Murathan Mungan:
"Canımı çok yakan bir olay vardı"
Müjde Arslan, Özgür Politika, 3 Ocak 2004
Seçki kitabınız olan Yazıhane’de, yazarların ağzından 'niçin yazdıklarına' yer vermiştiniz. Çok basit, ama zor olan bu soruyu siz nasıl yanıtlarsınız?

Bunu açıklayabilseydim ne o derlemeyi yapardım, ne de yazı yazardım. Biraz da ruhunu veren şey bunun, gerçekten gündelik ve anlaşılır dile çevrilememesi. Şiirde de öyledir. "Hadi açıkla bana anlat" dediğin zaman, gündelik dilin sözcükleri ile söyleyememektir. Bu konuda geliştirilmiş birçok yanıt vardır. Nedir işte; kimine göre varoluştur; kimi yazmadan der tabi bir de Sait Faik gibi "Yazmasam çıldıracaktım" diyenler. Birçok şey söylenebilir. Bu soruların ne kadar zor olduğunu göstermek için koskoca seçkiyi hazırladım.

Nasıl bir çalışma ya da ruh halinin ürünü olarak doğdu Timsah Sokak Şiirleri?

Birçok bölümünü burada yazdım. Bir noktadan sonra bir kayıt ya da hatıra defteri değil. Burası ile sınırlı değil. Birden bir sokağın, bir şehrin kentte yaşanan ilişkiler ağının birçok şeyin sembolü haline gelmeye başlıyor. "Adres" şiiri biraz böyledir. Bunda biraz değişken bir kent duygusu veriyor. Kentte yaşanan ilişkilere ışık düşüren bir kanal açıyor. Siz bir yerden taşınabilirsiniz, ama aklınız ruhunuz ve yüreğiniz henüz taşınmamıştır. Belki de kitap bunun içindir. Yani aklınızda, ruhunuzda ve kalbinizde devam eden bir şeyi artık tamamlamak için bir kitapla kapatmak istersiniz aslında kitap kapıdır. Timsah Sokak Şiirleri benim bu evin kapısını kapatmamdır. Buradan taşınmış olabilirim başka yere gitmiş olabilirim. İlişkiler de öyledir. Biten ilişkiler, aşklar vardır, ama o ilişkilerin anları, zamanları sizde hatırlattıkları, değiştirdikleri sürer gider. Siz hatta, değil başka bir eve, başka bir aşka taşındığınız zaman bile sürer. Yazı bunları tamamlar. Bunları yeniden hayata yerleştirmenizi sağlar.

Kitabın kapı olduğunu söylediniz. Ruhunuzda devam eden neyi bu kitapla kapatmak istediniz?

Yaşanmış fırtınalı birkaç aşkın –birkaç demek de ne kadar doğru bilmiyorum– belki kişiler değişir, ama bir aşka sihrini veren kişinin kendi ruhudur. Aşkı da kendi stilinizle yaşarsınız. Aşk sadece bir duygu değil, stildir. Çalışılacak bir şeydir. Her aşktan öğrenilecek şeyler şairin dediği gibi bir yenisine katlanır. Kimi zaman sizi çok değiştireceğini düşündüğünüz şeyler vardır, ama bir başka yeni aşkta o kadar da değiştirmemiştir. Aşk insana istemeden öğretir. Ama bu benim hatıra defterim değil. Sadece yazarın başından geçenleri anlattığı ve başkalarını hiç ilgilendirmeyen şeyler değildir. Siz yazarken onu öyle bir süreçten geçirirsiniz ki o başkalarının da hayat hikayesi olmaya başlar. Biraz başkalarının yaşamlarına sinmesi, duyguları çoğaltmasıdır. İfade etme gücü ve anları parlatmaktır.

"Kayıp Pena" şiiri buna güzel bir örnek sanırım...

"Kayıp Pena" şiirinde anların sihrini görüyoruz. Bazı anların sihri vardır. Her anın değil ama bazı anların sihri vardır. O anlar öyle bir yontulmuş elmas parlaklığındadır ki hayatın birçok şeyini de ışıtır. Sadece kendiyle sınırlı kalmaz. Sizin başka zamanlarınızı da ışıtır. Bunun üzerine yazmak bütün anları yeniden parlatarak içinde yaşarken farkına varmadığımız şeyleri farkına varma sürecidir de. Şimdi uzun süredir kısa kısa notlar alıyorum ve bunu ilk kez size söylüyorum. Hatıralarımı yazıyorum. Ama bu ilk yazmakta olduğum hatıralarım, şairlik ve yazarlık serüvenimle ilgili. Hayatımın diğer bölümleriyle ilgili değil. Kitabın adını buldum, adını bulmam yolun yarısı demek benim için. Anı türünü özetleyen bir ad; "Ben böyle hatırlıyorum." Çünkü herkes başka türlü hatırlar. Önemli olan algının işleyişi. Elbette o hareketi yaparken beni üzmek değildir amacınız, hatırlamazsınız; ama ben böyle hatırlıyorumdur. Timsah Sokak Şiirleri ile tutumu aynı. O olayın, o anın sizde bıraktığı iz hayatınızın, genel anlarına taşması. Edebiyat zaten yaşadığımız ham şeyleri gerçekten işleme sanatıdır. İşlendiği zaman başka insanların da hayatında bir anlam, bir değer bir güzellik haline gelir.

Timsah Sokak Şiirleri’nde tüm kitaplarınızda olduğu gibi yine çok vurucu dizeler var.

Benim henüz çıkarmadığım "Divan-ı Harp" diye kitabım var. Canımı çok yakan bir olay vardı. Bence iki dize yetti o da şunu anlatıyordu. "Berivan hangi köy senindi/şimdi hangi duman?" bu her şeyi anlatıyor. Köyü yaktılar, yakmadılar değil. Eğer iki dize ile bir ruhu, bir durumu, bir atmosferi bir coğrafyayı bu kadar anlatabiliyorsanız yeterli. Sahip olduğunuz şeyler yerine artık bir duman kalmışsa söylenebilecek bir söz yoktur. Onun üstünü artık ben süsleyip nakışlayayım. Özellikle doğu toplumlarında çok tehlikeli bir şey var; duyguları mıncıklamak, kanatmak, bıçağı daha da derine saplamak. İki kötülüğü var; birincisi acılardan zevk almaya götürür, bu yüzden de mazoşist bir yapı kazanır. İkincisi ise aklın devreye girmediği sulu bir duyarlılık elde edilir. Bence acıya eklenmesi gereken en güzel duygu soyluluktur. Soyluluk da büyük ölçüde sadelikle elde edilir. Zamanla ilişki kurmakla elde edilir.

Yıllarca tek tük eser veren yazarlara göre oldukça üretkensiniz...

Üretkenlik başka bir şey. Girdapları da var. Üretkenliğin tehlikeli yanı tuzakları da var. Kendi kendine konfeksiyon olabilirsin. Hep aynı şeyleri yazabilirsin. Benim yerimde hangi şair olsa Yaz Geçer'den sonra 3 tane çıkarırdı. İnsan kendine alıkoyamaz. Kendi üstünde otorite kurman gerekiyor. Okurun sana verdiği sevgiyi, ilgiyi suistimal etmemen gerekiyor. Eğer aşk yaşamıyorsan yaşamış gibi yazmanın anlamı yok. Başladığım tarihi hatırlamadığım şiirlerim var. Çok uzun süre işlerim. Tüm eserlerim birbiriyle ilgili. Okura ve zamana olan saygınızı unutmamanız gerekiyor. Yazmak bir süre teknik bir hal alabiliyor. Bunu mutlaka yazmalıyım diyenleri içinize sinene kadar yazmalısınız. Malzemenin bitiminde doyum noktası vardır. Ondan sonra kurcalarsanız bozarsınız. Resim gibidir. Bir fırça darbesi ile bozarsınız.

Doğu insanının karakterini yaşıyorsunuz değil mi?

Benim ahlakımda Doğu ahlakı vardır. Ne kadar uygar ve Batılı olursak olalım bunları benim saklamak için, aşmak istemediğim özelliklerim. Bana paranızı, sevgilinizi ve sırlarınızı teslim edebiliriniz. Bu bir ahlaktır.

Ve tabi bunu eserlerinize de yansıtıyorsunuz....

Bazı şeylere orada yaşayan insanların sahip çıkması gerekir. Ben Mezopotamya'nın toprağından bir çömlek yapıyorum. Bir Finlandiyalı gelip de Mezopotamya'nın toprağından çömlek yapacak değil. Ama öyle bir çömlek yapmalıyım ki o sudan ve topraktan onu Finlandiyalı da kullanmalı, Kanadalı da. Evrensellik tartışmaları var. Nerede durduğunuzu, ayaklarınızın hangi toprağa dokunduğunu bilecek ve bunu tüm dünyaya göstereceksiniz. Bu topraklarda yankılanan bir sözün, sadece gökyüzü ile sınırlanacak bir yankının ulaşacağı bir insanlık sesi yok. Sadece dar bir çevrede anlaşılır olmak, dar bir duyarlılık... Doğu şiiri dedikleri şey de bu. Doğu kökenli insanlar sadece şiiri anlayabiliyorsa o şiirde iş yoktur zaten. New York'ta bir topluluk Mahmut ile Yezida'yı sahneledi. Ve oradaki basında öyle güzel şeyler yazıldı ki. Bir Amerikalıdan hiç bilmediği bir kültüre karşı etkileyici bir ses geliyorsa, güzel bir duygu. Mahmut ile Yezida Diyarbakır'da oynanmış çok beğenilmiş, evet bu da güzel ama doğal olması gereken. New York'ta hayatında Yezidi lafını duymayan birinin kalbini kıpırdatabiliyorsa önemlidir. İlk kitabımdır, ilk oyunumdur.

Şiir yazmak için âşık ve yalnız olmak mı gerekiyor?

Eğer aşk şiirleri yazıyorsanız aşık olmadan yazamazsınız. Ama nasıl aşık olduğunuz da önemlidir. Yani her körkütük âşık olan şiir yazmıyor. Aşk kışkırtan bir şey. Sizin biri olduğunuzla ilgilidir her duygunuz, öfkeniz de öyledir. Yazdığınız gibi mi âşık oluyorsunuz. İnsan salatalık gibi yaşayıp çok zarif bir şekilde aşık olmaz. Bunlar birbirine benzeyen bütünleyen şeylerdir. Nitekim herkes aynı yaşamıyor. Aşk olduğu zamandan ziyade ayrılık çanları başladığı zaman kendini yazdırır. Bu yüzden bütün iyi aşk şiirleri ayrılık şiirleridir. Aragon "Mutlu Aşk Yoktur" diyor. Aşka övgü yazabilirsiniz. Aşka hüzün yakışıyor. Yaşıyoruz, ama bunu nasıl yapıyoruz. Malzemeyi tanımak çok önemli. Kendine zalim olmak.

Yazarken acı çekiyorsunuz diyebilir miyiz?

Zaman zaman acı çekiyorum. Bazı zamanlar gözlerimin yaşardığını söyleyebilirim. Onu bulmanın hazzı ise sonradan geliyor. Yazı bir işkence, yazı bir cehennem. Sayfalarca yazıyorsunuz. Çador diye kısa bir roman yazıyorum şimdi. 2004 başında çıkacak. İran, Afganistan'da burka öncesi kadınların örtündüğü şey. Romanın kendisi 120 sayfa, ama şimdiye kadar 800 sayfa yazmışım. Okunduğu zaman su gibi akmalı. Bütün bu cümleler çok dağılmış kadın saçları gibidir. Ben onları o kadar taradığım için bu kadar kolay akıyor. 40 yıl artı birkaç saniye.

Şiirlerinizin içinde şair çok fazla hissediliyor. Yalın olan şiirlerinize yüzünüz yansıyor bir anlamda. Tüm çıplaklığıyla okuyucuyla yüzleşmek sizi korkutmuyor mu?

Okuyucuya ulaştırmak anlamıyla değil, ama işçilik anlamıyla elbette bir kaygı oluşturuyor. Yalınlık, yavanlıkla karıştırılan bir şey Türkiye'de. Sadelik, yalınlık zannedildiği gibi sadece içinizden geldiği gibi yazmak değil. Hayatının içinden geldiği gibi davranıyor. Bu hamlık ve çiğlik de olabilir. Her içinizden gelen şey doğru değildir, yalınlık uzun süreçler sonunda elde edilen bir şeydir. Rafinenin sonucunda elde edilir. Yalınlık da tıpkı karmaşıklık gibi çalışılan bir şey. Emeksiz hiçbir şey ortaya çıkmaz. O yalınlığı elde etmek için bir çaba sarf etmeniz, estetik teknik araçlar gereklidir. Yazının arkasında tarih vardır. Benim oturttuğum bir kelime belki bir saniye alır, ama hep şöyle tartmak lazım. 40 yıl artı bir saniye. Ustalık, olgunluk yalınlık da böyle elde edilir.

Duygular birbirine benzediğine göre tekrara kaçmak handikabını nasıl aşıyorsunuz?

Benim tüm kitaplarım ayrı damarlardan besleniyor. Hiçbir zaman aynı damardan beslenmiyor. Timsah Sokak Şiirleri, Yaz Geçer ile kardeştir. Şiirler için duygular kadar duygu ve birikim gerekiyor. Duyguların da aklı vardır.
Okuyabileceğiniz diğer Murathan Mungan söyleşileri
▪ "Beşi bir romanda!"
Sema Arslan, Milliyet Sanat, Haziran 2004
▪ "‘Beşpeşe’ ciddi bir oyun yazdılar"
Elif Tunca, Zaman, 12 Temmuz 2004
▪ "Amok koşucusu"
Zuhal Bekler, Time Out, 3 Nisan 2008
▪ "Edebî Maratoncu"
Ayşegül Tuna, Time Out, Kasım 2007
▪ "Akıllı kadın yalnız kalmaya mahkûm"
Yeşim Çobankent, Elle, 3 Nisan 2008
▪ "Kadından Kentler"
, Demokrat Radyo, İzmir, 14 Nisan 2008
▪ "Kitapta ciddi bir amelelik var, dersimi çok çalıştım"
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet Pazar Eki, 13 Nisan 2008
▪ "Kadınlar eşya, evlilik ve aşkla esir alınırlar"
Evrim Altuğ, Sabah, 13 Nisan 2008
▪ "Yazımı sürekli ateşe atarak ilerledim"
Nida Nevra Savcılıoğlu, Notos Öykü, Nisan 2008
▪ "Kadınlarla Kürtler’in kaderi ortak"
Ayça Örer, Taraf, 12 Nisan 2008
▪ "Erkekten kent değil, kasaba çıkar canım"
Pınar Öğünç, Radikal Cumartesi Eki, 3 Mayıs 2008
▪ "Kendini Şaşırtırsan Okuru da Şaşırtırsın"
Irmak Zileli, Remzi Kitap gazetesi, Mayıs 2008
▪ "Yazdıklarımdan yapılma bir adanın üzerinde yalnız..."
Sema Aslan, Radikal Kitap Eki, 19 Ekim 2007
▪ "Türkiye’nin sağcısıyla solcusu çok benziyor; aynı kumaştan ceket giyiyorlar, birinin ceketi soldan düğmeleniyor, diğerininki sağdan!"
Cansu Çamlıbel, T24, 10 Ekim 2023
▪ "Kentlerden Bir Tür Çöl Yaratılıyor; Betondan, Camdan, Çelikten Bir Çöl"
Serkan Ayazoğlu, arkitera.com, Nisan 2014
▪ "İyi öykücülerden kötü romancılar yaratıldı"
Buket Aşçı, Vatan Kitap, 14 Mayıs 2014
▪ "Bir kolum çolaktır şiir yazarken"
Birhan Keskin, Radikal Kitap, 8 Nisan 2016
▪ "Bunlar benim binbir gece masallarım"
Çağlayan Çevik, Hürriyet Kitap Sanat, 16 Şubat 2017
▪ "Var oluşumu anlamlandıran eşyam kalemim"
Adalet Çavdar, Milliyet Sanat, 10 Mart 2017
▪ "Merakı Bulaştırmak"
Berke Göl, altyazi.net, 15 Aralık 2022
▪ "Kültürel dünyada muhataplar eşit değil!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Sanat, 1 Temmuz 2000
▪ "Erkekler İçin Divan'ı ben yazmasam kim yazacaktı?"
Ahmet Tulgar, Milliyet, 2 Aralık 2001
▪ "Yüksek Topuklar’la geliyor"
Ayşe Arman, Hürriyet Pazar, 5 Mayıs 2002
▪ "Kadınlar üçlemesinin ilk kitabı"
Sema Uludağ, Radikal, 9 Mayıs 2002
▪ "Yazı iktidarsa hepimiz iktidarız"
Ayça Atikoğlu, Cumhuriyet Dergi, 30 Haziran 2002
▪ "İyi öpüşen bir sevgili dünyanın yarısı demektir"
Ayşe Arman, Hürriyet, 10 Temmuz 2005
▪ "İyi Türkçe yazanların çoğu Türk kökenli değil"
Derya Sazak, Milliyet, 11 Temmuz 2005
▪ "Klonlanmak istiyorum"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap Eki, 15 Temmuz 2005
▪ "Rüya görür gibi şarkı görüyorum!"
Filiz Aygündüz, Milliyet Pazar, 19 Mart 2006 Pazar
▪ "Kedi cama inanmaz, ben zamana"
Özlem Altunok, Cumhuriyet Dergi, 24 Temmuz 2006
▪ "Melodram her an hayatımızın içinde"
Yeşim Tabak, Pazar Sabah, 27 Mayıs 2007
▪ "İyi bir sanatçı kendini SİT alanı ilan etmeli"
Ayça Atikoğlu, Gazeteport, 25 Haziran 2007
▪ "Olgunluğumun saltanatını sürüyorum artık"
Sevin Okyay, Radikal, 26 Temmuz 2007
▪ "Şiire, yazıya hep temiz davrandım"
Deniz Durukan, Radikal, 12 Aralık 2007
▪ "Arenayla opera arasında bir hayat benimkisi"
Cem Erciyes, Radikal Kitap Eki, 8 Nisan 2011
▪ "Türkiye’de yalan söyleyenlerden hiç hesap sorulmadı"
Zeynep Miraç, Hürriyet Pazar, 23 Şubat 2014
▪ "Bu toprakların asli meseleleri"
Pınar Öğünç, Radikal Kitap, 3 Mart 2014
 
 

Kişisel Veri Politikası
Aydınlatma Metni
Üye Aydınlatma Metni
Çerez Politikası


Metis Yayıncılık Ltd. İpek Sokak No.5, 34433 Beyoğlu, İstanbul. Tel:212 2454696 Fax:212 2454519 e-posta:bilgi@metiskitap.com
© metiskitap.com 2024. Her hakkı saklıdır.

Site Üretimi ModusNova









İnternet sitemizi kullanırken deneyiminizi iyileştirmek için çerezlerden faydalanmaktayız. Detaylar için çerez politikamızı inceleyebilirsiniz.
X