış Biletler, 2007 | Yedi Kapılı Kırk Oda, 2007 | Dağ, 2007 | Kadından Kentler, 2008 | Eldivenler, hikâyeler, 2009 | Bazı Yazlar Uzaktan Geçer, 2009 | Hayat Atölyesi, 2009 | İkinci Hayvan, 2010 | Gelecek, 2010 | 227 Sayfa, 2010 | Stüdyo Kayıtları, 2011 | Kibrit Çöpleri, 2011 | Şairin Romanı, 2011 | Doğu Sarayı, 2012 | Aşkın Cep Defteri, 2012 | Bir Dersim Hikâyesi, 2012 | Tuğla, 2012 | Mutfak, 2013 | 189 Sayfa, 2014 | Merhaba Asker, 2014 | Kadınlar Arasında, 2014 | İskambil Destesi, 2014 | Mezopotamya Üçlemesi, 2014 | Harita Metod Defteri, 2015 | Güne Söylediklerim, 2015 | Solak Defterler, 2016 | Aşk İçin Ne Yazdıysam, 2016 | küre, 2016 | Dokuz Anahtarlı Kırk Oda , 2017 | Edebiyat Seferleri İçin Vapur Tarifeleri, 2017 | Tren Geçti, 2017 |
| Elma1. Basım Liste Fiyatı: 16.50 TL KDV Muaf Satış Fiyatı: 15.28 TL yerine armağan |
Diğer kampanyalar için |  |
|
| | Yaz Geçer INFO IN ENGLISH |  |
Kapak Tasarımı: Pınar Kazma |
Kitabın Baskıları: | 1. Basım: Eylül 1992 | 22. Basım: Nisan 2017 |
İlk kez yayımlandığı 1992'den bu yana birçok yaz mevsimi geçti ama Yaz Geçer'e okurun ilgisi sönmedi, tersine giderek büyüdü. Yaz Geçer, Mungan'ın 1986-1992 yılları arasında yazdığı ve üç alt bölümde topladığı, farklı uzunluklarda 10 şiirden oluşuyor. İşte şairin, "Yaz geçer iyi gelir sözcükler" diyerek açtığı kitabından 1991 tarihli "Sandık Odası". Sandık Odası gün ışığıyla yıkanmış küskün bir yıldız gibi akıp geçtin sessizliğimizin üstünden oyalanacak bir şey bile bırakmadın tozlanmış, dalgın bakışlarımıza ne zaman, nerede bir şey yitirsek burada bulacağımızı sanırdık bu sandık odasında mümkünmüş gibi balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra... Ludwigshafen - İstanbul, 1991  | ELEŞTİRİLER GÖRÜŞLER |
Didem Özdemir, "Mungan ve şiirsellik", Cumhuriyet Kitap Eki, 28 Aralık 2000 "Sedef tuttu adanmış gövde izi sürülen yüreği sınanmış gecelerden / Açılmazlar, açılamazlar, / Gidemezler kendilerine bile..." Bu mısralar (ve yazıdaki bütün diğer alıntılar) Murathan Mungan'ın Omayra adlı eserinde geçiyor. Kitabın ilk sayfalarından itibaren yapraklarını yavaş yavaş açtıkça bambaşka bir dünyanın kapılarından geçiyoruz. Şiirler sanki bitmeyen bir yolu size tattırıyor. Yanınızda sadece içinizdeki ince titreyişleriniz ve sözcükler, yani söylenmişler var. İstediğimiz sözcükleri, tek tek alıp bir araya getirdiğimizde bir şiir karesi oluşturabiliyoruz. Dümdüz seyir eden ince ince dokunmalardan sonra kıyıdaki bir dalga alıp yazarın simgeler dünyasında, istenenin yakınına taşıyor, en bilinen ortaklığıyla açıyor kendini... Ve siz, bu tempoya alışıyorsunuz...İzi sürülen yürek...açılamazlar dizeleri sanki bir sayıklama türünden belli düşünsel basamaklar oluşturarak yavaş yavaş birikiyorlar anahtarı aranan bir oda gibi yolumuzun üzerinde. Evren, Murathan için de bir sırlar yumağı. Zaman zaman bu durumdan yakınma, zaman zaman mutlu yorgun bir memnunluğu sezebiliyoruz. Bu türlü titiz seçen çok sözcüklü bir şairin dünyasını ne türlü oluşturduğu, şiirsel anlatımını nasıl ortaya çıkarttığı ise kitabı okumaya devam etmemiz için bizi adeta sarmalıyor. İçinizde bir yerlerin yoklandığı, ifade etmekte çaresizleştiğiniz ancak duyumuna sahip olduğunuz gerçekliğe, başka'nın ayak bastığını bilme; kendinden bir şeyleri bilerek -şiir olarak- unutması; anlamların saklandığı yerden gizli bir mahcupluğu tattırmakta. Hayatın tüm kapılarına girip yoklama, zaman zaman bir çocuk kadar korunaksızlık ötesinde, gizleri art arda geçme, yeni yollar arama, duraklama, seyretme.. hallerini adım adım bulacağız. "Bitkin bir şaşkınlık içinde vadilerde kaldı eski derinliğimiz hangi ay geri çağırır bizden çekilen suları.. dizeleri insanın kendi varoluşuyla ilişkili anlarını, doğanın anlarıyla benzeştirerek farklı bir gözden sunar. Zaten her yazılan, evrene açılan bir göz, kurulan yeni bir pencere, ötekiyle iletiyi sağlayacak yeni bir umut demek değil mi? O eşsiz sallanış anılarımız ancak, tek başına kendi kıyımızda bizi büyük sulara ulaştıracak aracımızı yapmak, düşünmek, en azından beklemekle geçer. "Bulmak değil aramak ömrün altın zamanı... karanlıkta beklettiğim onca yıl..." Sözcükler bildik tek yol fakat onların da çaresizliği sezdirilir. "simgelerin dilsizliğinde/ karşı karşıya dururken biz/ armalardır her şeyi kararlaştıran/ bazı sözler karanlıkta söylenir/ bazı sözler hiçbir zaman.." Sözcükler söylenmiş, söylenebilecek olanın dile getirilmesiyken bir sürü şey de anlatım olanağı bulmadan yürekte birikir; uygun sözcüklerle bütünlenemez. Bildik bir tıkanıklıktır çoğu an... Mungan'ın bu kitabında geçen bazı simgelerden biri bıçaktır. Sanki her insan bir yerlerden bıçak yarası alır. İçimizde bir bıçakla yaşamak: Yaşamın bize verdiği özgür olanak, zamanın, geçenlerin artlarında bıraktığı önemli kalıntılardan biri olarak bıçak, derinlerde yer eden ve zaman zaman varlığını duyuran.. İki bıçak seç kendine biri yaralamak için biri öldürmek... içimizdeki bıçak bir kere daha dönüyor olduğu yerde..... kimi zamanlar olur sevgilim iki bıçak bile yetmez bir tek ölüme.. " Unutulmuş bıçaklarla ise, giden sevgilinin izini aradan geçen zamana rağmen üzerinde taşıdığını söylemek ister O... "Bedenimin sırtında bulacaksın ay ışığından bıçağını.." Senin, onun, benim bıçaklarımız, bıçaklar bir yerlerimizden bizi acıtır. Kendimize korunaklı dünyalar kurmak ya da derinliğine yaşananları duyumsamak gerek.. Kederden kurtulmanın yolları sorgulanır aranır... Şeyler keder verir, aşklar, dostluklar, zaman, bitecek olanlar, söylenenler, söylenmeden kalanlar... Zaman olur ki yaşamın yedeğinde sular sararır. Susuz anları, sessizliğin dalgalınımlarını duyarız. Işıkta durup şeyleri var etmek yoklayıp bulunduğumuz düzlemden onlara değmek isteriz. Görebilme istenci bir tutkuya dönüşür şüphesiz.. Tünelin başından baktığımız karartılar aydınlıklarla buluşup, seçilen yol hayallerimize çıkar mı? Daha ne kadar aynı dönemeçte kalıp, sıkıca kavradığımız, her adımı kabulleniş olan varlığımızı dönüştürüp, hatta gözden çıkarabileceğiz? İçimizdeki çocuk aldığı bıçak darbeleriyle kan içindedir. Bastığımız yerler acıdır. Anladıklarımız şaşırtırken anlayamadıklarımız ürkütür. Bir şeyleri yazmak için gösterdiğimiz çaba zamanı durdurabilmiş olma istemine paralel düşünülür. Yürümenin gerekliliğine inanılıp daha az savunmasısızdır. "sırtımdaki torbasını çözdüm geçmişin/ imzamı değiştirdim/ ..değiş tokuşu kolay sözcükler edindim/ ..hüznümün arkadaşlığına kaldım/ karaağaçlar altında/ feda ettim her şeyi bağlanma korkusu uğruna" Sonsuz bir hüzün, sessizlik sonrasında kendine kapanma anı... "Örtünme vaktim geldi/ vahşi bir melankolide sildim parmak izlerimi kendi tetiğimden bile.." Bu, aşkın paylaşımının karanlık bir yüzü. Belki aşk değil de başka ile paylaşılan dünyanın ele geçirilmişliği, ötekilerinin dünyalarına ulaşıldığında kazanılan sızılar.. Katlanılacak pek çok şey vardır bu evrende.. Belli bir bedel ödemeye hazırlananlar içindir gerçek aşklar, gerçek dostlar... Duyarsız bir ruhun ödeyeceği günahları ise zaten olamaz.. Bize sunulanların dışında tek tek seçtiğimiz zamanlar bilincimizin var ettikleridir. Tek tesellisi bize aitliğidir. "Kendi kopardığım çığın altında kalıyorum, şimdi kalıntılarımın arasında başka biriymiş gibi dolanıyorum." Yüreğin kuytuda bıraktığı, hesaplaşamadığı hatta gün ışığına çıkartamadığı karanlıklarıdır bunlar. Yanımızdan geçenlerle kesişilen bir an sonrası, tekrar eski çölünüze götürür sizi.. Çöl; insanın yalnızlığa ulaştığı, özlemlerini biriktirdiği kavşaktır şairi için. Çünkü çöl, yaşanmışların mezarlığı gibi ölülerini korur, yok edilen her bir şey küçük taşlar gibi bir değere sahiptir. İçime attığım taşlar tıkadı sarnıcımı.. Yalnızlık insanın karşısına çıkan kazanımları olarak da görülebilir. Salt başka ile ortaklık kurulan anlardan arttırdıklarımız değil kendimiz için verdiğimiz bir buluşma adresi, seçilen yol 'içimizin iklimi'dir. Çöl geçer/ Çöl durur/ Çöl yaratılır yeniden/ Çok uzaklarda değil.. Bu yalınlık ötelerde olmayan ama buna rağmen hemen yanıbaşımızda olup da kolayca var'ladığımız bir durum da değil. Daha çok insanın bırakış anları, kendini tatlı bir aylaklığa koyverdiği, onu kaplayan gömleklerden 'soyunduğu' zamanlamalarıdır. Bazen bu karşı koyuş korkuya da dönüşür. Yalnızlığı bir başka şeyle örtüldüğü saatler geri gelir. Söylenecek çok şey var bunu hissedebiliyorum, bende, sizde bir dize, bir şiir ve bir Murathan üzerine çok şey söylenebilir. Murathan'ın şiirleri için güzeldir demek yerine insan'idir demek geliyor içimden.. elbette umudu yaşatanlar adına belki kısa süreli aldanışlar, belki bir nehrin akışını değiştirme çabaları... Edip Cansever'in şiirindeki gibi Ne gelir elimizden insan olmaktan başka. Bense söylenemeyenleri, hisler olarak üzerimde taşıyorum. Kim bilir asıl sözcükler belki gizeminden kurtulup o zaman kendini açığa vuracak, uygun simgeler metaforlarla birleşecekler ya da onlar da sözcüklerini hiç bulamayacaklar. Wittgenstein'ın dediği gibi konuşamadığın yerde susmak en anlamlısı. Ben tüm içtenliğimle susma evreninden Murathan'a yönelip belki sustuğum yanlarımla varediyorum onu. Susma; bir anlamda var etme oluyor, duygu evrenine adımımızı atmak, düşlerde özgürce salınabilmek için yapılacak tek şey bu, karşımıza çıkan tek fırsat varoluşumuzu kurabilmek... Bu anlamda Murathan, kendimize yer açtığımız evren içinden akarken, sanatçı duyarlığıyla tüm suskunlukların dilini çözerek kendisine anlatım olanağı bulur ve bizim başkalarıyla ortak bir dünyayı solumamıza fırsat tanır: "İndim beni kattıkları kalabalıktan/ künyemde başka bir ad, başka bir kader için eksiğine bozdurdum kalbimi/ kimsemdi, ölümüne seçtim/ Görenler artık dilsiz sanıyor beni..." Devamını görmek için bkz. |  |
Lanotte Trello, “Murathan Mungan, olabildiğince!”, mutasyon.net Kimi zaman yazdıklarıyla, kimi zaman olaylarıyla, bir şekilde; hemen her gün karşımıza çıkan –çıkartılan–; insanların zamanını, bildik, aldatmalık ve en önemlisi bomboş, çalan gündemlerin çok dışında. Mungan, kim ne derse desin son dönem Türk Edebiyatı'nın önemli kilometre taşlarından biri olmak yolunda. Yetişdiği Mardin'in alışkın olduğumuz –ya da alışkın olmaya alıştırıldığımız– insan tipinden biraz uzak. ileri görüşlü bir babaya müteşekkir olduğu temiz, akıcı, güzel Türkçe'siyle meydana getirdiği –ki bazıları şimdiden Türk Edebiyatı'nda kendine özel bir yer edinmiş– eserler, onun biraz farklı olduğunu anlamamıza yetiyor zaten. Belki biraz sembolik ama dil ağdalarından uzak. Asıl vermek istediğini, insanı, içinde bir yerden vurup, duygularla aktarıyor zaten. Dolgu maddesinin duygu olduğu trajik ve çoğu zaman trajikomik anlatılarında, koşullandırılmış, inandırılmak istenilene inandırılan; "Tıpatıp olmayı erdem sayıyorlar"; Çoğu zaman çekingen ve yalıtılmış; "Çok yaşar, çabuk ölür ilk tuttuğu sipere hayatının kalesini inşa edenler"; ama her şeyden çok yabancı, korku derecesinde bilmek arzusundan uzak insan tipini, eleştirel, didaktik, ve oldukça kesin kullanıyor Mungan. Doğduğu istanbul, yetiştiği Mardin, büyüdüğü Batı; Beyoğlu'nun arka sokaklarında başlayıp, Mardin abbaralarında sona erdiremediğiniz puslu yolculuklarınızda hep size eşlik eder, siz farketmeseniz bile. Aslında Mungan en iyi bildiğini, yaşadığını yazmaktan başka bir şey yapmıyor zaten. Eğer ilk defa okuyorsanız, ilk başta yabancılık çekeceğiniz; yıldızlar, ay, cinler, geyik ve yılan gibi sembollerin hemen hepsi Mungan'ın kafasındaki, keyfekeder serpişmiş anılardan bir demet yalnızca. Doğu ve Batı'yı birleştirme, daha doğrusu bilmemek isteyen Batı'ya Doğu'yu anlatma arzusunun etkisi altından biraz çıkıp, ufkunuzu bir kaç sözcük ileri taşıdınızmı; soluk, ince ve keskin simgelerin altında hep aynı şeyi bulursunuz Mungan kitaplarında: Sevgi, sevda, aşk,çok tutku. Bu biraz da hep sevginin olduğunu zannettiğiniz bir şeyin altında; başka bir şeyler keşfedip ulaştığınız çoşkunun, aslında, keşfettiğiniz şeylerin altından da yine ve yine ilk anda gördüklerinizden başka bir şey çıkmayışının getirdiği hayalkırıklığına benzer. Sevgi ve kör tutku hep vardır Mungan'ın şiirlerinde. "Bildiğim kendimi bildim bileli hep aşık olduğum / Bildiğim ancak aşıkken varolduğum / işte bu yüzden, benim için aşık olmak / Çoktandır hasretine katlandığım yokluğum". Yaratılışında ihanet olan insana bile, "İhanet ancak sevgı söz konusuysa vardır" diye kılıf uydurur Mungan. Sevdanın bölücü oluşu ( "insanı ilk kendinden sonra da başkalarından ayırır" ), imkânsızlıklarıyla varolan sevgiler ( "Kimbilir belki de sevgiler imkansızdır" ), ve âşığını öldürmeden mümkün olmayan sevgiler; aşkı, onsuz olunmayan ama olduğunda da sanki kainatın bütün harmonisini, iç hiyerarşisini yok eden, aslen yıkıcı bir düşünötesi olgu yapıp çıkıveriyor işin içinden. Tutkuysa biraz daha farklı Mungan için. "Tutku tek başına ve çıplaktır. Kendisi için ve kendisiyle vardır". Tutku bir takıntı, dönüp dolaşıp çıkamadığımız; çıkamadıkça daha çok dönüp dolaştığımız, sinir bozucu bir labirent. Mungan'ın kitaplarında amaç, genelde, oluşturduğu tutku tarafından yok edilir. Bu bağlamda ise amaç,biraz da Machivelist yaklaşımlarla amaçlıktan da çıkar. Tüm bu kavram kargaşaları içinde, Mungan kimi zaman hayata dair, basit,ama görmeye o denli alıştığımız, işte bu yüzden sanki bakınca körleştiğimiz, duyguları, olayları ve varlıkları, gözümüze gözümüze sokmaktan, okuyanı (okuyanı) beklenmedik bir anda şaşırtmaktan büyük zevk alır. Kaçan hayat, kaçan zaman ve bu sayede gene ve gene anılar baş köşededir çoğu zaman. "Hayret doğrusu / daha vakit var diye / dönüp de bir gün / kaldığımız yerden, hepsini birden / yaşarız sandık /oysa emanetmiş bizim sandıklarımız / içlerinde kilitli kalmış onca şeyle / günü geldi / aldılar." Işığın bir başka kırılıp zamanın ise kaydığı; tesadüflerin hikayenin ( "Herkesin hayatı bir hikâyedir" ) altyapısını oluşturduğu dünyalar; genelde bizim bildiğimiz dünyadan oldukça uzaktır Mungan'ın kafasında. Alice’in (Harikalar Diyarı'ndaki) aramızda dolaştığı, Pamuk Prenses’in haldır haldır yedi cücelerini ve kötü cadıyı arayıp sonunda kartlayıp öldüğü bu dünya; Mungan'ın "maceram" dediği , yazarın temelini Kırk Oda kitabında attığı, farklı odalarda yaşanan maceralardan başka bir şey değil aslında. Ama, Mungan'ın bu öte-dünyası, bildiğimiz, yaşadığımız dünyadan ne bağlarını koparır, ne de gönderme yapmaktan geri kalır bu arada? Murathan Mungan böyle işte. Biraz kendince, biraz herkes gibi; herkes gibi. Tuttuğunu altın eden bir sihirbaz değil ama, ışıl ışıl parlıyor Mungan'ın çocukları Üç Aynalı Kırk Oda listelerin tepesinde, Mungan oldukça gündemde, Paranın Cinleri ise herkesin okuması gerekir listemde ilk onda. Sizeyse yalnızca okumak kalmış. “ve siz hiç yakından gördünüz mü tebessümüyle hala ışıyan lakin artık çatlamış bir kadehten sızan rengini eski bir şarabın” Yazıdaki alıntılar, yazarın: Mırıldandıklarım, Lal Masallar,Yaz Geçer, Oyunlar İntiharlar Şarkılar, Kırk Oda, Paranın Cinleri, Cenk Hikayeleri, Üç Aynalı Kırk Oda kitaplarından alınmıştır. Devamını görmek için bkz. |  |
Karin Karakaşlı, “Yaz geçmeden okumak”, Sabah Kitap Eki, 17 Haziran 2009 Murathan Mungan'ın eskimeyen şiir kitabı Yaz Geçer, henüz yolu kesişmemişlerin de tekrar uğramak isteyenlerin de ortak durağı Bir tek balık alınmadı Nuh'un Gemisine Sudaydı o İçindeki suda Tehlikenin içindeki suda Yazın, kitabını açıkta okumak ister insan ve daha sık kaldırır başını okuduğu sayfalardan. O yüzden olsa gerek yaza en çok şiir kitaplarını yakıştırırım; çevrene göz gezdirir ve o dizelerdeki imgeyi gerçek kılarsın. Önündeki denize bir başka bakarsın. Önündeki denize, arkandaki hayata... Elimde Murathan Mungan'ın Yaz Geçer kitabı. İncecikti gerçi ama onu ilk okuduğumdan bu yana daha ağırlaşmış. Çok yavaş çevirir olmuşum sayfaları. Her köşeye yirmili yaşlarımın heyecanı sinmiş. Çıktığı yıl olan 1992'nin en büyük hediyesiydi bana Yaz Geçer. Yeni bir ülkeydi, Türkçede yazılı yabancı bir dildi. Vahşi ve sevecendi, toy ve olgun. Her şeyin tersi ve yüzüydü. O yüzden inanılmaz sarsıcı, aptallaştırıcıydı. Çimenlere uzanır okurdum. Okudukça ortalığı deniz kaplardı. On yedi yıl sonra Yaz Geçer'in on yedinci baskısını okurken de yine kendimi sulara kapılmış sürüklenirken buldum. Tehlikenin içindeki sulara. Yaz mevsimi insanı kapana kıstırır. Hem de sonsuzluk hissi veren denize bakar, bir tatil gününün içinde tembel ve özgürce salınır görünürken yaşatır bu tutsaklığı insana yaz ayları. Gafil avlanırsınız. Yüreğinden kaçmayanların en zor mevsimidir yaz. Tatillerden daha yorgun dönülür çünkü bellek sularının derinliğindeki anılar balık sürüleri gibi üşüşmüştür bir kez. Ve su yüzüne çıkan her şey kendi farkındalığını talep eder. Hatırlarsınız. Bunca yıl sonra suları daha da derinleşmiş Yaz Geçer'in. Kadırga, gemi enkazları, korsanlar, Atlantis, zıpkın, alabalık, seyir defteri, tüm metaforlar bizi okyanusun derinlerine çekmek için iş başındalar bir kez daha. Ulaşacağınız derinlik, göze alma cesaretinizle doğru orantılı. Murathan Mungan, Kutsal Kitaplar'dan mitolojiye uzanan bir yelpazede, insan ile su arasındaki temel ilişkiden yola çıkarak ruhun yalnızlığına çakıltaşları atıyor. Yüzeydeki halkalarda hepimizin kendi döngüsünü tamamlamış ve birbirini kapsamış aşkları saklı. Şiirli özgürlük En vazgeçilmez sevgililerin gidebildiği dünyada cinnetin kıyısından döndürebilen güç şiirin ta kendisi Mungan için. Zaten tam da o cinnetin can havlini taşıdıkları için her sözün ve imgenin içi bu denli kıvamlı. Tıpkı acının sanata evrildiği şu satırlarda olduğu gibi: bir şiir yaşatır her şeyi yaşamın anlamı solduğunda ben yoluma devam ederim. Bitmemiş bir şiirin ortasında Darmadağınık imgeler, sözcükler ve kafiyeler yaşamsa yerli yerinde yerli yerinde her şey şimdi her şey doludizgin ve çoğul şimdi her şey kesintisiz ve sürekli bir devrim gibi şimdi her şey yeniden yüreğim, o eski aşk kalesi yepyeni bir mazi yarattı sözcüklerin gücünden Dönüp ardıma bakıyorum Yoksun sen Ey Sanat! Her şeyi hayata dönüştüren Zaman dedikleri Yaz Geçer'de zaman boyutunu çok yoğun yaşar insan. Bizzat kitabın adı Yaz Geçer bile zamanın karşı konulmaz gücünü ve insanın bu güç karşısındaki çelişik ruh hallerini hissettirir. Zaman, hem derman diye medet umulan hem hayat karartandır. Anlar sonsuzluğa uzar ve aynı zamanda mevsim gözkırpımlık bir anda geçiverir. Hayatının seyircisi olabilecek denli mesafelenmenin diğer adıdır zaman. Ve bu mesafelenme sonrası kendi ödeşmesini de paylaşır Mungan, olanca samimiyetiyle: arasaydılar büyümemiş bir sevinci bulurlardı belki çok yoklanmış yüreğimin bir yerinde uzun bir yolculuk gibi yaşadıkları kısacık sokaklardan vazgeçselerdi ben oradayken Belki de hâlâ orada olurdum ben Kendime yazdığım hayatları ayıklamakla geçmezdi ömrümün yaprak zamanı bir ben söylerdim kuytu akşamlarda dalgın çalıgıların unuttuğu şarkıları Yaz geçmeden okumalı bu kitabı mutlaka diye geçirdim içimden. Çünkü o zaman bir kez de hayatla sağlamasını yapmış olursunuz şiirin. O lirik dünyanın içine siner, sözcüklerin arasındaki boşlukta yerinizi alırsınız. Hatta şiirdeki alabalık olursunuz. Hani şu kendi yolunu dayatan yürekli balık. Ya da şairin deyişiyle: Kutsal Kitaplara göre ilk yaratılanlar içinde akıntıya karşı yüzen tek balık tekini koruyan tekinsiz ölüme doğru ve ölüme karşı çağlayan çıkan, dikine yüzen bir balıkmış yalnızlık Yaz Geçer'de içinizdeki denize hep başka bir yerinden dalarsınız. O yüzden neyle karşılacağınızı hiç bilemez, mecburen şiiri de hayatı da yeni baştan yazarsınız. Paylaşılabilir bir yolculuk da değildir bu üstelik. Onu da açıkça ilan eder zaten şair en baştan: uzağa dağılıyor yüzler kimse bakmıyor birbirine biliniyor tuz beyazı gerçek her birimizin bir şeyi var denizin dibinde Bulduğunuz sırrı yüklenip karaya çıkmak gerekir. Yaz hakkını ister. Sulara her şeyinizle teslim olursanız sonunda ağınıza en kıymetli hakikatiniz de takılabilir. Dikenlerini ayırarak ödeşir, keşfinize şükreder ve kendinizi kendinize yoldaş kılarak bir kez daha yola koyulursunuz. Sezon kapanışını Murathan Mungan sizin için yapacaktır nasıl olsa: elimizde sorular, gün yeniden dağıtıyor kalanlar için yazılanları yaz sonu yaz sonu yaz sonu Biliyorum yine haziran yine temmuz yine ağustos Devamını görmek için bkz. |  |
|