Murathan Mungan:
"İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil"
Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005
Yeni kitabınız 'Elli Parça', ne zaman biteceğini bilmediğiniz çalışmalardan, Şairin Romanı'ndan derlemeler içeriyor. Bilge şair Bendag'ın, açık denizde aylarca süren yolculuğun ardından, sakız kokan körfez rüzgârları eşliğinde Anakara'ya ayak basışı. 11 ayrı kitaptan 'fragmanlar' sunuyorsunuz. Sığlaşan bir dünyada edebiyatın derinliklerinde yolculuk nasıl bir duygu? Bir meydan okuma mı?

Edebiyat zaten başlı başına bir meydan okuma. Varoluşun, inancın, direnişin en iyi ifadesi yazıdır. "Elli Parça", bir 2005 kitabı. Ben böyle dönümleri çok seviyorum. Edebiyat hayatım sanki yeni başlıyor. Herkes macerasını sonuna kadar yaşamalı. Yazarlar, zamandan korkarlar. Yarın bana bir şey olsa yapıtlarıma kim bakacak? Bu kitabın temelinde galiba böyle bir ölüm korkusu var. Elli Parça, vaktinden evvel okurlara emanet ettiğim çocuklarımdır.

Ömrünün sonuna doğru bir kişinin tek bir şiirle dahi hatırlanması ve yaşadığı anın değerini bilerek, derinleştirerek yolculuğunu sürdürmek istemesi... Bendag ile kadın şair Ümma'nın söyleşilerinin özünde yatan felsefe bu mu?

Anın değerini bilmek aslında günümüzdeki en önemli şey. Kapitalist dünya hız üzerine kurulu. Hız, tüketim demek, derinleşmeyi engellemek, sürekli narkoz altında yaşamak demek. Hayatı büyük ölçüde kolaylaştıran bir şey, aynı zamanda insan olmanın temel değerlerinden birçoğunu alıp götürüyor.
       Sürekli boşalan raflara baktığımızda, bu raflar kimi zaman Irak Savaşı olabilir, kimi zaman herhangi bir yeni ketçap ürünü olabilir. Bu hız içerisinde biz acılarımızla, duygularımızla, kayıp ve kazançlarımızla ödeşip, yüzleşmeden, onları özümseyip kendimize eklemlemeden, hesaplaşmadan zamanı belirliyoruz.

Değerlerin hızla tüketildiği bir çağa, edebiyatın geleneksel kalıplarıyla, dünyanın en eski sanatı diye adlandırdığınız şiirle karşı koymak zor olmalı.

Teknolojinin gücü ne olursa, olsun ele geçiremediği imgeler dünyamızla bir tek edebiyat ilişki kuruyor. Duvar yıkıldıktan sonra Doğu Berlin'e gittiğim zaman çok heyecanlanmıştım ve birdenbire beni heyecanlandıran şeyin bir edebiyat ülkesini keşfetmek olduğunu anladım. Ağaçtan yaprak, 19. yüzyıl romanlarındaki gibi yavaş yavaş düşüyordu.
       Arabalar yolda ağır ilerliyordu, zamanı yudumluyordunuz sanki, yaşamı daha çok hissediyordunuz. Şairin Romanı'ndaki benim gözümdeki Bendag ile sizin canlandırdığınız aynı kişi değil. Bu anlamda edebiyat, doğası gereği baskı altına alınacak bir tür değildir. En özgür alandır. Bazı imgeleri hayalde de canlandırırsınız...

Hamlet ile Hitler'i aynı oyunda buluşturmak gibi...

Hamlet, ilk modern birey üzerine ciltler dolusu incelemeler yapılmış, burjuvaziyle simgeleştirilmiş bir birey. Komşuluklar tehlikelidir! Nedir? Eğer faşizm üzerine çok düşünüp maşizm üzerine hiç düşünmüyorsanız, bu komşuluğun ne kadar yakın olduğunu görmüyorsanız, faşizm üzerine köklü düşünmüyorsunuz demektir. Ne kadar geleneksel olursa olsun, ben kültürel soyaçekime çok inanıyorum.
       Türkiye'nin bu anlamda en temel eksiklerinden biri, aydınlanmış birey olarak gördüğümüz kişilerin çoğunun, estetik adaletten ve entelektüel dürüstlükten yoksun olmaları.

Felsefi önermelerin siyaseti belirlediği çağlar geride mi kaldı? Marx'ın fikirleri Sovyetlere ortam hazırladı. Berlin Duvarı'nın çöküşü 'Tarihin sonu' diye yorumlandı. Savaşlar ve yükselen şiddet karşısında edebiyatçılar, felsefeciler etkili değil.

Ben, çağımızda olan biten birçok konuda Marx'ın hâlâ çok haklı çıktığını düşünüyorum. Sadece Marx'ın öngördüğü zamanı biz kendi karakterimizle ölçtük. Ben üniversitedeyken devrim olacak zannediyordum. Sol terbiyenin bana kattıklarını hâlâ büyük bir ahlakla taşıyorum. Solun öldüğünü söyleyenler erken konuşuyorlar. Kapitalizm daha kendi sürecini tamamlamadı. Elli yıl, yüz yıl dünya tarihinde kısa süreler. Bazı şeyler zamanla anlaşılıyor. Mesela ben cinsel politikadan, özgürlüklerden söz ettiğim için linç edildiğim dönemleri anımsıyorum. Şimdi kurulan bir parti bile artık bunu telaffuz ediyor.
       Çağı belirlemede sanatçıların gücüne gelince, insanlığın tamamen kaybolmaması için çalışıyoruz diyelim.

Entelektüel dürüstlükten söz ettiniz. Aydınların işlevi ne olmalı?

Yazdıklarımın sivil topluma dönük etkilerini görmek hoşuma gidiyor. Çok Türkiyeliyim ben. Okur kitlem, şaka bir yana, 25 yıldır moda olduğumu gösteriyor. 40 Oda öykülerinde kullandığım tekniği sonradan Avrupalı, Amerikalı pek çok yazar denedi. Geçmişteki ahlak tabularını şimdi herkes yazıp çiziyor. 'Beyaz Türkler, Beyaz Kürtler' lafını ilk kullanan benim.

Düzyazıdan çok, şiirin gücüne inanıyorsunuz...

Son dönemde bazı yazarların romanlarıyla ilgili reklamlarının yapıtın önüne geçtiği yönünde polemikler var.
       Türkiye'yi entelektüel horoz dövüşünden kurtarmak gerekiyor. TV kanallarında bugün birçok kişinin yaptığı aslında fikir müsameresidir. Bu bir iktidar meselesi, kendilerini edebiyat alanında iktidar figürü görenlerin çoğunun yeni süreçle beraber iktidarları ellerinden gitti. 1970, 1980'lerden kalma kaç şair ismi sayabilirsiniz? Türkiye'de bu kasaba kültüründen kurtulmamız gerekiyor. Siyasal inancı gereği değil, psikolojik takıntısı nedeniyle solcu kaldığını sanan bazı meczupların kanal kanal gezmesinde acıklı bir yan var. Ben bunu kitap tanıtımından daha tehlikeli buluyorum.

Bir sözünüz var, 'Türkiye'de her şey olabilir, rezil olamazsınız' diyorsunuz. Hafızası 24 saate ayarlı unutkan bir toplumuz.

Hafızayı diri tutan adalettir. İnsanın kendisi olması en zorudur bu ülkede. Tribüne oynamadan 'biri' olmak, 'köyün delisi' olmadan aydın olmak, aslını inkâr etmeden Kürt olmak, kepaze olmadan eşcinsel olmak, yaşlandıkça ilkokul düzeyi milliyetçiliğe gerilemeden hayatı tamamlamak zordur.

Dünyanın en eski kültür ve uygarlık başkentlerinden biri olan Bağdat gözümüzün önünde bombalandı. Ne yapabildik?

Unutkanlık siyasi reflekslerimize de sinmiş. Türkiye'de sol ancak darbe olduğu zaman, kendine gelip nerede hata yaptık, diyor. Türkiye'de ne 12 Eylül dibine kadar konuşuluyor, ne 27 Mayıs, ne de İstiklal Mahkemeleri. 700 yıllık imparatorluktan, 80 yıllık Cumhuriyet'i ne kadar yaratabildik? İki meselemiz vardı: Kürt ve İslam. Bir türlü çözemedik. Yok sayarak olmuyor. Türkiye hâlâ bu sorunlarla yüzleşemiyor. 2005 yılında sorunlara hâlâ Pamuk Prenses'in annesinin aynasından bakamayız.

Orhan Pamuk, 'Bu ülkede 1 milyon Ermeni, 30 bin Kürt öldürüldü' deyince kıyamet koptu. Kaymakam emriyle kitapları yok edilmeye çalışıldı. Aydınlar, yükselen milliyetçi dalga ve şiddet olgusu karşısında bildiriler yayımlıyorlar. Sizin imzanızı göremiyoruz...

Aydınların tepkisi yetmez. Sivil toplum bunlara karşı çıkmalı. Ben 30 bin kişinin öldüğü Güneydoğu'daki savaş hakkında epeydir malzeme biriktiriyorum, bir kitap yazacağım, başladım da.
       Mardinliyim. Babam Arap-Kürt melezi, annem Boşnak. Saraybosnalı ve düşünsenize, iki yerden birden köklerim kanadı benim uzun yıllar, hâlâ da çok canım yanıyor, bundan kolay söz edemiyorum. Burada önemli olan, 2005 yılında coğrafya esasına dayalı bir dünyadan, ortak sorunlardan söz etmek, aynı zamanda dili, kültürel esasları çok önemsiyorum. Hangi dilde rüya görüyorsan o dilde konuşacaksın. O dilde eğitim yapacaksın, bu bir düşmanlığı gerektirmiyor. Sonuçta bana kalmış olsaydı, zaten burayı 'Anadolu Cumhuriyeti' diye kurmuş olurdum! Bir sanatçı olarak yaşanan acılara nasıl duyarsız kalabilirim?

Güneydoğu'da yeniden kan dökülmeye başlandı.

O bölge sadece Türkiye için değil. Ortadoğu, artık bizim sınırlarımızın ötesinde politikaların arenası.

Demokratik çözümleri AB ne ölçüde zorlayacak?

Sol perspektiften baktığım zaman bir kapitalizm projesi olarak AB'ye mesafeliyim. Zaten sahip olmamız gereken değerlere ulaşmak için AB'den medet umuyoruz, Avrupa'yı yardıma çağırıyoruz. Bu çok acıklı.

AKP'nin iktidar deneyimini nasıl buluyorsunuz? Onların da umudu AB.

Bütün tehlikeler sessizlikte ve gizlilikte birikir, Türkiye bütün bu milliyetçi öğelerle faşist zorlanmayla henüz ödeşmedi, yüzleşmedi. Türkiye'yi bekleyen çok ciddi tehlikelerden birisi budur. Adına 'öteki' dediğimiz bütün o sıfatları İslam dahil bu sonuçla değiştirebilirsiniz.
       Türkiye'nin Auschwitz'i Madımak Oteli'dir. Bir şair olarak orada yakılarak öldürülenleri düşündükçe tüylerim ürperiyor. Bu vahşetin gerekçesi tahrik olamaz! Bu bir ahlâki şeydir, verdiğimiz taviz size katlanarak gelir. Bana Devlet Tiyatroları'nda bir oyunumun oynanması için 'Kürt adlarının değiştirilmesi gerekiyor' dendiği zaman, 'Bugün bir isim, yarın bir paragraf, öbür gün bir kitap ve nihayet bütün dünyadır' diye tepki gösterdim.
       Ben sanatı bir tür arınma, kâmil olmak diye görüyorum. Yani kalp kazanmak için dil kullanmaktan yanayım. Bu benim öfkelerimi, kızgınlıklarımı, başkaldırımı filan değiştirmez. İnsan olarak işte çok duyarlı olduğum şeyler vardır.

Ahmet Altan, geçenlerde Orhan Pamuk'a gönderme yaparak, "Avrupa'da siyasi cesaret, edebi yetenekten daha çok alkış alıyor" dedi. Sanatçılara bakış açısında böylesine siyasi bir ayrım güdülüyor mu?

12 Eylül bizde aydınlar, sanatçı va halk arasında çok ciddi bir göçük yarattı. Mesela bu göçüğün üzerine milliyetçi kesim kendi kültürünü yaratamadı. Hâlâ 8 halk oyunuyla 4 türküyle götürüyorlar. Dünyada birçok insan 'vatan haini' Nâzım Hikmet sayesinde Türkiye'yi ve Türk şiirini tanıdı. Sanatçı bu tür paradokslar yaratıyor, doğası gereği muhaliftir. Demokratlığını ifade etmek için bazıları Nâzım Hikmet de iyi şairdir, Necip Fazıl da diyorlar. Hayır. Necip Fazıl Kısakürek, Nâzım'dan daha iyi şair değildir. Solcu olduğu için Sait Faik'i, yıllarca ondan daha iyi olduğu varsayılan yazarlarla kıyaslamaya çalıştık.
       Ahmet Hamdi Tanpınar'ı dünyanın bütün dillerine çevirseniz bile eskidir. Tamam, bizim için çok değerlidir ama zamanı yakalayamadı. Bir benzetme vardır: 'Çayı kararmış!' Anadolu'da öyle derler!
       Türkçesi çok iyi dediğiniz şair yazarların çoğunun orijini Türk değil. Tuhaf değil mi? Cemal Süreya'dan Yaşar Kemal'e, Ahmet Arif'ten Bilge Karasu'ya farklı orijinlerden insanın Türkçe konusunda en iyiler olması. Biz niye bu kadar Türkiye'nin bekçiliğini yapıyoruz? Bana Meriç kıyısıyla Habur kapısı çok fazla bir şeyler ifade etmiyor. Biz 2005 yılında bütün dünyaya dokunmak istiyoruz.
Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Amok koşucusu"
Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008
▪ "Edebî Maratoncu"
Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007
▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm"
Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008
▪ "Kadından Kentler"
, Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008
▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım"
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008
▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar"
Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008
▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim"
Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008
▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak"
Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008
▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım"
Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008
▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın"
Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008
▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007
▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!"
Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023
▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl"
Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014
▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı"
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014
▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken"
Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016
▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım"
Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017
▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim"
Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017
▪ "Merakı Bulaştırmak"
Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022
▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000
▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?"
Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001
▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor"
Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002
▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı"
Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002
▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız"
Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002
▪ "Canımı çok yakan bir olay vardı"
Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004
▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir"
Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005
▪ "Klonlanmak istiyorum"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005
▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar
▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006
▪ "Melodram her an hayatımızın içinde"
Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007
▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli"
Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007
▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık"
Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007
▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım"
Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007
▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011
▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı"
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014
▪ "Bu toprakların asli meseleleri"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X